BEDİR’DEN DUMLUPINAR’A ZAFER DUÂLARI

YAZAR : Hayrettin DURMUŞ hayrettindurmus@gmail.com

hayrettin_durmus-yuzakidergisi-agustos2015

Yer, gök duâ ile durur da; duâsız zafer olur mu? Bayrağı elden, duâyı dilden, aşkı gönülden bırakmadığımız için gülümser zafer bize. Diller peltekleşmez, eller karıncalanmazsa tadı mı olur zaferin? Kendimizi en güçlü sandığımız an yuvarlanırız gurur tepelerinden. Zayıflığımızın farkına varmak kavî kılar yüreğimizi, bükülmez eyler bileğimizi. Aşkla, hasretle yüreğimizden katarlandı mı niyazlar, ışıl ışıl turnalar gibi; O, bizi duyar ve şerefli katından zaferler gönderir.

BEDİR SEMÂLARINDA YANKILANAN SES

Bedir önlerinde üç yüz on üç yiğit, bin kişilik kalabalık bir orduyu bekliyordu. Sayıca kalabalık, silâhça üstün olan bin kişi küçümsüyordu üç yüz kahramanı. Er diliyorlardı karşılarına. Er dilemek âdetti. Lâkin;

«Biz asil savaşçılarız. Kimse karşımıza çıkamaz.» diye düşünüyor ve çokluklarına güveniyorlardı.

Bedir, ay yüzlülerin beldesiydi. Dolunay ışıkları saçan yüzünün şavkı, ellerinde balkıyordu şimşek ışığı gibi. Yüzü ak, dâvâsı hak, yüreği pak olan Güzeller Güzeli’nin sözü kanatlanıyordu en yüce makama:

“Allâh’ım! Onlar yaya ve yalınayaktırlar. Sen onlara binit ver. Allâh’ım! Onlar açık ve çıplaktırlar. Sen onları giyindir. Allâh’ım! Onlar açtırlar. Sen onları doyur… Allâh’ım! Sen; şu bir avuç müslümanı helâk edersen, yeryüzünde Sana ibâdet eden kalmaz. Sen bize zafer ver yâ Hayy, yâ Kayyûm!”

Aydınlık çağların müjdesiydi sanki Bedir. Gül dudaklardan kanatlanan dilekçeye cevapların en güzeli gelmişti Yüceler Yücesi’nden. Güçsüzdüler ama haklıydılar. Onun için hak ettikleri zafer yankılanmıştı Bedir’de ışığını bütün çağlara salarak.

ANADOLU’YU VATAN YAPAN DUÂ

Bedir’de mağlûp olsaydı; tarihin eşine rastlayamayacağı kahramanları, belki de nişanı silinecekti hilâlin. Malazgirt de Türk milletinin Bedir’iydi bir bakıma. Türk milletini Orta Asya bozkırlarına sürmeye yeminli iki yüz bin «kara donlu kâfir» karşısına elli bin yiğitle çıktı Alparslan.

Beyaz kefenine bürünen sultan Alparslan Gazi’nin Anadolu’yu Türk’e vatan yapan duâsı çınlıyordu Malazgirt Ovası’nda:

“Yâ Rabbî! Sen’i kendime vekil yapıyorum. Azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve Sen’in uğrunda savaşıyorum. Ey Allâh’ım! Niyetim hâlistir. Bana yardım et. Sözlerimde hilâf varsa beni kahret. Eğer içim dışıma uygun düşüyorsa düşmanlara karşı cihâdımda bana yardım et. Beni muzaffer bir sultan kıl. Senin sâlih kullarına kefil olan bu âciz kulundan merhametini esirgeme. Burada Allah’tan başka sultan yoktur. Emir ve kader Sen’in elindedir. Yâ Rabbî! Bu Sen’in ordundur, bu Sen’in ordundur. Bizi muzaffer kıl!”

Malazgirt, ilhamını Bedir’den aldı. Anadolu vatan oldu; taşına-toprağına şehidlerin kanı, gazilerin duâsı doldu.

MOHAÇ’TA DUAYLA GELEN ZAFER

Mohaç Ovası tarihin en kısa savaşına sahne olmuştu. İki saatte koskoca bir ordunun bozguna uğratılması bir rekordu. Savaş dediğin göz açıp kapayıncaya kadar olup bitmeliydi. Güçlü olmasına güçlüydü Osmanlı ordusu. Başlarında «Muhteşem Süleyman» Kanunî Sultan Süleyman Han… Süvarîlerin çevikliği, askerlerin gücü, topu-tüfeği her şeyi vardı ama; Kanunî aczini itiraf etti cihan sultanıyken. Gücüne değil, Allâh’a güvendi. İndi atından ve açtı ellerini Muhibbî:

“İlâhî! Güç ve kudret Sen’indir. Kerem ve mürüvvet Sen’indir. Bir bölük ümmet-i Muhammed fukarâsını yerindirme ve bir nice kuvvetli pazu sahibi düşmanlara kendilerini savunma fırsatı verme!”

Kanunî’nin duâsının kabul olduğu savaşın sonucundan belli değil mi? Ordularımız güçlü, komutanlarımız basîretliydi, tedbir tamamdı; ama zafer Allah’tan isteniyordu. Kul çaresizliğini bilir, aczini idrak ederse geçebilirdi ummanların kapısından. Bunu bilenler Tuna’da aldıkları abdestle Viyana önlerinde namaz kılabilirlerdi. Yükseklerde çağlayan sular da topraktan fışkırırdı çünkü. Biliriz ki ay gökte doğar ama yürekte konaklar…

MİLLÎ MÜCADELEMİZİN ZAFERİ

Kara bulutlar kaplamıştı ufukları. Belli ki doluya tutulacaktı memleket; ama yedi düvelin hesaba katmadığı, akıl sır erdiremediği bir şey vardı. Herkes, kopacak Mehmetçik tufanından habersizdi. Gecenin en karanlık ânı zannediyorlardı güneşin doğuşunu bilmeyenler. Yahya Kemal haykırıyordu hepimizin yerine:

Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbî!
Sen’in uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbî!
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Gālip et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın!

Tarih 26 Ağustos 1922 idi. Dumlupınar önlerinde yeni bir destan yazılıyordu. Malazgirt’te çakan şimşek Dumlupınar’daydı. Çiçeklerin bakışı, ırmakların akışı zaferdi. Zifirî karanlık parçalanmıştı. Yarasalar başka mesken bulacaklardı kendilerine.

Anadolu’yu vatan yapan da, kurtaran da aynı tılsımdı. Dilimizden bir yol uzanıyordu yücelere. O yolu yüreğimizle yürüdük biz. Kalbimizin dili çözüldüğünde dudaklarımızdan dökülen mübârek kelimeler aşkına şerefli katından bizlere zafer gönder yâ Rab!

Bayrak yürekli şair Ârif Nihat ASYA’nın dediği gibi:

“Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız ve vatansız bırakma Allâh’ım!”