KAPI KAPI GEZSEM

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

m_hidir_1_yuzakidergisi_ocak2016

Sûfî Ebû Ali Dekkâk, Nişâbur’da doğdu. Horasanlı Nasrâbâdî’ye intisâb ederek tahsile başladı. Arapça, hadis ve Şâfiî fıkhı okudu. Bir süre sonra Merv’e giderek Ebü’l-Heysem Muhammed el-Küşmîhenî, Ebû Bekir el-Kaffâl el-Mervezî ve fakih Ebû Abdullah Ali el-Hıdırî’den hadis ve Şâfiî fıkhı okudu. Ebû Ali Muhammed b. Amr eş-Şebbûyî el-Mervezî’nin teşvikiyle vaaz vermeye başladı. Uzun süren vâizlik döneminden sonra seyr u sülûkunu tamamladı ve münzevî bir hayat yaşamaya başladı.

Ebû Ali Dekkâk çok tesirli bir hitabet kabiliyetine sahipti.

Abdülkerîm el-Kuşeyrî; maliye memuru olmak için geldiği Nişâbur’da, Ebû Ali Dekkâk ile tanıştıktan sonra memuriyeti bırakıp ondan ilim tahsiline başladı ve kızı ile evlendi. Kuşeyrî, Risâlesi’nde, Ebû Ali Dekkâk’ın sözlerine de yer verir.

Ebû Ali Dekkâk, uzun bir müddet hastalık çektikten sonra 1015’te vefat etti.

***

Nakledildiğine göre İmam Kuşeyrî, Ebû Ali Dekkâk Hazretleri’ni vefatından sonra rüyasında gördü. Üstâdı son derece mahzun olup gözyaşı döküyordu. İmam Kuşeyrî sordu:

“–Efendim, niçin muzdaripsiniz, yoksa tekrar dünyaya mı dönmek istiyorsunuz?”

Ebû Ali Dekkâk şu cevabı verdi:

“–Evet! Tekrar dünyaya dönüp, her gün tek tek hâneleri dolaşarak kapılarını çalmak ve;

«Ey insanlar! Sakın Kerîm olan Rabbinizden gafil kalmayın! Siz nasıl sonsuz bir kudretten gafil kaldığınızın farkında mısınız?!.» diye ikaz etmek istiyorum. Onlara, insanın, nereden gelip nereye gittiğini mutlaka bilmesi gerektiğini iyice tembihlemeyi arzu ediyorum!”

m_hidir_2_yuzakidergisi_ocak2016

TALİH BİZDE DÜZELMEZ

Sultan III. Mustafa, 28 Ocak 1717’de Edirne’de doğdu. Şehzadeliğinde iyi bir eğitim gördü. Dînî ilimler, edebiyat, tarih, coğrafya derslerini ve askerî bilgileri devrin meşhur âlimlerinden tahsil etti.

1757’de tahta çıkan III. Mustafa’nın ilk icraatları, geniş kitleleri memnun edecek hamleler oldu. Hac yolunun güvenliğini sağlamak üzere tedbirler aldı.

Süveyş’te kanal açmayı düşündüyse de buna muvaffak olamadı. Bir asır sonra Süveyş Kanalı’nı açan İngilizler, bu kanaldan oldukça fazla menfaat elde etti. Bunun yanında Sakarya Nehri’ni Sapanca Gölü üzerinden İzmit Körfezi’ne bağlamak gibi projeleri de vardı.

Sultan III. Mustafa, 21 Ocak 1774’te vefat etti. Kabri, İstanbul Laleli’deki türbesindedir.

***

Sultan, İkbâlî ve Cihangir mahlâsları ile manzûmeler yazdı. Devrinin şartlarını ve havasını şu kıt‘asında veciz olarak ifade eder:

Yıkılupdur bu cihan sanma ki bizde düzele,

Devleti çarh-ı denî verdi kamu mübtezele,

Şimdi ebvâb-ı saâdette gezen hep hazele,

İşimiz kaldı hemen merhamet-i Lem-yezel’e.

“Bu dünya yıkılmaktadır ki, bizde düzelir sanma. Alçak talih, devleti bütünüyle aşağılıklara verdi. Şimdi saâdet kapılarında (devlet hizmetlerinin büyükleri) gezen hep yüzsüz bayağılardır. İşimiz, sonu olmayan Allâh’a kaldı.”

Sadrâzamı Koca Râgıp Paşa’nın padişahın kıt‘asına verdiği cevabî beyit şudur:

Feleğin devri mutâbık yine bezm-i ezele,

Verdi Hallâk-ı Cihan mübtezeli mübtezele.

Beytin mânâsı:

“Dünyanın dönüşü yine öncesine uygundur. Dünyayı yaratan (Allah), aşağılık (kişileri) bayağı (insanlara) verdi.” (Mehmet KARAARSLAN, İmparatorluğun Hikâyesi, s. 201)

m_hidir_3_yuzakidergisi_ocak2016

ZAMANSIZ YARDIM İSTEĞİ

Hiciv ve kasîdeleriyle ünlü dîvan şairi Nef‘î, 1572 yılında doğdu. Asıl adı Ömer olup Erzurum’un Pasinler (Hasankale) ilçesindendir.

Genç yaşta şiirle ilgilenen Nef‘î, eğitim hayatına Pasinler’de başladı, Erzurum’da devam etti. Bu arada Farsça öğrendi. «Nef‘î» mahlâsı şaire Gelibolulu Âlî tarafından verildi.

Nef‘î, sunduğu kasîdelerle kısa zamanda şöhret kazandı.

Sert kişiliği sebebiyle, insanlarla kurduğu münasebetleri devam ettiremedi. Yakın dostları dâhil, insanları rencide edecek derecede hicivler yazmaktan geri durmadı. Hırçın kişiliği ve davranışları, aşağılayıcı hicivleri gözden düşmesine yol açtı. Kıskançlıklara sebep olan şöhretinin de tesiriyle büyük sıkıntılar yaşadı.

Nef‘î hicivleri yüzünden Ocak 1635’te idama mahkûm edildi. Bayram Paşa tarafından saray odunluğunda boğdurulup cesedi denize atıldı.

***

Dönemin sadrâzamının bir erkek çocuğu olur. Adamcağız sevincinden bu hâdiseye tarih düşürmek ister. Birinci mısra olan «kudûmuyla (gelişiyle) sevindirdi atasını» kısmını söyler fakat ikinci mısrayı bir türlü bulamaz. Vakit gece yarısını geçmiştir. Uzun uğraşlar netice vermeyince Nef‘i’yi çağırmaya karar verip bir adam gönderir.

Nef‘î gecenin bir yarısı konağa gelir:

“–Beni emretmişsiniz Paşa Hazretleri, buyurun.” der.

Paşa, Nef‘î’yi görünce:

“–Bu gece vakti seni rahatsız ettik. Ellerinden öper, bir çocuğumuz dünyaya geldi. Tarih düşüreyim dedim, fakat ikinci mısrada takılıp kaldım. Bulsa bulsa bunu Nef‘î bulur dedim ve seni çağırttım!”

Nef‘î, böyle münasebetsiz bir istekle karşılaşınca öfkelenir ve sorar:

“–Birinci mısrası ne ola ki Paşa Hazretleri?”

“–Kudûmuyla sevindirdi atasını…”

Sinirlenen şair ikinci mısrayı tamamlar:

“–Koca eşşek yeni buldu sıpasını!”

m_hidir_4

YURDA KUL!

Mehmet Emin YURDAKUL, 13 Mayıs 1869’da İstanbul Beşiktaş’ta doğdu. Sıbyan mektebinden sonra Beşiktaş Askerî Rüşdiyesi’ne girdi.

1898’de şiirlerini Recâizâde Mahmud Ekrem, Abdülhak Hâmid, Şemseddin Sâmi, Rızâ Tevfik, Fazlı Necib’in takrizleriyle birlikte «Türkçe Şiirler» adıyla kitap hâlinde yayımladı. Terennüm ettiği millî duygular sebebiyle «Millî Şair» nâmıyla anılır. 31 Mart Vak‘ası’nın ardından Bahriye Nezâreti müsteşarlığına getirildi. Ekim 1909’da Hicaz valisi oldu.

Millî Mücadele devam ederken halka ve orduya moral verici konuşmalar yapmak için Mehmed Âkif ve Sâmih Rifat’la birlikte Anadolu’ya gönderildi. Cumhuriyet’in ilânı üzerine Şarkîkarahisar ve Şebinkarahisar’dan meb‘us seçildi. 1930’da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’na katıldı. Daha sonra Urfa ve İstanbul’dan milletvekili seçildi.

14 Ocak 1944’te vefat etti. Kabri, Zincirlikuyu Asrî Mezarlığı’ndadır.

***

Türk milleti, İzmir’in 15 Mayıs 1919’da işgalini tel‘in için 23 Mayıs 1919 günü Sultanahmet Meydanı’nı doldurdu. Mehmet Emin Bey, o mahşerî kalabalığa şöyle seslendi:

“Kardeşler, keşke asırların geceleri ve dünyaların mezarları gözlerime dolarak bir kör olsaydım. Sokak sokak dilense idim de; milletimin, kulağımı parçalayan bu felâket seslerini işitmeseydim, bu kara günleri görmeseydim. Keşke göğün yıldırımları, yerin canavarları birleşerek beni kanlar içinde topraklara yuvarlasaydı da vatanımın bu musîbeti huzûrunda bulunmasaydım ve bu azapları çekmeseydim. Zira bugün uğradığı felâket ve musîbetler o kadar acı!..

Lâkin demir ve ateş; kardeşler ben bunlarla hiçbir vatan ve ırkın öldüğünü işitmedim. Şerefli bir tarih ve medeniyete, sağlam bir fazîlet ve ahlâka, zengin bir şiir ve edebiyata, dînî ve millî an‘anelere, ırkî ve vatanî hâtıralara mâlik olan bir milletin mahvolduğunu tarih göstermiyor…”