ÇÖLE İNEN NUR

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

m_canli_yuzakidergisi_nisan2016

Rûhum Sana âşık, Sana hayrandır Efendim!
Bir ben değil âlem, Sana hayrandır Efendim!

(Ali Ulvi KURUCU)

Bizleri Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gibi yaratılmışların en şereflisine ümmet olma lutfuna erdiren Rabbü’l-Âlemin’e sonsuz hamd ü senâlar olsun…

Ümmeti olmakla şeref ve izzet duyduğumuz biricik sevgilimiz, Gönüller Sultanı Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e sayısız salât ve selâm olsun…

«Çöle İnen Nur» rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK’in kaleme aldığı bir eserdir. Üstad, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatını konu edinen bu eserini ilk olarak 1952 yılında Büyük Doğu Mecmûasında; «Allah’ın Sevgilisi» ismiyle kısa bölümler hâlinde yayımlamış, ardından 1956 yılında «O» başlığı ile yayımlanmaya devam etmiştir. 1969 yılında ise eser; «Çöle İnen Nur» ismiyle nihâî şeklini almıştır.

Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; gerçekten çöle inen bir nur gibiydi. O’nun çölde nasıl nur gibi parladığını anlamak için, önce çöl ortamından yani câhiliyye döneminden kısaca bahsetmek uygun olacaktır.

O gelmeden önce, toplumun ekserîsi putperest idi. Tevhîdin kıblesi Kâbe’de 360 adet put vardı. Hattâ Safâ ile Merve tepelerine de putlar yerleştirilmiş, insanlar iki tepe arasına gidip geliyorlardı. Câhiliyye döneminde insanlar; fazîletli davranışlar sergilemek şöyle dursun, ahlâksızlığı bile ilâhî bir emir gibi telakkî ediyorlardı.

Adâlet diye bir şey yoktu. Güçlü olan haklıydı. Ezilen, köleleştirilen insanlar vardı. Hele kadının yeri pek aşağı idi. Bir kadın; ölen kocasından veya babasından bir hisse alamadığı gibi kendisi, ölenin miras eşyası olarak mirasçılara kalırdı.

Kısacası câhiliyye toplumunda nefisler tamamen azmış; kontrol, nefsin ve şeytanın eline geçmişti.

İşte böyle bir ortamda 571 yılının Rebîulevvel ayının 12. gecesinde çöle bir nur indi, Kâinâtın Efendisi Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dünyayı teşrif etti.

İslâm tarihi yazarları, Fahr-i Âlem Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in doğduğu gecede birçok fevkalâde hâllerin zuhur ettiğini yazarlar. Bu hâllerden olmak üzere Kâbe içerisinde bulunan putlar yüzüstü düşüp kırılmış, 1000 yıldan beri yanan ateşperestlerin ateşi sönmüş, Sâve Gölü kurumuştu.

Bu ve buna benzer fevkalâde hâller… Peki, önceki karanlık durumdan farklı olarak âlemde değişen sadece bunlar mıydı? O’nun teşrif etmesiyle ne değişti veya O neyi değiştirdi veya neyi neye dönüştürdü?

Evet, öncelikli olarak O’nun dünyayı teşrifiyle; unutulan, ihmal edilen, geri bırakılan tevhid inancı, yeniden ve güçlü bir sûrette tesis edilmiş, لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰه damgası yeryüzüne yeniden hâkim olmuştur. Zira peygamberlerin insanlığa verdikleri ilk mesaj, tevhid mesajıdır. Tevhid; Allah’tan başka ilâh olmadığına îmân etmek, gerçek ve mutlak anlamda O’ndan başka otorite tanımamaktır. Dolayısıyla tevhid; para, şehvet, makam gibi gönlümüzdeki bütün putları kırıp, hiçbir izi kalmayıncaya kadar ortadan kaldırmak ve yerine Allah -celle celâlühû-’yu yerleştirmek, yalnızca Allâh’a kulluk etmektir.

Bu bakımdan çöle inen nur; tevhiddir, لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰه’tır, tevhid merkezli yaşamaktır.

Çöle inen nur, yaratılmışların en şereflisidir. Serlevhâ hadîsimizde de belirtildiği gibi Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Âdem’den kıyâmete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanların efendisi ve en şereflisidir.

Çöle inen nur; «habîbullah»tır, yani yaratılmışların içerisinde Allâh’ın en sevdiği varlıktır. Allah Teâlâ O’nu sevmiş ve bütün kâinâta da sevdirmiştir.

Sultan II. Mahmud’un hanımı ve Sultan Abdülmecid’in annesi olan Bezm-i Âlem Vâlide Sultan’ın sık sık kullanmış olduğu mühründe kazınmış olan şu aşağıdaki ibâre, bu hususu ne kadar da güzel ifade eder:

Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?

Bunun içindir ki çöle inen nur, gönle inen nurdur. O sadece Allâh’ın sevgilisi değil, aynı zamanda gönüllerimizin sultanıdır. Mü’minler olarak biz O’na; «Gönüller Sultanı» deriz.

Çöle inen nur, çölü cennete çeviren bir güldür. Şair Seyrî bunu ne güzel dile getirir:

Çölde yangınları söndürdü o Gül,
Hem de cennetlere döndürdü o Gül.

Çöle inen nur; adâlettir, âdil olmaktır. Adâlet ise dînin en önemli esaslarından biridir. Rabbimiz bizlere adâletli olmamızı emretmektedir. Onun için müslüman, adâlet sahibi olmalı. En küçüğünden büyüğüne yönetici, âdil olmalı. Unutmayalım ki adâletin hüküm sürdüğü toplumlar huzurlu ve mutlu olur.

Çöle inen nur, insana değer vermektir. Bir gün Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile ashâbı birlikte otururlarken önlerinden bir cenaze geçiyordu. Fahr-i Kâinât Efendimiz hemen ayağa kalkarak cenazeye saygı göstermek istedi. Ashâb-ı kiram o cenazenin bir yahudi cenazesi olduğunu hatırlatınca, Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bütün insan hakları cemiyetlerine ders verircesine;

“Olsun o da insan değil mi?” buyurdu. (Müslim, Cenâiz, 78) Evet, O’nun dünyayı teşrîfiyle birlikte insanlık şerefi ayağa kalktı. O’nunla birlikte insan, olması gereken değere ulaştı.

O’nun için çöle inen nur, medeniyettir. Peygamberler medeniyet inşâ ederler. İslâm medeniyetinin bânîsi, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. O’nun dünyayı teşrîfi ile insanlar; medeniyet gördüler, medeniyet kurdular, edebi öğrendiler, cami medeniyetiyle tanıştılar, insan oldular, insan gibi yaşadılar.

İşte bu noktada çöle inen nur; insanı değiştiren, dönüştüren ruhtur. İnsanlık tarihinde insanı değiştiren, dönüştüren en büyük usta; Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Amerikalı hıristiyan yazar Michael Hart, dünyadaki en meşhur 20 bin kişiyi; kabiliyetleri, mücadeleleri, insanlık üzerindeki etkileri yönüyle değerlendirmiş ve bu araştırma sonrasında şu sonuca ulaşmıştır:

Tarihin gelmiş geçmiş en büyük ve en etkili şahsiyeti, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Bu sonucu da 1978 yılında yayınladığı; «Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100» adındaki kitabıyla bütün dünyaya ilân etmiştir.

Çöle inen nur, güzel ahlâktır. Şu bir gerçek ki O, yaratılmışlar içerisinde en güzel ahlâka sahip olandır. Âyet-i kerîmede de bu husus şöyle vurgulanmaktadır:

“Muhakkak ki Sen yüce bir ahlâk üzeresin.” (el-Kalem, 68/4) O’nun teşrif etmesiyle insanlar; güzel ahlâkı öğrendiler, güzel ahlâklı oldular. Unutulmamalıdır ki insanlar, Cenâb-ı Hakk’ın katında güzel ahlâkları ile yücelirler. Bu öneminden dolayıdır ki güzel ahlâk sahibi olan Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sık sık şöyle duâ ederdi:

“Allâh’ım! Yaratılışımı güzel eylediğin gibi ahlâkımı da güzelleştir.” (İbn-i Hanbel, I/403)

Çöle inen nur, merhamettir. O’nun teşrîfiyle âlem, nûra gark olduğu gibi merhamete de kavuştu. Nitekim Rabbimiz Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“(Ey Habîbim!) Muhakkak ki Biz Sen’i ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 21/107) Merhamet ki îmânın en önemli neticelerindendir. Merhametle îmân arasında sıkı bir bağ vardır; îman sahibi olan bir mü’min, merhametsiz olamaz. Bir yerde merhametsizlik varsa orada gerçek anlamda imandan bahsetmek zordur. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz.” (Hâkim, IV/185) buyurmaktadır. Hadîs-i şerîfin devamında da ifade buyurulduğu gibi mü’mini cennete koyan merhamet, sadece insana değil bütün mahlûkāta şâmil olan bir merhamettir.

Çöle inen nur, edeptir. Edep insanın süsü, edep insanın rûhudur. Çıkarın insandan edebi, ruhsuz beden gibi olur.

Çöle inen nur; ilimdir, bilgidir. İlim büyük bir otoritedir. İlim, insanı cennete götürür. Ama irfansız ilmin hiçbir değeri yoktur, hamallıktan başka bir şey değildir.

Onun için çöle inen nur, irfandır. İrfan edeptir, irfan estetiktir. İrfan aşktır, muhabbettir. İrfan amellerin rûhudur, irfan ihlâstır. Onun için hayata dönüşmeyen, aşktan ve ihlâstan mahrum bir bilginin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Bilâkis böyle bir ilim, insanı bırakınız cennete götürmeyi ancak enâniyete götürür Allah korusun. Üzülerek ifade edelim ki bugün irfan, rûhâniyet ve edepten mahrum nice ruhsuz, aşksız bilgi sahiplerinin ortalıklarda arz-ı endam edip ne büyük zararlar verdiklerini görmekteyiz.

Netice olarak Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; nasıl ki bundan 14-15 asır önce çöle nur gibi indi ise, aynı şekilde şu yaşadığımız çöl gibi hayata nur gibi yeniden doğmalı.

Gönüllerimize doğmalı, evlerimize doğmalı, toplumumuza yeniden doğmalı, kısacası O aramızda olmalı ve O’nu aramıza almalıyız.

Rabbimiz;

“Oysa Sen içlerinde iken Allah onlara asla azap etmez.” (el-Enfâl, 8/33) buyuruyor. Evet âyet-i kerîmede asıl olarak ashâb-ı kiram kastediliyor. Ama âyete geniş mânâ verilecek olursa diyebiliriz ki; eğer O, bizim gönüllerimizde, fert ve toplum hayatımızda yaşarsa yani O, aramızda olursa Allah bize azap etmez bi-iznillâh.

Peki, O’nu aramıza nasıl alacağız? Yaşadığımız hayatta her şeyimizi O’na benzeterek; O’nun gibi namaz kılarak; O’nun gibi yemek yiyerek, su içerek; O’nun gibi uykudan kalkıp, O’nun gibi uykuya giderek… Kısacası gücümüzün yettiği ölçüde O’nun gibi bir hayat yaşayarak, O’nu aramıza alabiliriz.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

Ey Rabbimiz! Bizleri; Sana lâyık kul, yaratılmışların en güzeline lâyık ümmet eyle!

Ey Rabbimiz! Bizleri, Kâinâtın İncisi Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kıymetini bilenlerden eyle!

Ey Rabbimiz! Bizleri, en güzel ahlâk sahibinin ahlâkıyla ahlâklandır!

Ey Rabbimiz! Bizleri; O’nu doğru bir şekilde anlayıp, doğru bir şekilde anlatabilenlerden eyle!

Ey Rabbimiz! Bizleri, en güzel yol olan Sünnet-i Seniyye yolundan ayırma!

Âmîn…