VELİYYULLAH Fİ’L-ARZ
YAZAR : Ömer Sami HIDIR samihidir@gmail.com
BAŞKÖŞE NERESİ?
Celâleddin Karatay, Konya’da yaptırdığı medresenin açılışı için büyük bir cemiyet tertiplemişti. Zamanın büyük âlim ve meşâyıhı da davetliler arasındaydı.
Karatay, yürüttüğü sultan nâibliği ile mevkî olarak devletin en başındaki bürokrattı. Davete gelen Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri’ni de alıp, Karatay ve büyük müderrislerin bulunduğu kısma çağırdılar. Şems-i Tebrizî ise bu protokole alınmamış, kapının dibinde kalmıştı.
Hazret-i Mevlânâ’nın nereye oturtulacağı mesele olunca, bunca ulemânın bir araya geldiği meclislerin âdetince ortaya bir tartışma mevzuu çıktı:
“–Başköşe neresidir?”
Herkes birtakım cevaplar verdi. Sıra Mevlânâ Hazretleri’ne gelince;
“–Âlimlerin başköşesi sofanın ortasıdır. Âriflerin başköşesi evinin köşesidir. (Onların şöhretle, itibarla işi yoktur.) Sofîlerin başköşesi ise sofanın kenarıdır (Hizmet için kapının dibinde otururlar). Âşıkların başköşesi dostun yanıdır.” dedi ve gidip kapının kenarındaki Şems’in yanına oturdu.
Bu hâtıraya vesile olan Celâleddin Karatay’dan bahsedeceğiz bu yazımızda:
Mevlânâ Celâleddîn’in muâsırı ve adaşı olan bu Celâleddin de bütün hizmetleri en sevgilinin gönlüne girmek için, O’nun rızâsına nâil olmak için yapan bir kimseydi. Karatay’a ferman ve menşurlarda; bir unvan değil, samimî bir ifade olarak; «veliyullah fi’l-arz: Allâh’ın yeryüzündeki velîsi/dostu» diye hitap edilirdi. Onun tevâzu ve mahviyetine misal için anlatılır ki:
GÖRMEYEYİM!
Celâleddin Karatay, Elbistan yolu üzerinde büyük bir kervansaray yaptırır. İnşası tamamlanınca onu görmek için Kayseri’den hareket eder. Lâkin yaklaşınca gönlüne bir hâl gelir. Yaptırdığı kervansarayın o büyük binalarını görünce gönlüne kibir düşer de; «sevap işlerinden geri kalırım» diye düşünerek geri döner. Vefatına kadar da zamanında eşi bulunmayan bu muhteşem eseri görmez. Aynı eserin hesap masraf defterleri kendisine getirildiği zaman, artan bakiyeyi görünce sevinmez. Hemen; «Acaba alacağı olan kaldı mı?» diye araştırılması emrini verir. Sonra da defterleri yaktırır. Kitâbesine de adını yazdırmadığı bu eseri, onun yaptırdığı ancak vakfiyeden ve tarihî eserlerden anlaşılabilmiştir.
Celâleddin Karatay başka rivâyetler olsa da muhtemelen Selçuklu’nun Enderûn’u vasfındaki gulâmhânede yetiştirilmiş bir devşirmedir. Burada aldığı eğitim sayesinde kısa sürede Sultan Alâeddin Keykûbad’ın en yakın adamlarından biri olur. Tahta çıkışından ölümüne kadar hazarda ve seferde bu büyük Sultan’ın hizmetinden ayrılmaz. Anadolu Selçuklu Devleti bu dönemde en parlak yıllarını yaşamış, Karatay da Sultan’ın yanında önemli siyâsî ve içtimâî tecrübeler kazanmıştır.
Alâeddin Keykûbad’ın ölümünden sonra bir süre devlet işlerinden uzak durmuştur. Tahta çıkan II. Gıyâseddin Keyhüsrev Kösedağ Savaşı’nda İlhanlılara yenildi ve Anadolu için kâbus başladı. Ülke büyük bir Moğol baskısı altına girdi. Bunun üzerine, Karatay, vazifesine geri dönmüştür. Ayrıca hazine-i hâssa emirliğine getirilmiştir. Bu dönemde ülkenin çeşitli yerlerine kervansaraylar inşa ettirmiş, masrafları için vakıflar kurmuştur.
II. Gıyâseddin Keyhüsrev’in vefatından sonra, Anadolu Selçuklu Devleti tarihine, tecrübe ve zekâsıyla Celâleddin Karatay damga vurmuştur, diyebiliriz.
II. Gıyâseddin Keyhüsrev, Gürcü melîkesinin kızından olan en küçük oğlu Alâeddin Keykûbad’ı veliaht tayin etmişti. Lâkin şehzadenin, annesinin tesiri altında kalacağını düşünen Muhammed el-İsfahânî, Celâleddin Karatay, Has Oğuz gibi dönemin güçlü devlet adamlarının desteğiyle ile tahta, büyük şehzade II. İzzeddin Keykâvus çıkarıldı. Karatay da nâib-i saltanat tayin edildi. Bu gelişme Moğol baskısı altındaki Anadolu’nun nisbeten ferahlamasına sebep oldu.
Moğol saldırılarıyla birçok ahî öldürülmüş veya esir edilmiş; Kayseri’ye yapılan saldırılar sırasında «Ahîler»in pîri olarak kabul edilen Ahî Evran da hapsedilmişti. Celâleddin Karatay umumî bir af çıkararak hapisteki Ahîleri ve Ahî Evran’ı serbest bırakmıştır. Ahî teşkilâtı Karatay’ın da destekleri ile Anadolu’da faaliyetlerini hızla arttırmıştır.
Karatay, tasavvuf erbabına maddî-mânevî destek vermiş; Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmi, Fahrüddîn-i Irâkî ve Evhadüddîn-i Kirmânî gibi ilim ve tasavvuf erbabı da Moğolların bu coğrafyada oluşturdukları yıkımı; tasavvuf, ilim ve edebiyat ile telâfi etmeye çalışmışlardır.
Hazret-i Mevlânâ da mektuplarında, onunla ilgili olarak;
“Mukarreb meleklerin sıfatıyla sıfatlanmış hayır ve insaf madeni, padişahlarla sultanların en yakını… Mazlumların yardımına koşan millet ve din Celâli…” şeklinde methedici sözler kullanır.
Celâleddin Karatay’ın tarihimize belki de en büyük hizmeti ise II. İzzeddin Keykâvus ile Moğolların desteğini alan ortanca ve küçük kardeşi arasında muhtemel bir bölünme ile sonuçlanacak iç savaşın önüne geçmesidir.
BİR TAHTTA ÜÇ KARDEŞ
II. İzzeddin Keykâvus’un kardeşi IV. Kılıçarslan, İlhanlı Hükümdarı Güyük Han’ın cülûs merasimine katılmak üzere gittiği Moğolistan’dan sultanın azledildiğini bildiren bir ferman ve Moğol ordusunun bir kısmıyla döner. İhtilâfa en küçük kardeş de katılınca ülke bir iç savaşa doğru sürüklenir. Celâleddin Karatay nüfuz ve gayretleriyle hâdiseye müdahale eder. Böylece kardeşler arasındaki ihtilâfları giderir. Aynı zamanda onları tahrik ederek şahsî ihtiraslar peşinde koşan beyleri de bertaraf eder.
Büyük kardeş dururken küçüğün sultan olması örfe uygun değildir. Büyük devlet adamı, bir çözüm bulur: Üç kardeşin birden tahta çıkarılmasını teklif eder. Müzakereler sonucu üç kardeşin birlikte saltanat sürmeleri temin edilerek devletin parçalanması önlenir.
Üç kardeşin hüküm sürdüğü bu dönemde, Celâleddin Karatay; atabeylik* mevkiine geçmiştir. Vefatına kadar kaldığı bu makamda kardeşler arasında geçimsizliğe meydan bırakmamış, devlet adamlarının onları menfaat ve ihtiraslarına vasıta kılmalarını önlemiştir. Nitekim kardeşlerin birlikte hüküm sürmeleri ancak o hayattayken kābil olabilmiş ve Karatay’ın vefatından sonra tekrar dirlik ve düzen bozulmuştur.
Celâleddin Karatay 1254’te Kayseri’de, vefat etti. Bu esnada Keykâvus, Moğol hükümdarı Mengü Han’ı ziyaret etmek üzere yola çıkmıştı. Sivas’ta iken durumu öğrenince, memleketin başsız kaldığını görerek geri döndü. Karatay’ın cenazesi Konya’ya getirilerek medresesinin yanındaki türbede defnedildi.
Moğol müdahale ve baskılarının en yoğun olduğu bir devirde devlete sahip çıkan, ülkede dirlik ve düzeni sağlamak için samimiyetle çalışan, mutasavvıflarla el ele İslâmiyet’in yayılmasına gayret eden Karatay; dindar, ahlâklı, hayırsever, firâsetli ve güçlü bir devlet adamı olarak tarihimize geçmiştir.
_______________
* Atabey, Selçuklu Devleti’nde şehzadeleri eğitip yetiştiren yüksek rütbeli memurlara verilen unvandır.