BİR ÂYET DAHA!

ŞAİR : SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)
1980’li yıllardı. 13 yaşında hâfızlığımı tamamlamak nasip oldu.
22 hâfızla beraber Sakarya Tozlu Camii’nde cemiyetimiz yapıldı. Meşhur ve muhteşem mânevî ikili Gönenli Hâfız Mehmed Efendi ve Hâfız Abdurrahman GÜRSES Hocaefendi de iştirak ettiler. Ancak Abdurrahman Hocaefendi o kadar hasta idi ki, ayakta duracak mecâli bile yoktu. İki kolda iki kişi öyle getirmişlerdi. Hâfızların hatrına «illâ» deyip gelmişti. Belli ki doktorların itirazlarına dahî kulak asmamıştı. Onun bu hâli karşısında tertip heyeti, kendisine aşr-ı şerif okumayı teklif etmemek üzere fikir birliği yaptılar. Çünkü hocaefendi, Kur’ân okumak ile alâkalı en küçük isteğe de «olur» derdi. Vaziyeti ne kadar müsait olmasa da. Bu bakımdan hassâsiyet gösterildi ve kendisine aşr-ı şerif teklif edilmedi. Gözde talebesi Hâfız İsmail BİÇER okuduktan sonra hâfız talebeler okudu. Tam duâya geçilecekken ahvâli bilmeyen bir kişi peydah oldu ve kimsenin engellemesine fırsat vermeden hocaefendiye aşr-ı şerif teklif etti. Hoca iniltili bir sesle; «Peki evlâdım!» dedi ve okumaya bir başladı, aman yâ Rabbî! İşte o kıraatin tasviri münasebetiyle coşan ilhâm-ı kalp, mısralara döküldü.
Mâlûm, o okurken; «Allah» diye haykırırdı gönüller.
Bu bakımdan bu şiir; Allah lâfzına tekabül eden 66 beyt:

Bir çocuktum; tanıdım nurlu ve hâfız bir zât,
Koca bir devri dirilten bir asırlık üstat.

Her nefes, Allah için, hem okuyan, hem yaşayan;
Hâli Kur’ân, dili destân, adı Abdurrahman.
Rûhu örnekti, okurken o Reîsü’l-Kurrâ,
Gür sesinden öte bir sesti çok içten zîrâ;
O okurken işitirlerdi Hudâ’nın sözünü,
O okurken seziyorlardı kitâbın özünü.
Özünün kimliği en zirve tevâzû ve vakar,
Arz-ı endâma o yeltenmedi hiç zerre kadar!

Sâde Kur’ân’dı bütün ufku, bu sevdâ ender,
Kanser olmuştu; zuhûr etti bir efsâne kader!
O vakit genç idi; «Heyhat» dediler doktorlar:
«Hâfızın geldi ecel vakti, ümit yok şu kadar!»
İnlemekteydi ölüm pençesi altında cılız,
O yiğit ten çöküverdikçe tükenmişti nabız.
Sıhhatinden yana yoktur dediler hiç muştu,
Bir gönül doktorudur, Hazret-i Sâmî koştu.
Baktı, bitmişti o hâfız, ecelin avcunda,
Hakk’a yalvardı; nasîb oldu özel lutf-i Hudâ.
Şükredip meshederek Hazret-i Sâmî’nin eli,
Dedi: «–Rahmet olacak ecri bu derdin, hayli.
Müjde hâfız! Bu azîz ümmete yıllar yılı hem,
Sen bu Kur’ân’ı tilâvet edeceksin nice dem.»
Oldu olmaz denilen, buldu devâ Hâfız-ı Hak,
Çünkü Kur’ân’da Hudâ der ki: Şifâ’dır mutlak!

Bu şifâ oldu onun rehberi, ömrün senedi,
Oku hâfız deseler, bir kere olmaz demedi.

Yaşlı devrinde ve hastaydı, eğirmişti çile,
Bezm-i hâfızlara gelmişti o zorlukta bile.
İki koldan tutuyorlardı, ayaklar sarkık,
Yollar aşmıştı bu ahvalde o, Kur’ân’a yanık!
Gördü hâfızları bir halkada tam yirmi iki,
O sönük gözleri bir anda, nasıl bir cam ki,
Daha nûr oldu hilâlden, mütebessim yüzde.
Hasta, ancak dizi üstünde mübârek, yine de,
Pür edeb, hâl-i tahiyyât, oturup mihrâba,
Daldı hâfızların alnındaki ak mehtâba.
Böyle güller gibi evlâtları gördükçe temiz,
Oldu her vech ile şâd, dinledi sessiz sessiz!
Fark edip hâlini, hiç kimse aşır istemedi,
Tam biterken cemiyet bir kişi birden, kendi:
«–Etseniz siz de tilâvet, dedi: Doysun bu gönül,
N’ola üstat, şakısın bir de yanık bir bülbül!»

Bir cılız ses; «–Peki yavrum!» dedi, büklüm vaziyet,
Sâde Hak bülbülü bir sesti o, gerçek meziyet!
Okumaktan yana lâ yoktu katiyyen, onda,
Mikrofon kondu hitâm aşrı için, en sonda:

Önce zorlandı, Eûzü’yle mırıldandı dili,
Sonra bir besmele, canlandı gönül kandîli.
Sanki hiç hasta değil hâlde, bir âyet okudu,
Dalgalandırdı bütün halkı, hidâyet dokudu.
Ne hüner! Sonra bir âyet daha: Nâr oldu sesi,
Oldu bambaşka alev, kubbede aşkın nefesi.
Ve bir âyet daha: Bir başladı feryâda yürek,
Taştı rahmet, iki dünyâda da ancak bu gerek!
Ve bir âyet daha: Yer-gök bu sedâdan dolayı,
Öyle bir çınladı, Allah dedi her can sarayı!
Ve bir âyet daha: Âlem buna devrân oldu,
Her şeyin sonrası, son perdesi seyrân oldu.
Ve bir âyet daha: Kavruldu gönüller köz köz,
Daldı deryâsına Hakk’ın, tutuşanlar göz göz!
Ve bir âyet daha: Haykırdı lisanlar yanarak,
Hû çekip Hay dedi Allâh’ı yürekten anarak!
Ve bir âyet daha: Herkes dedi Allâh, Allâh!
Dediler benzeri yok, misli de yok, tektir İlâh!
Ve bir âyet daha: Şahlandı bu engin heyecan,
Dinleyen çağladı lebbeyk ile hayran hayran!
Ve bir âyet daha: Her safta pınarlar aktı,
Gördü Peygamber’i mihrapta görenler, baktı!
Ve bir âyet daha: Ruhlar kapanıp secdelere,
Oldu kurban bu doyumsuz tadılan şâhesere!

Ve aşır bittiği an, canda kederler bitti,
Şüpheler bitti, gönülden sayısız gam gitti.
Dinleyip erdi cemâat, sayısız sırra o an,
Âdetâ gökte gülistâna delîl oldu cihân.

Bitmesin istedi canlar, bu semâvî düğünü,
Tüm anarken yüreğin feyze dalıp gördüğünü;
Bir yanık besmele yükseldi ki tekrar son tiz,
Yine bir canlı tilâvet, yeniden coştu deniz!
Ve bir âyet daha: Çalkandı derinden her saf,
Yine hıçkırdı duyanlar, dediler: Yâ Rab, af!
Ve bir âyet daha: Lâl oldu semâ, titredi arz,
Dinlemek Hazret-i Kur’ân’ı bu yüzden bize farz!
Ve bir âyet daha: Aksetti felekten yankı,
Şüphe yok, işte bu, Kur’ân’ı tilâvet farkı!
Ve bir âyet daha: Mest etti o bülbülde edâ,
Bir solist ağzı değil, aşk ile hürmette sedâ!
Ve bir âyet daha: Mîrâca kanatlandı Burak,
Elde Kur’ân, yaşa ey yolcu bugün yârına bak!
Ve bir âyet daha: Tattırdı ne müthiş lezzet,
Arza düşmüş kula tekrar, ne muazzam izzet!
Ve bir âyet daha: «Yâ Hak!» dedi diller, toptan:
İşte dîn, işte kitâb, işte dirilten derman!

İşte her âhı sarıp dindirecek doğru şifâ,
Tek ilâç, en ulu, Allah yolu, Allâh’a vefâ.
İşte çöl çöl, ateş altında da zümrüt çınarı,
Merhamet gölgesi, şefkat suyu, affın pınarı!
Hem de her mazluma her çâre, huzur düstûru,
Hem de her zulmü yenen sönmez adâlet nûru!
Hem de her yangını söndürmek için gözde hüner,
Ezelî mûcize Kur’ân, ebedî eşsiz eser!

İşte hâfız, iki dünyâda şefâat, işte,
Zor değil Rabbini görmek, sana ruhsat, işte!
Havz-ı kevser seni bekler, o kıyâmet sabahı,
Yüce Peygamber’e, ey komşuluğun seyyâhı,
Kaymasın lâkin ayak, zorlu hayât üstünde,
Her sokak, cadde ve yol, ince Sırât üstünde.
Düşmeden geçmek için Hazret-i Kur’ân’ı yaşa,
Yaşayan hâfızın ancak konulur tâcı başa!

Söyle ey taç, yüce idrâk ile pişsin hâfız,
Ölmez aşkıyla, şuûruyla yetişsin hâfız!
Bir de her emrine Kur’ân’ın o mecnûn olsun,
Tâ ki Allâh, onun ihlâsına memnûn olsun!
Bir fetihtir nice engel aşarak böyle sefer,
Bağrı hâfız dolu millet, kazanır gökte zafer!
Hele aldıkları gün, gönle semâdan alkış,
Budur îman dolu hâfızlara en şanlı nakış!

Budur ey can, yüce ahlâka misil lâzımsa,
Hastalıksız, içi sıhhatli nesil lâzımsa!
Ekenin, en çürümez meyvesidir mahşere dek,
Sen, bir âyet gibi bir sevgili hâfız daha ek!
Yetişir bir yeni hâfız diye, çırpın bir ömür,
Boş gidip nâr-ı cehennemde sakın olma kömür!
Yere gökten düşüşün, anla, nedir yükselişi,
Böyle Kur’ân’a sarılmak, kulun en doğru işi!
Bil ki ey kul, bu nasiptir sana sonsuz pâye,
Bu şereftir sana en kutlu mübârek gâye!
Bu yeter rûhun için en yüce rahmet olarak,
Bu çıkar karşına mahşer günü cennet olarak.

Oku Seyrî, yüce Kur’ân’ı bir âyet daha, sen,
Ölmeden dinle bir âyet daha, kurtul ebeden!
14 -16 Mayıs 2016 ; SANCAKTEPE / ESENLER / İSTANBUL