SAİD HALİM PAŞA

YAZAR : Mücahid BULUT mucahidbulut@yandex.com

mucahit_bulut-yuzakidergisi-eylul2015

“Osmanlı İmparatorluğu’nu cihan çok arayacak…

Onun elinden alınmış yerlerde kurulan yetersiz ve sun‘î devletler; ne idaresine tevdî ve emânet edilmiş halka ne de devletler manzûmesine, faydalı, şerefli bir hizmet îfâ edebilecekler. Bu topraklar üzerinde hâkimiyet ve ayrılık kavgası son bulmayacaktır.”

Said Halim Paşa bu uyarı mektubunu; İslâm coğrafyasını, ellerinde kalem-cetvel, fikirlerinde yalnız maddî endişelerle böldükten sonra sözde barışı sağlayacak «Milletler Cemiyeti»’ni kurmak için toplanan ülke temsilcilerine göndermiştir. Acıdır ki tarih Said Halim Paşa’yı haklı çıkarmış o günden bu güne İslâm coğrafyasında zulüm, kan ve gözyaşı eksik olmamıştır. Milletler Cemiyeti ise yirmi sene içinde Avrupa merkezli yeni bir cihan harbi çıkmasıyla kurucu devletlerinin sömürücü hedeflerini gerçekleştirmekten öteye gidemediğini göstermiştir.

Son Osmanlı sadrazamlarından Said Halim Paşa, 1864 senesinde Kahire’de dünyaya gelmiştir. Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın torunu olup babası Şûrâ-yı Devlet üyesi Mehmed Abdülhalim Paşa’dır. Babasının vazifesi gereği; ailesiyle birlikte 1870’te İstanbul’a yerleşmiş, ilköğrenimini özel hocalardan almıştır. Küçük yaşta Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce öğrenmiş üniversite tahsilini İsviçre’de siyasî ilimler alanında tamamlamıştır.

İstanbul’a döndüğünde saraydan kendisine büyük bir teveccüh gösterilmiş; II. Abdülhamid Han tarafından sivil paşalık rütbesi verilerek 21 Mayıs 1888’de Şûrâ-yı Devlet üyeliğine tayin edilmiştir. Görevindeki başarısından dolayı kısa zamanda Rumeli Beylerbeyliği mertebesine yükseltildiyse de Yeniköy’deki yalısında zararlı evrak, ayrıca silâh bulundurduğu gerekçesiyle saraya jurnallenmiş, 1903’te Jön Türklerle ilişkisi bulunduğu ileri sürülerek İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır. Önce Mısır’a, ardından Avrupa’ya gidip Jön Türkler’le doğrudan münasebet kuran Paşa II. Meşrutiyet’in ilânıyla birlikte İttihat ve Terakkî Cemiyeti içinde yüksek pâyeli vazifeler üstlenmiştir.

Geniş kültür sahibi bir devlet adamı olan Said Halim Paşa; kibar, alçak gönüllü, iyi ahlâklı, nâzik ve dürüst karakteri, İslâm’ı esas alan fikrî yapısı ile İttihat ve Terakkî içindeki aşırılıkları frenleyen kişi olarak tanınmıştır. Paşa, ülkenin içinde bulunduğu vaziyetin sebeplerini ortaya koyarken dönemindeki diğer mütefekkirlerden ayrılır.

Devlet-i Aliyye’nin son dönemdeki perişan hâline;

“Selâmeti, daha önce buldukları tarafta, yani İslâm’ın ahlâk, yaşayış ve siyasetinde arayacakları yerde; batınınkilerde bulacakları fikrine kapıldılar.” diyerek eleştirdiği, batının siyasî, içtimaî, ve fennî yapısını bire bir tatbik etmek isteyen son dönem Osmanlı münevverlerinin sebep olduğuna inanır.

Ona göre;

«Batılılaşmak zaruretine olan inancımızın bu kadar kötü neticeler vermesi; milliyetimize aykırı olmasındandır. Çünkü milliyet ile medeniyet aynı şey demektir ve batılılaşmak, kendi medeniyetimizi terk veya inkâr etmek mânâsını taşır. Netice olarak da kendi milliyetimizden vazgeçmek demek olur. Bunun için batıdan alınacak olan şeyleri aynen tatbik etmek yerine; millîleştirerek, toplum bünyesine uygun hâle getirerek alınması lâzımdır.»

Said Halim Paşa, içtimaî hayatın, İslâm esaslarının dışında tutmak eğiliminin baş gösterdiği Batıcılık ve Milliyetçilik gibi yeni reçetelerin sunulduğu Osmanlı toplumunda; İslâmcılığın önde gelen mütefekkirlerinden birisidir. O, birçok düşünür gibi İslam’ı savunmuş ve onun gerçek bir hayat tarzı olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Milleti;

«Öteki insan topluluklarından ayrılmalarına sebep olacak ahlâkî ve rûhî bir kültür meydana getirmiş fertler topluluğu» biçiminde tanımlayarak Osmanlı coğrafyasındaki bütün müslümanları tek bir millet olarak görmüştür.

“Cemiyet bağları, mâzîde birlikte geçirilen hayat ile ecdattan kalan mânevî ve fikrî mirastan doğar. Yani cemiyeti meydana getiren fertler arasındaki birlik ve beraberliği temin eden bağlar, insanlar ile zamanın müşterek eseri olan an‘ane ve teâmüllerin meydana gelmesi ile teşekkül eder. Bu bağların yerini insanların hayal edecekleri başka bir bağın tutamayacağını bilmeliyiz.” diyerek Osmanlı’nın ahî ve fütüvvet teşkilâtıyla ördüğü İslâm coğrafyasından çekilmesiyle kopacak bağların geri dönülmez yaralara sebep olacağını tahmin etmiştir.

Said Halim Paşa’nın genellikle Mehmed imzasıyla kaleme aldığı sekiz kitabı, hâtıraları ve mektupları bulunmaktadır. İlk yazıları Sırât-ı Müstakîm dergisinde tefrika edilmiştir. Mukallitliklerimiz adlı eserinde; batının siyasî ve içtimâî müesseselerini taklit etmekle uğradığımız felâketler üzerinde durulmakta, her değişikliğin mutlaka iyi sonuçlar getireceğini düşünmenin bir gaflet olduğuna, özellikle örf ve âdetlerin değişmesiyle gerileme ve çöküşün başlayacağına dikkat çekilmiştir. Osmanlı toplumunun çöküşü üzerinde durduğu toplumun eski gücünü yeniden kazanabilmesi için ilimden önce ahlâk ve fazîlete ehemmiyet verilmesi gerektiğini vurguladığı eseri; Buhrân-ı İçtimâîmiz 1916’da iki defa basılmış 1918’de Sebîlürreşad’da «Prens Said Halim Paşa» imzasıyla tefrika edilmiştir.

1913 senesinde Mahmud Şevket Paşa öldürülünce Said Halim Paşa vezirlik rütbesi verilerek sadâret kaymakamlığına, sonrasında da sadrazamlık makamına getirildi. Hâriciye nâzırlığını da üzerine alıp hükûmeti kurdu. Said Halim Paşa, sadrazamlığı döneminde özellikle Edirne’nin geri alınmasında ve Adalar meselesinde büyük hassasiyet gösterdi. Edirne’nin geri alınmasıyla ilgili çalışmalarından dolayı padişah tarafından kendisine Murassâ İmtiyaz nişanı verildi. Lâkin fikrî konularındaki maharetlerine rağmen Enver ve Talat Paşa’nın devlet üzerindeki etkisinin önüne geçememiştir. Onun sadrazamlığında, kendisinin haberi olmadan Türk bayrağı çekilmiş iki Alman gemisi Rus limanlarını bombalayınca Osmanlı, 1. Cihan Harbi’ne dâhil olmuş, yeterli hazırlık yapılmadan Sarıkamış Harekâtı ve Ermeni tehciri gerçekleştirilmiştir. 1917’de Talât Paşa’yla aralarının gittikçe açılması neticesinde daha önce de çekilmek istediği, ancak padişahın ricasıyla devam etmek zorunda kaldığı sadâret makamından rahatsızlığını ileri sürerek ayrılmıştır.

Cihan harbi sonrasında İngilizler Said Halim Paşa’yı savaş suçlusu olarak yargılamak istemiş, İstanbul ve Mısır’a girmesine izin vermemiştir. Roma’ya yerleşmek zorunda kalan Paşa, 5 Aralık 1921’de konağının önünde Ermeni bir komitacı tarafından şehid edilmiştir. Na‘şı İstanbul’a getirilerek II. Mahmud Türbesi bahçesinde babasının yanına defnedilmiştir.

Said Halim Paşa’nın eserlerini sadeleştirip yeniden yayınlayan Ertuğrul DÜZDAĞ’ın bu suikast hakkındaki değerlendirmesi câlib-i dikkattir:

“Yeni kurulmakta olan Türk devletinin tamamen batıcı fikirlerle tesis olunması için, İngilizler tarafından büyük gayretler gösterildiği, kadroların hazırlandığı ve oyunların kurulduğu bir sırada; Said Halim Paşa gibi devlet tecrübesi olan ve saygı duyulan bir İslâmcı mütefekkirin, İstanbul ve hele de Ankara’ya gitmesi, son derece mahzurlu görülmüş olmalıdır. (…) Kendisinin, yeni kurulmakta olan Türk devletinin, tam bir İslâm devleti olması için elinden geleni yapacağı, gerek fikrî ve maddî kudreti ve kadrolar üzerindeki nüfûzu sayesinde, bunda büyük bir başarı da gösterebileceği tahmin olunabilirdi…”