Balkan Ziyareti -2- “TÜRKİYE NEZLE OLSA, BİZ ZATÜRRE OLURUZ.”

YAZAR : Mehmet Ali VAR varoglu5@gmail.com

mehmet_ali_var-yuzakidergisi-ekim2015

21 Temmuz 2015’te sabah 8.30’da Kalkandelen (Tetova)’ya hareket ettik. Hedef Alaca Camii.

Yolda Petrol Company’de azıcık mola verdik. Dışarda yarım İngilizcemle bir Makedon’dan bilgiler aldım. Kalkandelen demiyor Tetova’yı kullanıyor. Zirekorov ve başka köylerin adları ile dağları anlatıyor. Kalkandelen; Osmanlı zamanında bıçak, kılıç vs. üretirmiş. Makedonya’da Üsküp dışında Arnavutların en çok olduğu yer. Şar Sıradağlarının ardında Polog Ovası var. Elması veya oranın tabiri ile «olma»sı meşhurmuş. Sonbaharda ziyaret edilirse tadılabilir.

Alaca Camii, Kalkandelen’de fazla suyu olmayan Pena Nehri kenarında. 1438 yılında iki kız kardeş yaptırmış, caminin mimarı İshak Bey. 1833’te Abdurrahman Paşa tarafından onarılmış. İçi ve dışı çok süslü; hat, manzara ve çiçek desenleri ile dolu bir eser. Yumurta sarısı ile yapılmış. Yanında, kullanılmayan bir de hamam var. Tuvaletleri hâlen TİKA tarafından yapılmakta. Bu cami, halk tarafından Paşa Camii olarak da bilinmekte.

Kalkandelen’de Harabatî Baba Tekkesi de var. Burası, Bektaşîlerin merkezi. Üsküp’te Rufâîlerin, Ohri’de de Halvetîlerin tekkeleri var.

Harabatî Baba Tekkesi’ni bir nakşî olan, Kanunî’nin veziri, Server veya Sersem Ali Paşa 1538’de yaptırmış. Daha sonra yine nakşî Recep Paşa burada kalmış, hattâ kızı hastalanmış burada vefat etmiş. Sonraları Malatya’dan gelme Harabatî Baba burada şehid olmuş ve bunun adıyla Bektâşî Tekkesi olarak kalmış.

24 dönümlük külliyede; mescid, şadırvan, konak, tekke (Kur’ân kursu), aşevi, misafirhane, ahır, tuvaletler vb. yerler var. TİKA tarafından restore edilen mekânda Türk bayrağı ve millî bayrak kabul edilen Arnavut bayrağı yan yana durmakta. Tekkede şu an, vaktiyle Yugoslavya döneminde bir UÇK askeri olan yiğit adam Cumali Efendi bekçilik yapmakta.

Üsküp ve Kalkandelen bizim Anadolu şehirleri gibi. Bizden bir parça olduğunu; eserlerinden, insanlarından, sattığı malzemelerden, davranışlardan anlamak mümkün. Sıcak ve güzel yerler.

Dönüşte Arnavutluk’tan gelip uğradığımız Ohri, dünya cenneti muhteşem yerlerden birisi. Tertemiz suyu olan göl kenarındaki şehir turistik bir yer. Üsküp’e göre daha modern ve biraz daha pahalı. Ohri’yi Kubbealtı Yayınları kitap hâline getirmiş. 1901 yılında Abdülhamid, Ohri ile Arnavutluk arasında gemi yolu düşünmüş ama yapamamış. Burada Halvetîlerin bir dergâhı var. Türkçe konuşan şeyhin az sayıdaki müridleri ile beraber, bir sabah zikrin mânevî sofrasından biz de gıdalandık. Buranın da kalesi olup, bizim Safranbolu evlerine benzer yapıları mevcut. Üsküp’te bulunan Kiril alfabesini bulan din adamlarının heykelleri burada da var. 55 bin nüfuslu şehrin 10 bini müslüman. Gölün karşısında Galiçza Dağı var. Gölün suyu buranın altından süzülerek kaynayan su, kaynaklardan göle giren su, diğer tarafta bulunan Struga şehrinde Siyah Drim Irmağı olarak çıkıp devam ederek Arnavutluk’un Kuks Kasabası’nda Beyaz Drim Irmağı ile buluşup Adriyatik Denizi’ne dökülür. Şehir ve Ohri Gölü, UNESCO tarafından 1980 yılında dünya mirası listesine dâhil edilmiştir. En derin yeri 290 metre olan gölün etrafında yürüyüş yapmak, başka bölümlerinde; alabalık yemek, tekne turu yapmak, trileçe tatlısını tatmak, kahve, çilek ve kirazını denemek mümkün.

Ohri’den sonra Makedonya’da, «Resne Panoramik Gezisi» için hareket hâlindeyiz. Bitola’ya giderken İttihatçı Resneli Niyazi Paşa’nın konağı önünde mola verdik. İçeride çeşitli eşyalarının bulunduğu konakta kalmak nasip olmamış ünlü paşaya. Abdülhamid’in Meşrûtiyet’i ilânında etkisi olan, hani şu;

“Ne şehittir, ne gazi … yoluna gitti Niyazi…” sözünde adı geçen, yardımcısı tarafından yanlışlıkla öldürülen herif.

Manastır, 90 bin nüfuslu bir yer. Makedonya’nın ikinci büyük şehri. Buranın Širok Sokağı var. Tarihî iki camisinden biri olan İshak Çelebi Camii 1501’de yapılmış. Şu an TİKA tarafından restore ediliyor. Diğeri Yeni Cami… Yeri kilise yeri diye 1957 yılından beri kapalı bekletiliyor. Bunlardan başka ibâdete açık iki cami daha varmış. Saat Kulesi Osmanlı zamanından kalma. Çoğu yerde olduğu gibi üzerine bir haç konularak sahiplenilmiş bir eser. Elçilikler şehri, burada 12 ülkenin elçiliği var. Türkiye’den Bursa’nın kardeş ili. Şu an müze olarak kullanılan Atatürk’ün Askerî İdâdî (lise)yi okuduğu yer. Evliyâ Çelebi burayı ziyaretinde 70 camiden bahseder.

Saat 12.00’da Kosova’ya hareket. Etraf alabildiğine yeşilliklerle dolu. Yolumuz bir Türk köyü olan Tearçe’den geçiyor. Türkiye’ye bu bölgeden gelen biri varsa ya Kalkandelen şehrinden ya da bu köydendir. Şar Dağlarının eteklerinden ışıl ışıl sular akıyor, buranın köylerinde balıkçılık da yaygın. Yolun sağındaki maden ocağını, Fransız firması Yugohrom işletiyor. Saat 13.00’da Makedonya sınırına vardık. Polisler gayet nâzik. Ama Kosova sınırında epey bekledik. Tüm kapılarda inceden rüşvet dönüyor. Sadece bizde ve Yunanistan’da yok.

KOSOVA

Kosova, 2 milyon kadar nüfusu olan bir yer. % 85’i Arnavut, diğerleri Türk ve Sırp. Makedonya’ya göre daha yüksek ve serin. Meşhur Kosova Meydan Savaşı’nın yapıldığı bölge. Başkenti Priştine. Para birimi avro. 1999 yılında bağımsızlığa kavuşmuş. Şar Dağlarının diğer tarafında, kış turizminin de yapıldığı bir ülke. Arnavutluk, Makedonya, Kosova’nın ortak dağları olan Şar Dağlarında Goronlar var. Sırpça konuşur ama müslüman. Çalışkanlıkları ve pintilikleri ile bilinir, kebapçılık işiyle meşguller.

Priştine, Üsküp gibi yangın ve benzeri zulümleri yaşamış. Üsküp Priştine arası 90 kilometre. Beş yüz bin nüfusu var. Halkın durumu fakir. Şimdilerde biraz daha iyiymiş. Elektrik kesintileri çok. Kosova’nın sanayi damarlarından biri olan Trepçe kurşun ve çinko maden ocağı Mitroviça yakınlarındadır. Bu ocak, kaliteli kurşun ve çinko rezervleri sebebiyle işgal güçlerince göz dikilen bir ocak. Bugün de Sırpların kontrolünde.

Priştine, I. Murad Hüdâvendigâr’ın Kosova Meydan Savaşı’nı yaptığı meydanın yanında. Padişah’ın, 1389’da 60 bin kişilik bir orduyla 100 bin kişilik haçlı ordusunu yenip, daha sonra muharebe meydanında gezerken yaralı Sırp askeri Miloš Obilić tarafından şehid edildiği, tarihte Çanakkale Savaşı hariç en çok şehid verdiğimiz yerlerden biri. I. Murad’ın iç organları burada bulunan türbeye, vücudu da Bursa’ya getirilip defnediliyor. Meşhed-i Hüdâvendigâr, TİKA tarafından restore edilmiş, güzel ve mânevî bir yer. Burası Türk bayrağının nazlı nazlı dalgalandığı bir Türk toprağı. Fatih ve Yavuz zamanında da kullanılmış. Osmanlı’nın son zamanlarında Sultan Reşad tarafından ziyaret edilmiş.

mehmet_ali_var_2-yuzakidergisi-ekim2015

Türbedar Saniye Teyzeyi ve görevli Türk rehber Zekeriya Beyi Selâmlık’ta dinledik. Türbenin önünde Padişah defnedildiği zaman dikilen asırlık dut ağacı var. Ayrılığa daha fazla tahammül edemediğinden ikiye ayrılmış, son günlerini yaşıyor. Burada kabir ziyareti ve namazlarımızı edâ ettikten sonra Prizren’e doğru yola koyulduk.

Prizren, Kosova’nın ikinci büyük şehri. Benim Bosna’dan sonra en çok sevdiğim yer. Halk Türkçe konuşuyor ve her yerde olduğu gibi Türkiye’ye, idarecilerimize çok duâ ediliyor:

“Türkiye, nezle olsa biz zatürre oluruz.” diyorlar. Burada şehir turu yaptık. Bize Hüdâyî Vakfı temsilcisi Orhan Bey rehberlik etti. İlk önce 1615 yılında, Üsküp’ten 100 yıl sonra yapılan Sinan Paşa Camii’ni ve köprüsünü gördük. Cami buranın sembolü gibi çarşı ortasında dimdik duruyor. 2008’de TİKA restore etmiş. Balkanların en yüksek camisi. Müezzin Berişha’nın yanık Kur’ân okuyuşunu dinledik. Daha sonra Gazi Mehmet Paşa Camii ve hamamını gördük. Caminin avlusundaki saflar için çekilmiş ip gibi taşlar dikkatimi çekti.

mehmet_ali_var_3-yuzakidergisi-ekim2015

Maksut Paşa Camii, bahçesindeki 400 yıllık çınarı, Kırık Camii ve Balkanlardaki Halvetî’lerin merkezi olan Halvetî Tekkesi’ni ziyaret ettik. Burası son üç yüz yıldır sancağı olan tekkelerden biri. Türkiye’den gelen temsilcileri ile toplu zikir yapılmakta. Tarîkatın son iki yüz yıldır şeyhleri burada medfun.

Büyük Arnavutluk’un merkezi Prizren’miş ve hâlen buraya göz konuluyormuş. Prizren’de 200, Kosova’da 1500 hıristiyan derneği faaliyette. Burada Sırpların ortodoks okulları mevcut. Devlet başkanları buradan mezun olmak zorunda. Miloseviç de buradan mezun.

Kaleye çıkmaya gözümüz kesmedi ama trileçe ve kahvesi meşhur. Çok leziz akşam yemeğini Kula Yetima (Yetimler Evi)’nde yedikten sonra lüks ama klimalar çalışmadığı için en sıcak geceyi geçirdiğimiz Theranda Oteli’nde geceledik.

22 Ağustos 2015 sabah saat 08.00’da Bosna’ya hareket.

Prizen’den ayrılırken pazar yerinden geçiyoruz. Pazarı bizim sebze, meyvelerimize benziyor. Ama enteresan bir şey, sırayla sergilenen mobilyalar gördük. Kamyonlarla getirilmiş mobilya grupları satılıyor. Bosna Hersek’in Saraybosna iline Karadağ üzerinden gidecektik. Uzun yolculuğumuz sonunda vardığımız, Foça sınır kapısından bizi yol yapımı sebebiyle almadılar. Yolda seyrettiğimiz yemyeşil dağlar, muhteşem turkuaz rengiyle Piva yapma gölü, barajdan sonra devam eden Piva Nehri ve çevresinde dik kayalarıyla yükselen Tara kanyonu yanımıza kâr kaldı. Bir de kıvrım kıvrım virajlı yollar. Geri dönüp Arnavutluk üzerinden deniyoruz. Nilşiç’ten geçip, İşkodra üzerinden Bosna’ya girdik.

Arabamız Karadağ’ın Tuzi şehrinde mola verdi. Burada öğle namazlarını edâ ettik. Caminin hemen yanında Süleyman Efendi talebelerinin Kur’ân kursu var. Burada görevli genç, bayanlara abdest konusunda yardımcı oldu. İşkodra Gölü solumuzda yola devam ediyoruz. Burası Ohri’ye göre daha küçük ve suyu az. Mostar’dan ilerleyen otobüsümüz nihayet Saraybosna’ya gece 3.30 civarında Emirhan Oteli’ne vardı.