Mâneviyat Semâsından Bir Yıldız Daha Göçtü… FARUK AĞABEY’İN ARDINDAN…

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

mustafa_kucukasci_taziye1-yuzakidergisi-ekim2015

 

Semâlarımızı lüzumsuz ışıklarla kirletmeden önce, gökler geceleri bir harita gibi açılırdı. İnsanlar, parıl parıl ışıldayan yıldızlarla yollarını tayin ederlerdi. Bu sebeple Nahl Sûresi 16. âyette;

“İnsanlar yıldızlarla da yollarını, yönlerini bulurlar.” buyurulur.

Mâneviyat semâları da yol gösterici yıldızlar ister.

Peygamberimiz;

“Ashâbım yıldızlar gibidir, hangisine tâbi olsanız, hidâyet yolunu bulursunuz.” (İbnu Abdi’l-Berr, Câmiu’l-İlm, 2, 91) buyurur.

O’nun sünnetidir…

O’nun vârisleri olan Hak dostları da, şehir şehir her semâya yıldız şahsiyet yetiştirirler…

Adana’nın mânevî mimarlarından eğitim, hizmet ve gönül insanı Ömer Faruk KARABUCAK Ağabey de Mahmud Sami RAMAZANOĞLU Hazretlerinin yetiştirdiği bir mâneviyat yıldızıydı.

Adana’da Hasan AKBAŞGİL ve Muhammed BAYSAL Hocaefendilerin hizmetinde, mâneviyat yolunda tekâmül etti ve onlardan sonra aynı hizmetleri şevkle devam ettirdi.

O gönül insanı; 6 Eylül 2015 günü Hakk’ın rahmetine kavuştu. Çok sevdiği seher vaktinde Rabbine yolculuk etti. Mekânı cennet olsun…

Daha mânevî ders almadan evvel; Adana’da komşusu oldukları Sâmi Efendimiz’i görebilmek, onu görmenin mânevî ferahlığını yaşamak için, sabahları aynı saatte aynı yoldan geçtiğini anlatan Ömer Faruk Ağabey, mânevî yola intisâb ettikten sonra, her şeyiyle kendini mârifetullah ve hizmete adadı.

Daima azîmetle amel ederdi. Mânevî dersler ve seherlerin ihyâsı hususunda çok çok titizlik gösterirdi. Helâl lokma ve haramlardan kaçınma hususlarına çok ehemmiyet verirdi.

41 yıl boyunca Hayırlı İşler Yaptırma ve Devam Ettirme Derneğinin başkanlığını yaptı, ömrünü öğrenci yetiştirme ve hayır hasenat işlerine adamış bir hizmet insanıydı.

Nice gönüller kazandı. Bu hizmette, nice güzel izler, nice hikmetli sözler, nice hâtıralar bıraktı.

Onlardan birini Osmaniye’den Ali Onur Hocamız şöyle anlatır:

Faruk Ağabeyimizin ihvâna olan sevgi ve muhabbeti pek ziyade idi. Bunu şu teşbih ile ifade ederdi:

“İstanbul’da okurken, Adana’da oturan anne-babamızla vedâlaşır, hüzünle trene biner giderdik. Gurbette içimiz yanardı. Anne-babamıza karşı çok büyük bir hasret olurdu. Çok özlerdik. Şimdi ihvâna da aynı hasreti duyuyorum. Bir evlâdın anne-baba sevgisinden daha kuvvetli bir muhabbetle özlüyorum. Gördüğümde de kalbime, bağrıma basasım geliyor.”

Faruk Ağabey’in; Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri’ne, Hâce Musa Efendi’ye ve Muhterem Osman Nûri Efendimiz’e büyük muhabbet ve sadâkati vardı.

Yine Ali ONUR Hocamızdan naklen;

Musa Efendi Hazretleri’nin kendisine mânevî bir yardımını kendisi şöyle anlatmıştı:

1982 yılında hanım ile birlikte umreye gittik. Skoda pikap bir vasıtayla. Mescid-i Nebevî’de bir yatsı namazında merhum Musa Efendimiz;

“–Faruk Bey, Türkiye’ye ne zaman gideceksiniz?” diye sordu.

“–Müsaade buyurursanız, yarın çıkmak istiyoruz efendim.” dedim.

“–Sabah namazından sonra bir görüşelim.” dediler. Zaten sabah namazını da aynı yerde kılıyoruz. Namazdan sonra mübârek omzunda bir namazlık vardı. Onu vererek;

“–Faruk Bey, bu seccade bizim hediyemiz olsun. Şimdi buradan çıkınca şurada istirahat edin, şurada namaz kılın. Cuma gecesi Ürdün’den Suriye’ye geçişte, işlemlerinizi yaptırın. Suriye’ye geçmeden orada istirahat edin. Sabah ezanı okunur okunmaz, namazı kılın hemen Suriye tarafına geçin ve hiç durmadan devam edin. Abdest ihtiyacı için dahî durmayın. «Cuma namazı kılalım.» diyerek de durmayın. Müsait bir yer bulup, öğle namazını kılın devam edin. Zora düşerseniz himmet isteyin.”

“–Başüstüne!” deyip yola koyulduk. Aynen buyurdukları gibi hareket ettik.

Suriye’ye geçtik. Meğer o gün Hâfız Esed katliâma girişmiş. İhtilâl yapmış. Bilhassa Hama tarafına doğru gelince, karışıklıklar iyice ortaya çıktı. Askerler bizi de durdurdular. Beni arabadan indirdiler. Hanım arabada bekliyordu.

Sakalım uzun idi. Hama civarında ihvân-ı müslimîn, ehl-i takvâ, ehl-i tasavvuf çok insanlar vardı. Müslümanlara büyük zulüm vardı. Gözlerimle gördüm: o nur yüzlü müslümanları duvarlara dizip kurşuna diziyorlar, şehidlerin cesetlerini kamyonlarla götürüyorlardı.

Varıp;

“–Ben Türkiye’ye gideceğim, umreciyim. Bırakın gideyim.” desem de askerler hiç lâf anlamıyorlardı.

“–Otur yerine!” diye iteliyorlardı. Fazla dil de bilmiyorum. Çok sert davranıyorlardı… Komutanlarının elinde bir kelepçe vardı. Biliyordum ki, onu koluma takarsa artık kurtuluş yok!.. Arabaya bakıyorum. Hanım ağlıyor. Ben bir kere daha komutanın yanına varıp;

“–Ben umreden geliyorum. Türkiye’denim, Türkiye’ye gideceğim, umreciyim.” diye anlatırken kelepçeyi tuttuğu elini kaldırdı, tam koluma takıyordu ki, o an Musa Efendimiz’in;

“Sıkışırsan himmet iste!” dediğini hatırladım ve derhâl;

“Himmet himmet!” dedim. Asker o an, kelepçeyi koluma takmaktan vazgeçti. Kolumu tutup şiddetle; “Defol!” dercesine dışarı attı. Ben de hemen arabaya binip yoluma devam ettim. Cenâb-ı Hakk’a şükürler ederek gidiyorduk. İdlib’e yaklaşmışken yolda bu sefer bir yüzbaşı beni durdurdu.

Hanıma;

“–Eyvah hanım, yine yakalandık!” dedim.

Asker bana Türkçe olarak;

“–Benden korkma hacı amca, ben de Türk’üm.” dedi. Meğer beni ikaz etmek için durdurmuş.

“–Amca bu yoldan gidersen, seni kesin öldürürler. Bu yoldan değil de zeytin bağları arasında başka bir yol var, oradan doğrudan sınır kapısına varırsın.” dedi.

“–Evlâdım ben o yolu nasıl bulurum, bilmem ki?” dedim. Biraz düşündü;

“–Ben sizi götüreyim.” dedi.

Edepli bir askerdi, hanım tarafına oturmamak için pikapta benim soluma oturdu. Bizi zeytin bahçelerinin arasından geçirip, bir tepeye kadar götürdü;

“–Amca, görürlerse beni de öldürürler. Buradan aşağıya düzlüğü in, sınır kapısı orada, doğru, kapıdan geç. Hiç işlem filân yaptırmadan direkt geç!..” dedi. Biz de söylediği gibi yapıp memlekete sağ sâlim döndük.

Faruk Ağabeyimiz; “İşte Musa Efendimiz’in himmetiyle böyle bir yolculuğumuz oldu.” diye duygulanarak anlatırdı.

Bugün de aynı bölgeler zulüm altında inliyor, Rabbim zalimlere kahrıyla, mazlumlara merhametiyle, yardımıyla muamele eylesin.

Rabbimiz memleketimizin semâlarını, şehir şehir, bu mâneviyat yıldızlarından mahrum eylemesin.

mustafa_kucukasci_taziye_2-yuzakidergisi-ekim2015

 

Rabbimiz’den; Ömer Faruk KARABUCAK Ağabeyi rahmet ve mağfiret deryâsına gark etmesini niyâz eder; kederli ailesine, yakınlarına ve bütün sevenlerine sabr-ı cemîl dileriz.

Okuyucularımızdan bu mübârek gönül ve hizmet insanının rûhuna, bir Fâtiha-i şerîfe ve üç İhlâs-ı şerif okumalarını istirham ederiz.