Diriliş Baharında, FETİH NESLİ YETİŞTİRMEK

YAZAR : Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

r_kocak_yuzakidergisi_mayıs2016

 

Kâinâtın yaratılışında ve devam etmesinde; günlerin, ayların ve mevsimlerin önemli vazifeleri bulunmaktadır. Gecelerin ve gündüzlerin birbirini takip etmesinde, ayların birbiri ardınca gelmesinde, karanlığın ve aydınlığın birbirini kovalamasında ibret alanlar ve akıl sahipleri için büyük dersler vardır.

Mevsimlerin deverânına bakan bir insan; Allah Teâlâ’nın kudret ve kuvvetini görerek, kendi ömür macerasını izlemek için büyük bir fırsat yakalamıştır.

Mevsimlerin ilki olan bahar aylarında; tüm mevcûdat yeni bir başlangıç yapmakta, yeniden dirilip, topraktan başlarını çıkararak bir doğum sahnesini âdeta bizlere seyrettirmektedir.

Yaz ayı, gençlik dönemini temsil eder. Tüm bitkilerin; boy verip yetiştiği, dal, budak salarak yapraklarını ve çiçeklerini büyüttüğü bu mevsimde, bitki meyve vermeye başlar. Bu meyveden hem kendi, hem de çevresindekilere fayda sağlar.

Sonbahar hazan mevsimidir. İnsan ömrü yavaş yavaş tersine dönmeye başlar. Ömrün sonuna doğru yürüyüşün başlangıcını temsil eder. Çoluk çocuk büyümüş, işler epeyce toparlanmış, dönüş hazırlığı başlamıştır.

Kış mevsimi ömrün son demidir. Akıl gider, güç kuvvet düşer, insan ilk doğduğu zamana doğru geri dönerek âdeta çocuklaşır ve karların yeryüzünü örtmesi gibi bir beyaz örtü ile bu dünyadan göçer gider.

Bir diriliş mevsiminin daha arifesindeyiz. Kâinâtın yeniden dirilmesi gibi, devletlerin de bahar dönemleri olmuştur. Mayıs ayı mevsim olarak; bizim için yeniden dirilmeyi temsil etmesinin yanında, hem inancımızın, hem de tarihimizin en önemli fethi olan, İstanbul’un fethinin yıl dönümü olması hasebiyle bizleri ayrıca heyecanlandırmaktadır.

Fetih; bir beldenin, bir coğrafyanın savaş ve çeşitli yollarla ele geçirilmesidir. Fetihte amaç, yıkmak, talan etmek, işgal etmek, yok etmek değil; aksine yeniden imar etmek, ihyâ etmek, inşa etmek, barış, huzur ve kardeşlik çerçevesi içerisinde halkın bir arada yaşamasını sağlamaktır.

Fetih; eline geçirdiği yerlerin maddî imkânlarına, sosyal ve kültürel değerlerine el koymak, onları kendi çıkarları doğrultusuna kullanmak değildir. Aksine; temsil ettiği inancı ve kültürü bu farklı coğrafyaya taşıyarak, bu değerleri bu yerin halkına sevdirmek sûretiyle kabul etmelerini sağlayan bir sistemdir.

Modern (!) çağda yaşanan savaşlara baktığımız zaman; maalesef bu fetih rûhunu görememekte, aksine hiçbir kuralın ve hukukun müsaade etmediği mazlum halka, çocuklara ve kadınlara kıyıldığını hattâ hastahâne gibi dokunulmaz olan yerlerin bile, yakılıp yakıldığına şahit oluyoruz.

Bugün yaşadığımız dünya; fetih değil işgal politikalarının artık revaçta olduğu, silâhların ve tüm imkânların, inşa etmekten ziyade imhâ etmeye yönelik olarak tasarlandığı bir hâl aldı.

Yeni yetişen nesillerde, fetih rûhunun yeniden canlandırılması için; öncelikle, merhamet ön plânda tutularak millî bir şuurun kazandırılması önemlidir.

Dünya üzerinde yaşayan mazlumların, yeni bir dirilişe ve yeniden toparlanmaya ihtiyacı vardır. Bu vazife bizim dışımızda, başka bir ülke veya millet tarafından yerine getirilemeyecek kadar hassas ve zor bir vazifedir. Bizim en büyük avantajımız, altı asır dünyaya adâlet ve merhametle hükmetmiş bir devletin bakiyesi olmamızdır.

Küllerin altında; üflendiği takdirde, yeniden ateşlenecek bir kor bulunuyor. Bu kor yeniden ateşlenirse sadece biz değil; dünyada mazlum, mağdur ne kadar insan varsa rahat bir nefes alacaktır.

Ancak bu ateş öyle kolay bir şekilde tutuşmayacak, bunun için çaba sarf etmek gerekecektir. Bu neslin yetişmesi için; gecelerinden, gündüzlerinden, mallarından ve canlarından ferâgat edecek yiğit insanlara ihtiyaç vardır. «Bir insandan ne olur?» diye düşünmeksizin, liyâkatli bir insanın yetişmesi için her türlü yatırımın yapılması sağlanmalıdır. Önce insan yetiştirmek gerekiyor. Çünkü bir insan hem müsbet mânâda, hem de menfî mânâda birçok değişime sebep olabilmektedir.

Bu mevzuda büyüklerimiz şöyle veciz bir söz söylemişler:

“Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek. On yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik. Ama yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir.”

İnsan yetiştirmek; kanaatimize göre, evvelâ iyi bir aile yetiştirmekle başlar. Evvelâ helâl kazanılmış lokma ile ev halkının beslenmesi, helâl yoldan yenen lokmanın tezâhürü olarak, helâl kelâmın ve muhabbetin tesis edilmesi, bu muhabbet neticesinde dünyaya gelecek çocukları dış dünyanın etkisinden koruyacak bir annenin mevcudiyeti, bir toplum için hazine değerindedir.

Anne; çocuk için bir ilk mektep olacak, çocuğuna benliğine, kâinâtın yaratıcısı olan Allah Teâlâ’nın emirlerini ilmek ilmek dokuyacak. Sonra ona vazifesini hatırlatacak, sadece kendi için yaşamayacağını, onun daha önemli vazifeleri olduğunu öğretecek, başkaları için yaşamayı öğretecek evlâtlarına. Çünkü başkaları için dert edemeyen, başkaları için yaşayamayan insanlardan; toplum adına, millet adına bir şey beklemek beyhûde bir çaba olacaktır.

Fetih nesli yetiştirmek, sadece tek alanda değil; askerî, siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomi alanında yetişmiş beyinler, liyâkatli ve ehliyetli idareciler eliyle olacaktır.

Millî ve mânevî değerlere dayalı bir eğitim sistemi olmazsa; fetih nesli değil, ancak diploma için yıllarını hebâ eden, mezun olunca hiçbir işe yaramayan kalabalık topluluklar ortaya çıkacaktır.

Üretmeyen, dert etmeyen, yük almayıp, yük olan insanlar; ne kendilerine, ne ailelerine, ne de içinde yaşadıkları toplumlara katkı sağlayamazlar.

En küçük bir meselede bile; kendisine nimet olarak bahşedilmiş îman nûru ile bakan, mahlûkāta merhametle yaklaşan, kalp hassâsiyeti yüksek nesiller yetiştirmeyi Cenâb-ı Hak bizlere nasip eylesin. Yetişen bu nesiller eli ile, dünyada mazlum ve mağdur insan kalmaması için yeni fetihler nasip etsin…