RÜZGÂRIMIZ GİTMESİN
Milletlerin gelişmelerini ve yükselmelerini temin eden âmillerin başında hiç şüphesiz birlik ve beraberlik gelir. Birlik ve beraberliğin korunup devam ettirilebilmesi de bizim; birbirimizi iyi anlamamıza, dînî ve millî bütünlüğümüzü muhafaza etmemize bağlıdır. Şunu da kesin olarak kabul etmemiz lâzımdır ki; süratle değişmekte olan devletler arası hâdiselerin dünya sulh ve sükûnunun hangi istikamete doğru sürükleneceğinin kesin olarak bilinemediği böyle kritik bir zamanda, dînî ve millî bütünlüğe olan ihtiyacımız, başka zamanlarla mukayese edilemeyecek kadar artmış vaziyettedir. Bu birlik ve beraberlik de Kur’ân etrafında gerçekleşmelidir. Dünyanın en önde gelen ilim ve fikir adamlarının her geçen gün karşısında boyun eğdikleri mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerim bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“(Ey îmân edenler!..)
Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat edin.
Birbirinizle çekişmeyin.
Sonra;
◆Korku ve zaafa düşersiniz;
◆Rüzgârınız (kesilip) gider.
Bir de sabr (u sebat) edin.
Çünkü;
Allah -celle celâlühû- sabredenlerle beraberdir.” (el-Enfâl, 46)
Bu ilâhî mesaj, Cenâb-ı Hakk’ın ve O’nun yüce Rasûlü Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e itaat etmeyi emrettikten sonra; «Birbirinizle çekişmeyin!» buyurarak biz müslümanları dînî ve millî birlik ve beraberlik rûhunu zedeleyici her türlü davranıştan men ediyor. Birliği bozmayı yasaklıyor. Çünkü birlik ve beraberliğin bozulması, yıkılmaya sebeptir. Bugün dünyaya baktığımız zaman; İslâm ülkeleri arasındaki bu dağınıklık yüzünden müslümanlar, dünyanın her yerinde gayr-i müslimlerin zulmüne maruz kalmaktadırlar. Bununda sebebi birlik ve beraberliklerini muhafaza edememeleri ve çekişme hâlinde bulunmalarıdır.
Birliğin ve beraberliğin şuur hâline gelmediği milletler; kuvvetten düşer, düşmanlarına karşı dayanma gücü gösteremez. Bu noktadan baktığımızda, millet olarak bizim de çok dikkatli olmamız gerekmektedir. Milletimize düşmanlık besleyenler, kendi emellerinden vazgeçmiş değillerdir. Bilâkis daha da hırçınlaşmış bir şekilde üzerimize gelmektedirler. Özellikle bu durum son zamanlarda daha net görünür vaziyettedir. Dışarıdan silâh gücü ile umduklarını bulamayanlar; ülkemizin içinde fitne ve fesat tohumları saçarak; «Sen-ben» diyerek; «Türk-Kürt» diyerek; «Alevî-Sünnî» diyerek birliğimizi, beraberliğimizi bozmayı ve mâneviyat cephemizi çökertmeye yönelmişlerdir. Şimdi çok daha dikkatli ve uyanık olmamız gerekmektedir. Çünkü bizi bölüp ve parçalamak isteyen canavarlar, kuzu postuna bürünmüşlerdir.
Düşmanların milletimizi çökertme plânlarının içinde; «Böl, parçala ve yut!» taktikleri vardır. Bizler bu oyuna gelmemeliyiz. Ekmek bile parçalanıp lokma hâline getirildikten sonra yutulur. Milletimiz de gücünü, kuvvetini, birliğini ve beraberliğini, mâneviyatını yekvücut hâlinde muhafaza ederse, hiçbir zaman bizi hâin emellerine âlet edip yutamayacaklardır.
Son zamanlarda ülkemizde bu bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin yaygınlaştığına şahit olmaktayız. Maalesef bugün bazı iç mihraklar da bilerek veya bilmeyerek, dış güçlerin oyunlarına gelerek, ülkemiz üzerinde sürdürülen yıkım faaliyetlerine çanak tutmaktadırlar. Oysaki biz aynı cephede birlik ve beraberlik içerisinde, nice muharebelerden galip olarak çıktık. «Çanakkale geçilmez!» dediren rûhun sahibi bizim milletimizdi. İstiklâl mücadelesini veren rûhun sahibi yine bizim milletimizdi. Tarih buna çok defa şahit olmuştur. Öyleyse bu rûhu korumak durumundayız. Onun için de Sevgili Peygamberimiz’in şu hadîsine kulak vermeliyiz:
“Ashâbım!
Birbirinize buğz (düşmanlık) etmeyiniz!..
Birbirinize haset etmeyiniz!..
Birbirinizden (yüz çevirip) ayrılmayınız!..
Ey Allâh’ın kulları!..
Birbirinizle kardeş olunuz!..
Bir müslümanın din kardeşini üç günden fazla bırakması (küs durması) helâl değildir.” (Buhârî, Edeb, 57)
Görüyoruz ki; dînimiz birlik ve beraberliği, barış ve kardeşliği, dînin ve milletin bekâsının temel taşlarından saymaktadır. Milletin iç bünyesinde; huzur, âsâyiş, birlik ve beraberlik olmayınca iç kavgalar ve anarşi kol gezer, kimse yarınından emin olamaz. Hattâ vatanın ve milletin istiklâli tehlikeye düşer. Tarih boyunca yıkılan milletler, iç çekişmeler sebebiyle yıkılmışlardır. Nitekim millî şairimiz Mehmed Âkif bu gerçeği şöyle dile getiriyor:
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.
Yüce dînimiz İslâm; karşılıklı sevgi ve saygı içinde olmayı, bölücü ve parçalayıcı olmaktan uzak bulunmayı emreden yegâne dindir.
Mevlânâ diyor ki:
“Sevgi; acıyı tatlıya, toprağı altına, hastalığı şifâya, zindanı saraya, belâyı nimete ve kahrı rahmete dönüştürür.”
Tarihte, yaşanmış bir fitne ve düşman ihânetinin nasıl bir hâin netice ortaya çıkaracağını şu misalle anlatalım:
Evs ve Hazrec diye Medine’de iki kabîle vardı. Bu kabîleler İslâm dîni gelmeden önce birbirleri ile yüz yirmi sene savaşmışlar, İslâmiyet sayesinde ve Efendimiz’in sulha kavuşturmasıyla kardeş olmuşlar ve aralarındaki kavgaya son vermişlerdi. Her iki kabîleye mensup bir grup müslüman, birbirleriyle güzel güzel sohbet ediyorlardı. Bu güzel ortamı gören azılı münafıklardan olan Şas bin Kays adındaki münafık, kendi kendine;
“Eğer bunlar, birbirleri ile kardeş kardeş geçinirse, bizim burada rahat barınmamıza imkân kalmaz.” diye düşündü. Müslümanca yaşayan bu kabîlelerin arasını açmak ve onları yeniden kavgaya sürüklemek maksadı ile bir fitne ve fesat plânı tasarladı. Bunu gerçekleştirmek için de bir yahudi gencini çağırdı ve orada oturup kardeşçe sohbet eden müslümanlara eskiden aralarında geçen savaşları hatırlatarak onları birbirine düşürmesini istedi. Genç, aldığı emri yerine getirdi. İki kabîle arasında geçen Buas Harbi’nden söz açarak eski yaraları kurcaladı. Bunun üzerine iki kabîleye mensup müslümanlar, eski günleri hatırlayarak galeyâna geldiler. Birbirlerine kırıcı sözler söylemeye başladılar. Derken tartışma büyüdü. Her iki taraf da;
“Silâhlara! Silâhlara! Harre meydanında buluşmak üzere…” diyerek harekete geçtiler. Böylece iş silâhlı bir çatışma noktasına geldi.
Durum çok vahim idi. Düşmanlıkları unutup samimî din kardeşi olanlar, dostça sohbet edenler, şimdi bir İslâm düşmanının tahriki ile tuzağa düşmüş ve birbirlerinin kanını dökmek için karşı karşıya gelmişlerdi.
Kanlı bir çatışma çıkmak üzere iken, durumu haber alan Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir grup ashâbı ile hemen oraya geldi ve onlara şöyle hitap etti:
“Ey müslüman topluluğu! Bu yaptığınız nedir? Allah -celle celâlühû- sizi İslâm ile hidâyete erdirdikten ve sizi küfürden kurtarıp kardeş yaptıktan sonra yine küfre mi dönmek istiyorsunuz?”
Peygamberimiz’in bu nasihati üzerine kabîleler, şeytanın oyununa ve düşmanlarının tuzağına düştüklerini anladılar. Silâhlarını atıp ağlayarak birbirleri ile kucaklaştılar ve Peygamberimizle beraber oradan ayrıldılar.
Böylece Şas bin Kays adındaki İslâm düşmanının müslümanları parçalama plânı bozulmuş oldu. İslâm tarihi incelendiği zaman görülür ki, müslümanları birbirine düşürüp bölmeye çalışan İslâm düşmanı Şas bin Kayslar hiçbir devirde eksik olmamış, sadece isimler değişmiştir. Çünkü düşmanın hedefi birdir. Bugün aynı dînin mensupları, aynı vatanın evlâtları olan kardeşlerin arasına nifak tohumları saçarak milletimizi bölmeye yönelik yazılan senaryolar, oynanan oyunlar budur. Bizi dünyada ve âhirette hüsrana sürükleyecek olan düşman tuzağına sakın aldanmayalım. Birlik ve beraberliğimize zarar vermeyelim ve bu beraberliğin kıymetini iyi bilelim. O zaman düşmanlar ve fitne-fesatçılar fırsat bulamayacaklardır.
Yüce Rabbimiz bizleri birlik ve beraberlik içinde olup, millî ve mânevî duygularla bu vatan toprakları üzerinde ebediyyen huzurla yaşamaya muvaffak eylesin…
Âmîn…