Ömür Ölçeğinde KURBAN ve FEDÂKÂRLIK

YAZAR : Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

h_ogmus_yuzakidergisi-eylul2015

Kurban «yaklaşmak» ve «birine yaklaşmaya vesile edilen şey» anlamlarında Arapça bir kelimedir. Lâkin kurban bayramı için Arapçada bu kelime değil, onun yerine «îdü’l-adhâ», kurbanlık içinse «udhiyye» kelimeleri kullanılır. Bununla birlikte kurban kelimesinin dilimize yerleşmesi kurban bayramı ve onun muhtevâsıyla büsbütün alâkasız değildir. Çünkü bayramda boğazladığımız hayvanları (: udhiyyeler) Allâh’a yaklaşma gayesi güttüğümüz için boğazlıyoruz. Hattâ Kur’ân-ı Kerim’de Hâbil-Kābil kıssası olarak bilinen kıssada da «kurban» kelimesi; «Allâh’a yaklaşmak için sunulan hayvan, ekin vb. takdime» anlamında kullanılır.1 Şu hâlde Arapçadaki «îdü’l-adhâ» ve «udhiyye»nin dilimizde «kurban bayramı» ve «kurban» olarak isimlendirilmesinin, bir işin yapılış gayesinin dikkate alınmasına binâen olduğu anlaşılıyor.

Bu itibarla kurban bayramında yaptığımız işin gayesine daha bir ihtimam göstermemiz gerekir. O da nedir?

Allâh’a yaklaşmak!

Kurban bayramını et bayramı, kurbanlığı etlik olarak görürsek hedefi ıskalamış oluruz.

Aslında mü’min bütün işlerinde Allâh’a yaklaşmayı gözetmeli, yaptığı her işi Allâh’a yaklaşma vesilesi olan bir kurbanlık telâkki etmelidir.2 Zaten mü’minin her şeyi Allah içindir. Kur’ân-ı Kerim’de Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e söylemesi emredildiği gibi:

“Benim namazım da, her türlü ibâdetlerim de, hayatım da, ölümüm de eşi-ortağı olmayan âlemlerin Rabbi Allâh’a aittir.” (el-En’âm, 6/162-3)

Kaldı ki ibâdetlerle Allah rızâsı dışında bir amaç gözetmek riyâ olup yapılan ibâdeti kökünden yıkıp yok eder. Kişi yaptığı bütün ibâdetleri Allâh’a yaklaşmak kastıyla yapmalıdır. Allâh’a yaklaşmanın ise kulluktan başka bir yolu yoktur. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Ey îmân edenler! Allâh’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki korktuğunuzdan kurtulup umduğunuza kavuşasınız.” (el-Mâide, 5/35) Bu âyetteki «vesile» seleften gelen tefsirlerde Allâh’a yaklaştıracak sâlihât (güzel davranışlar) olarak açıklanmaktadır.

O hâlde yapılması gereken, Allah’ın «sâlihât» olarak isimlendirip emrettiği ve hoşnut olduğu işleri en iyi şekilde yapmak ve onlarla O’na yaklaşmanın yolunu aramaktır. En iyi şekilde yapmak nasıl olur? Kurbanlığı alırken nasıl titizleniyor, malların en gösterişli olanını seçiyor, herhangi bir kusuru olup olmadığını yokluyorsak; zekâtımızı verirken de aynı şekilde titizlenmeli, malımızın en iyisinden eksiksiz olarak vermeli, âyette belirtildiği gibi gözümüzü yummadan almayacağımız bayağı şeyleri vermeye kalkmamalıyız. (el-Bakara, 2/267) Çünkü zekât da kurbanlık gibi Allâh’a yaklaşma kastıyla yapılmakta ve O’na arz edilmektedir.

Namazımızı da zihnen ve bedenen en dinç ve en dinamik olduğumuz zamanda itina ile kılmalıyız. Günün en dinç saatlerini kendi çalışmalarımıza, hattâ mâlâyânî televizyon programlarına ayırıp namazı uykumuza zor mâni olduğumuz geç vakitlere bırakmak ve güç-belâ geçiştirerek kılmak kötü bir kurbanlık seçmek gibidir. Mademki namaz Allâh’a yaklaştıran bir vesiledir, hem de bunların en önemlisidir; o hâlde onu da Allâh’a en iyi yaklaşacağımız zamanda ve yerde, ezan okunur okunmaz mescitte cemaatle edâ etmeliyiz. Aksi hâlde Allâh’a yaklaşmak için iyi bir seçim yapmış olmayız. Nasıl ki kurbanlığı seçerken en gösterişlisini, en iyisini seçmemek bir kusursa, namazın edâ ediliş zamanı ve keyfiyetindeki özensizlik de öyledir.

Ömrümüzü harcama biçimimizde de aynı durum söz konusudur. En dinç ve en verimli çağlarımızı boş hevesler ardında harcayıp; elden-ayaktan çekilince Allâh’a dönersek, en değersiz günlerimizi Allâh’a sunmuş oluruz. Hâlbuki ömrümüz, Allâh’a yaklaşmada harcayacağımız yegane sermayemizdir. Kurbanlık için ayırdığımız parayı beyhûde saçıp savurmak neyse, ömrü boşa harcamak da odur.

Kısacası kurban fedâkârlık demektir. Hazret-i İbrahim’den hatırlayalım: Allah onun oğluna olan sevgisini yenebilmesi ve Allâh’a olan muhabbetinin kemâle ulaşabilmesi için İsmail’ini boğazlamasını emretmişti. Sonunda -malûm olduğu üzere- Hazret-i İbrahim bu emri yerine getirmeye katî olarak azmedip tam mevki-i tatbike geçtiği esnada erhamü’r-râhimîn olan Allah Teâlâ, bunun bir imtihandan ibaret olduğunu bildirip fidye olarak bahşettiği büyük bir kurbanlık karşılığında Hazret-i İsmail’in boğazlanmasını engellemiş ve bu büyük imtihandan başarıyla çıkan baba ve oğlu mükâfatlandırmıştı.3

Demek ki kurbanın mânâ ve muhtevâsında Allah için fedâkârlıkta bulunmak vardır. Bu itibarla Hazret-i Peygamber ve sahâbe-i kirâmın hayatı bizim için güzel örneklerle doludur. Onlar; Allah yolunda canlarını ve mallarını verdiler, İslâm hâkim olsun diye çabaladıkları esnada karşılarına dikilen öz oğulları, babaları ve kardeşleriyle mücadele etmek durumunda kaldılar; yılmadılar, sonunda tevfîk-i ilâhîye ulaştılar, çok büyük muzafferiyetlere nâil oldular, dünya ve âhiret saâdetine ulaştılar.

Kurban vesilesiyle kendimize sormalıyız: Allah yolunda biz ne kadar fedâkârlık yapabiliyoruz? Canımızdan, malımızdan, zamanımızdan? Hele hele ekseriyetin refah seviyesinin büyük ölçüde arttığı, insanların konforuna düşkün hâle gelip zorluk ve sıkıntıları unuttuğu, bencillik ve ferdiyetçiliğin alabildiğine arttığı son yıllarda… Allah, öncelikle bize Hazret-i İbrahim basiretiyle, uğrunda fedâ edilemeyecek hiçbir şeyin olmadığı şuurunu versin, çıtayı bu seviyeye yükseltememişsek bizi kıyamayacağımız kadar kıymet verdiğimiz varlıklarla fedâkârlıkta bulunmak durumunda bırakıp, başaramayacağımız imtihanlara tâbî tutmasın!

Âmîn!

_____________________

1 Bkz. el-Mâide, 5/27-31.
2 es-Sâffât, 37/102-113.