Dünya bir vahşeti yaşıyor; İNSANLIK MERHAMETİ UNUTTU!

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

m_a_esmeli_yuzakidergisi_mart2016

Unutkanlık ne kadar kötü!

Fakat unutulan, eğer merhamet ise, en büyük felâket!

Çünkü merhamet yoksa;

İnsan insan değil. Vicdan vicdan değil. Hayat hayat değil.

Merhamet yoksa;

Can sönüyor. Derman ölüyor. Harman işe yaramıyor. Devran şaşıyor. Uykular kaçıyor. Ummanlar bile çöl kesiliyor.

Merhamet olmayınca;

Îman, îman olmuyor. Müslümanlar hüsrana uğruyor. İnsanı ateşten koruyacak gül gibi kalkan da aleve dönüyor.

Evet, merhamet olmayınca;

Afrika, Irak, Filistin ve daha nice İslâm’ın mazlum beldeleri, viran ve harabe. İşte Suriye ne hâlde?

Merhametsizlikten dolayı bugün dünya arenası, ağır bir zulüm tablosu. O tabloya baktıkça gözler kan çanağı ve şu sualler peş peşe:

Yavru kundakta kül olmuş, hani insan nerede?
Kıyma hâlinde cesetler, görecek can nerede?

Kimsesiz, hür vatanından kovulan mazlumlar,
Savrulurken soruyor sâdece: Vicdan nerede?

Çâresiz yurdu harâb eyledi zulmün virüsü,
Taştı efgān, ovalar kan gölü, derman nerede?

Bir kemik hâlde bedenler, kemiren açlıktan,
Var mı imdâd edecek duygulu harman, nerede?

Bomba altındaki yalnızlığı, hüsran yüreğin,
Acabâ derde yığınlar dolu devran nerede?

N’eyler enkazda garip, yardıma koşmak da yasak,
Haydutun keyfini hiç var mı kaçırtan, nerede?

«Merhamet bilmeyen insanlara bak yâ Rabbî!»
Yaktı insanlığı birden, yedi umman nerede?

İnliyor hasta, perîşan, nice mâsum yaralı,
Ağzı şefkat üfürenler, yine yan yan nerede?

Kuzu postunda azıtmış canavar güçlerden,
Halkı sağ kurtaracak dağ gibi îman nerede?

Öyle dehşet, yaşanan vahşeti dünyânın aman,
Yaktı mâbedleri kâfir, ya müselman nerede?

Nerde şart, arzulanan cennet için ey Seyrî?
Kor ateşten koruyan gül gibi kalkan nerede?

Hepsinin özü;

Beşeriyet âleminde merhamet nerede?

İnsanlık nerede?

Devran sanki tersine döndü ve tekrar câhiliyyet dönemi başladı. Vahşetin maharet sayıldığı, vicdanların kuruduğu bir dönem. Rasûlullah Efendimiz’in bize tebliğ ettiği kıyâmet alâmetlerinden biri bu.

Eyvah;

İnsanlık insanlığa vedâ etti, şeref ve şânını kaybetti, çünkü merhameti unuttu.

Eyvah;

Zalim canavarlar, masum kitleleri paramparça ediyor. Tüm cihanın bütün devleri de buna sadece seyirci kalıyor. Çünkü hepsi de, merhameti unuttu.

Eyvah;

Bir köpek balığını kurtarmak için pek çok insanla beraber neler neler seferber edenler, bombalar altında can verenler için kıllarını bile kıpırdatmıyorlar. Çünkü merhameti unuttular.

Eyvah;

Huzur bencilliğe bağlandı. Rahat tembelliğe kapılandı. Akıllar ve gönüller, oportünist ve pragmatist felsefelere boğuldu. Çünkü merhamet unutuldu.

O unutulunca da;

Zevk u safâ içinde yaşayanlar, savaşların ortasında mahvolan, harap olan ve dünyanın dört bir yanına yuvarlanan mazlumlar, masumlar, kimsesizler, garipler, muzdaripler ve muhtaçlar karşısında duyarsızlaştı, hissizleşti. Karıncaları bile ağlatan acı manzaralar önünde bile kaskatı kaldı. Lâkayt durdu.

Bu donukluk ve lâkaytlık, yıllar öncesinden Mehmed Âkif’i, toprağa serilmiş cansız bedenler karşısında mahcubiyet içinde isyan ettirdi. Arsız zalimlere, dîni karalayan kasıtlı gafillere, dışı göz kamaştırırken içi leşten beter olan kimselere karşı gösterilmesi gereken tavrı tek kelimeye sığdırdı:

‒Tükürün!

Perişan cesetlerini toprakta bırakarak semâya yükselen ruhlara seslendi:

Ey, bu toprakta birer na‘ş-ı perîşan bırakıp,
Yükselen, mevkib-i ervâh! Sakın arza bakıp;
Sanmayın: Şevk-ı şehâdetle coşan bir kan var…
Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var!..
Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdârımıza!
Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza!
Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark’ın, tükürün!
Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün Ehl-i Salîb’in o hayâsız yüzüne!
Tükürün onların aslā güvenilmez sözüne!
Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün:
Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!
Hele îlânı zamânında şu mel‘un harbin,
«Bize efkâr-ı umûmiyyesi lâzım Garb’ın;
O da Allâh’ı bırakmakla olur!» herzesini,
Halka îman gibi telkîn ile, dînin sesini
Susturan aptalın idrâkine bol bol tükürün!..
Yine hicrân ile çılgınlığım üstümde bugün…

Yüz sene önce yazılan bu sancılı satırlar, hâlâ aynı sahnelere ve gerçeklere şahit.

Müslümanlara revâ görülen zulümler, iki yüz yıldır devam ediyor bütün acımasızlığıyla. Bu bir medeniyet midir? Acımasızlığı kendilerine medeniyet yapanlara hangi tabiri kullanmalı? Bütün hâlleri, insan sûretinde canavar câhiliyyet. Çünkü merhameti unuttular.

Bin dört yüz küsur sene önceki Câhiliyyet Dönemi ile bugünkü câhiliyyetin tek farkı, geometri. Yapıların değişen geometrisi. Giysilerde ve coğrafyalarda da değişiklik var. Fakat vicdanlar, aynı gaddarlık içinde. Müslümanlarda da ihlâs ve takvâ kaybolunca, câhiliyyet erbabına gün doğdu. Çünkü merhamet unutuldu.

Kaba kuvvet alkışlandı, zayıflar dışlandı. Güçsüzler linç edildi. Çünkü merhamet unutuldu.

Hâlbuki;

Hazret-i Peygamber, dünyaya bir merhamet peygamberi olarak geldi. Merhameti tesis etti. Merhametle yaşadı. Merhametten hiç ayrılmadı. Merhamete yöneltti. Malûm; O’nun sayısız orduları yoktu. Hazineleri de yoktu. En büyük hazinesi illâ merhametti. Etrafında da daima O’ndaki eşsiz merhamete koşan garipler, yalnızlar, kimsesizler ve köleler vardı. Efendimiz j, o zayıf ve âciz kullarla, bütün dünyada muazzam bir çığır açtı. Çünkü bütün daveti; merhamete ve rahmeteydi, hak ve hukukaydı.

Dünya şimdi;

Yine o merhameti arıyor.

O emsalsiz rahmeti, o hiç şaşmayan hak ve hukuku arıyor.

Cûdî Efendi’nin yıllar önce aynı vaziyette haykırdığı;

“‒Kalk ey insanlığın efendisi, kıyâmet kopmaktadır!” ifadeleriyle arıyor.

Bütün mesele;

Dünyaya tekrar merhameti hatırlatmak ve öğretmek.

Çünkü;

Merhameti öğrenen bir Ömer, bütün vahşî duygularından arındı. Öyle arındı ki adâletiyle ve şefkatiyle meşhur bir halîfe oldu. Önceleri kızını gömen gaddar bir babaydı. Sonra;

Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i ilâhî sorar Ömer’den onu!

diyen ve yüreği merhametle çarpan bir ehl-i gönül oldu.

Hâsılı;

Onu Hazret-i Ömer yapan sır, merhamettir.

Adâletinin de yegâne terazisi, merhamettir.

İnsanlığı kurtaracak olan ruh, merhamettir.

Yavrulara kabir değil kundak uzatan yüce el, merhamettir.

Savaşları gerçekten durduracak olan da ancak merhamettir.

Her yana sıçrayan gözyaşlarını ve kanları silecek olan mendil, merhamettir.

Ne mutlu merhamet erbabına!