MÜSLÜMAN FİRÂSETİ
YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr
Habeşistan muhâcirlerini geri getirmek için Mekke müşrik devletinin gönderdiği elçiler, bu işi olmuş bitmiş görerek yola çıktıkları hâlde, daha ilk oturumda çok ciddî bir mağlûbiyete uğramışlardı.
Müslümanların istikrarı, Necâşî’nin idaresi ve Mekkelilerin mağlûbiyeti ile bu ilk büyük oturum kapanmış oldu. Muhâcir müslümanlar kurtulmuşlardı. Mekke müşrik elçileri ise, tıkanıp kalmışlardı…
Daha önce de zikrettiğimiz gibi; muhâcirlerin sergilemiş oldukları bu güzel tavır, onları devlet protokolü seviyesine yükseltmiş oldu. Buna da müşrikler vesile olmuşlardı!
Mekke müşrik elçileri şaşkındılar. Arab’ın dâhîsi unvanıyla meşhur Amr bin Âs, öfke doluydu! Yenilgiyi kabullenemiyordu bir türlü. Tilkiden daha kurnaz olan Amr; öfkeyle beraber, yine bir kurnazlık düşündü:
–Yarın onlara öyle bir oyun oynayacağım ki, Necâşî onları bizimle Mekke’ye gönderecek?
Amr bin Âs çok sert duruş sergilerken, Ebû Râbia biraz daha ılımlıydı. Yenilgiyi de kabullenmişti. Amr’ın yine bir kurnazlık peşinde olduğunu anladı:
–Ne oyunuymuş bu?
–Müslümanlar İsa’ya «kul» diyorlar, diyeceğim!
–Bu kadar ileri gitmeyelim, sonuçta bunlar bizim akrabalarımız!
–Yarın göreceksin!1
Hazret-i Câfer ve arkadaşları; bir gün sonra yine Necâşî tarafından çağrılınca, bu sefer ciddî bir endişeye düştüler. Amr bin Âs, yeni bir oyun sahneleyecekti anlaşılan:
–Hayırdır inşâallah ey Necâşî!
–Hemşehriniz öyle bir şey iddia ediyor ki, inanmak istemedim doğrusu!
–Ne iddiasıymış bu?
–Kendisi söylesin!
Amr bin Âs; öne çıkıp yine yerlere kadar eğilerek, Necâşî’yi selâmladıktan sonra, iddiasından emin bir tavırla ve tok sesle tane tane konuştu:
–Ey Necâşî! Size gelip ülkenizi de fesada uğratacak olan bizim bu kaçaklar, İsa’nın da, bizler gibi herhangi bir kul olduğunu söylüyorlar!2
Hazret-i İsa -aleyhisselâm-’ın böyle basit bir şekilde anılmasına çok kızan Necâşî; ister istemez muhâcirlere dönüp, kızgınlığını belli ederek çıkıştı…
–Söyleyin bakalım ey Mekkeliler, Hazret-i İsa -aleyhisselâm- hakkında ne diyorsunuz?3
Birbirlerine bakan muhâcirler, bir an durdular. İlk oturumda bu konu az çok konuşulmuştu. Fakat yeterli olmamıştı demek! Endişeli bakan gözler Hazret-i Mus‘ab ile Hazret-i Câfer üzerinde karar kıldı. Hazret-i Mus‘ab -radıyallâhu anh-, sözü yine Câfer -radıyallâhu anh- Hazretleri’ne bıraktı:
–Ey Necâşî! Biz, Hazret-i İsa -aleyhisselâm- hakkında sadece Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın bize söylediklerini söyler ve o şekilde de inanırız!
–Rasûlullah dediğiniz zât, Hazret-i İsa -aleyhisselâm- hakkında ne söylüyor peki?
–«İsa -aleyhisselâm- Allâh’ın kulu, Rasûlü, rûhu, bâkire ve iffetli olan Hazret-i Meryem’e ilkā ettiği kelimesidir.» buyuruyor!
–Biraz daha açık ve net konuşur musunuz?
–Biz sadece Allâh’ın gönderdiğini biliriz ey Necâşî! Rasûlullah -aleyhisselâm-, bize bunu böyle öğretti! Kur’ân-ı Kerim ne diyorsa, biz de öyle diyoruz!
–Bu konuda da yanınızda bir şey var mı ey Câfer?
–Var elbet ey Necâşî!
–Oku bakalım, neymiş onlar?3
Hazret-i Câfer -radıyallâhu anh-, birinci oturumda olduğu gibi yine öne çıktı. Birinci oturumda Meryem Sûresi’nin 1 ilâ 15. âyetlerini okumuştu. Bu sefer de, yine aynı sûrenin 16 ilâ 35. âyetlerini okudu.
Meryem Sûresi’ni dinleyen Necâşî’nin, ağlamaktan sakalları bile ıslandı. Böyle ağlayan sadece Necâşî değildi. O anda o oturumda orada olan herkes ağladı.
Mekke elçileri bile şaşırıp kaldılar. Çünkü onlar da ilk defa bu kadar ciddî dinlemişlerdi. Ağlamaktan sakalları bile ıslanan Necâşî şevkle atıldı:
–Vallâhi doğrudur, Meryem oğlu İsa -aleyhisselâm- da aynen böyledir!
Yine yenilgiye uğrayan müşrik elçilerine dönerek, sertçe haykırdı:
–Bize sığınmış bu muhâcirlere karşı; önümüze altından dağlar bile sıralasanız, onları size asla teslim etmem! Hediye adını verdiğiniz rüşvetlerinizi de alıp gidin buradan, çabuk!4
İkinci büyük oturumda da zaferi kazanan muhâcir müslümanlar; birbirlerine sevinçle sarılırlarken, Necâşî tekrar onlara döndü:
–Sizler bizim ülkemizde serbestçe oturabilirsiniz. Size zarar veren her kim olursa olsun, şiddetle cezalandırılacaktır. Gidiniz, serbestsiniz!5
Bu sorgulamada; büyük bir açıklık, cesaret ve maharetle İslâm inançlarını ortaya koyup, yurtlarını terk etme ve Habeşistan’a hicret sebeplerini izah eden Hazret-i Câfer, müşrik temsilcilerinin eli boş dönmelerini ve Necâşî’nin de mültecî müslümanları himaye etmesini sağladı…
Mekke müşrik heyeti eli boş bir şekilde gerisin geriye dönerken, muhâcir müslümanlar büyük bir sevinç ve huzur içinde yerlerine geçtiler. Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-; daha fazla dayanamayarak, o meşhur sözünü söyledi:
–Rasûlullah -aleyhisselâm- bu kadar güzel temsil edilir! Allah seni aziz etsin ey Câfer!
–Ben, kendimden bir şey konuşmadım ki ey Mus‘ab!
–Rasûlullah -aleyhisselâm- sana; «Necâşî Hazret-i İsa -aleyhisselâm- hakkında sorarsa Meryem Sûresi’ni oku!» demedi ya!
–Necâşî’nin sorusuna vereceğimiz en güzel cevap buydu!
–Ben de onu diyorum işte. Seni dinlerken, her şeyine dikkat ettim. Bir kral karşısında nasıl konuşulur, anlatılan şeylere nasıl delil getirilir, deliller nasıl sıralanır, daha çok şeyler var tarzında!
–Bu bana Allah vergisidir ey Mus‘ab!
–Öyle olmasaydı Rasûlullah -aleyhisselâm-, seni başımıza tayin eder miydi ey Câfer!
–Biz burada hepimiz aynı konumdayız ey Mus‘ab!
–Senin bu güzel ve yerinde konuşmanla, buradaki durumumuzu sağlamlaştırdık. Ayrıca bizi himaye etmek için Necâşî Ashame, Mekke müşrik devleti ile ikili ilişkilerini bile bozdu! Mekke müşrik devletinin, devlet olarak talebini de reddetti yani!
–Biraz da öyle oldu galiba!
–Sadece bu mu? Necâşî Ashame başta olmak üzere, Habeş idaresi de İslâm’ı böyle ciddî bir şekilde ilk defa dinlemiş oldu! Bütün bunların yanında, İslâm’ın devlet bazında ciddîye alınıp, büyük bir ciddiyetle dinlenmesi de senin sayende oldu!
–Benim yaptığım bir şey yok ey Mus‘ab! Sen de gördün ki, nasipsiz müşrikler peşimize düşünce, bizi protokole kadar yükseltmiş oldular!
–Bize ne büyük bir iyilik yaptıklarını bilseler, öfkelerinden çatlarlardı!
–Ona ne şüphe!
–Diğer yandan da burada; «Toplanın ey insanlar! Toplanıp iyi dinleyin! Size İslâm’ı anlatacağım, Kur’ân okuyacağım!» diyebilecek bir konumda değiliz! Ama senin bu usta duruşun sayesinde; sıradan Habeş halkına değil, en üst düzey yönetici kadroya İslâm’ı anlatma ve Kur’ân okuma gibi bir fazîlete erdin!
–Allâh’ıma şükürler olsun!
–Meryem Sûresi’ni neden seçtiğini sorsam ey Câfer!
–Ey Mus‘ab! Sen de biliyorsun ki; hıristiyanların, kendi aralarında ihtilâf ettikleri konulardan biri de, Hazret-i Meryem ile Hazret-i İsa -aleyhisselâm- meselesidir. Yine sen de biliyorsun ki; derli toplu hâlde bu tek görünümlü iki konuyu, en güzel bir şekilde anlatan da Meryem Sûresi!
–Üstelik bir oturumda değil de iki oturumda 15’er âyet okudun!
–Olaylar böyle gelişti, malûm!
–Ben de diyorum ki ey Câfer! Örnekler Örneği’nden örnek alıp, en güzel örneği yerinde ve zamanında vermek gibi bir güzelliğe vesile oldun!
–Ey Mus‘ab! Sadece beni öne çıkarma! Senin maharetlerini bilmeyen mi var! Her hâl ve hareketinde İslâm’ın ayrı bir boyutunu yansıtıyorsun! Rasûlullah -aleyhisselâm- özlemi ile sana bakıyor herkes!
–Rasûlullah -aleyhisselâm-’a canımız kurban olsun ey Câfer!
–Evet ey Mus‘ab! Rasûlullah -aleyhisselâm-’a hepimizin canı kurban olsun!
Müslüman, nerede olursa olsun İslâm esasları çerçevesinde yaşayan bir şahsiyettir. Yerine göre büyük zorluk ve sıkıntılarla da karşılaşabilir. Ama her ne olursa olsun; bulunduğu her yerde, müslüman şahsiyetini rencide etmeyecek bir duruş sergiler.
Habeşistan’a hicret eden muhâcir müslümanlar da, orada İslâm ve Peygamberimiz’i çok güzel temsil ediyorlardı. Her şeyleri ile Peygamberimiz’i örnek alan ve her şeyleri ile her şeylerine Peygamber’i yansıtan örnek insanlardı onlar.
Sahâbe-i kirâmın Habeşistan’a hicretleri ile beraber, âdeta İslâm da oraya hicret etmişti! Habeş halkı ilk defa müslüman görüyordu.
Peygamber Efendimiz’i örnek alan her müslüman, O’nu hayatının her yönüne de yansıtmalıdır.
-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-
___________________________________
1 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 357-358.
2 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 1, s. 247-249.
3 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 191-192.
4 Ebû’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 72-74.
5 Haysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 6, s. 25-26.
6 Diyarbekrî, Târihu’l-Hâmis fî Ahvâl-i Enfüsî Nefis, c. 1, s. 290-291.