NEREDE, ESKİ GÜNLER Mİ?

YAZAR : Sami BÜYÜKKAYNAK skaynak48@hotmail.com

sami_buyukkaynak-yuzakidergisi-temmuz2015

Babayla oğlu beraber yürürlerken, biriyle karşılaşıyorlar. Adamla babası selâmlaşıyor ve kucaklaşıyorlar. Hâl-hatır sorulduktan sonra karşılaştıkları adam gidiyor. Çocuk merakla soruyor babasına; selâmlaştıkları, kucaklaştıkları adamı. Babası, amcasının oğlu olduğunu söylüyor. Evet, amcasının oğlu. Çocuk babasının amcaoğlunu ilk defa görüyor. Bayramda dahî görülmemiş bir akrabayı çocuk nasıl tanısın ki? Hem de aynı soyadı taşıdıkları bir akrabasını… Böyle bir sürü akrabasından bîhaber nesiller var.

Bu hâdise toplumda çokça müşâhede edilmeye başlandı. Birbirlerini sokakta görse tanımayan, aynı mekânı paylaştığı hâlde birbirinden bîhaber akrabalar. Yeni nesil; akrabasından habersiz, akrabasını tanımadan yetişiyor.

Kur’ân-ı Kerim’de; «Akrabalık bağlarını koparmayın!» (en-Nisâ, 1) diye çağrıda bulunan bir âyet var. Demek ki akrabalık bağlarını koparmak, tarih boyu süregelen ve sürebilecek bir tehlike. Zira akrabalık bağları kopmaya başladığı zaman, müslüman toplum çatırdıyor. Öyle ki, birbirinin derdinden bîhaberlik akrabalıktan başlıyor; o toplumda dertli olduğu hâlde, sıkıntısı olduğu hâlde kimsenin ilgilenmediği insanlar çoğalıyor. Hattâ ana-babaların ihmal edildiği, yalnızlığa terk edildiği bir toplum meydana geliyor.

Üniversitede öğretim üyesi bir arkadaşın yaptığı bir alan araştırmasına göre, huzurevlerinde kalan yaşlıların ekserîsinin evlâtları var. Yani huzurevleri şu anda evlât yetimi anne-babaların ikāmet ettiği mekânlar durumunda. Oysaki «Dâru’l-Aceze»lerin kuruluş gayesi, çoluk-çocuğu olmayan, kimsesi kalmamış insanların iaşe ve ibâtesini karşılamaktır. Bugün Dâru’l-Acezeler kimsesi olmayan, kimsesi kalmamışlardan ziyade evlâdı olan ama evlâtlarının sırt döndüğü yaşlıların ikāmet ettiği bir durumda ise; toplumun akrabalık hassasiyetlerini, ana-babaya hürmet görevlerini ihmal ettiği, bunun ötesinde de İslâm’dan uzaklaştığı ortaya çıkmaktadır.

Diğer bir husus, akrabalık bağlarının dünyevîleşmeyle birlikte basit maddî hesaplara kurban edilmesidir. Adâlet müessesesinin zedelenmesi, evlâtlar arasında ayırım yapılması, mal paylaşımında dengeli davranılmaması gibi hususlar akrabalık bağlarını, ana-baba-evlât ilişkisini koparmaktadır. Şehirleşme, geçim sıkıntısı, göç gibi unsurlar da; köylerin, kasabaların yaşlılar mekânı hâle gelmesini, bir bardak su için dakikalarca bekleyen, her işini kendisi görmek mecburiyetinde kalan yaşlıları beraberinde getirmektedir.

Modernleşme, Müslümanlığın pek çok yönünü zedelemektedir. Aile ve akrabalık ilişkileri de bu zedelediği yönlerden birisidir. Ana-babası yanında olduğu hâlde cenneti kazanmayanı kınayan, akrabalık hukukunu cennetin karşılığı olarak gören bir dînin müntesiplerinin, akrabalık ve ana-baba-evlât münasebetlerindeki savruluşu hayra alâmet değildir. Bu savruluşa mâni olabilmek için müslümanın çokça empati yapması gerekmektedir. Bir gün kendisinin de yaşlanabileceğini, el-ayak muhtacı olabileceğini, yalnız kalabileceğini, sokakta tanınmadan geçilip gidileceğini, bir bardak su için sürünebileceğini düşünmelidir. Zira dünya; «etme bulma dünyasıdır.» demişler eskiler. İnsan, ileride nasıl muamele görmek istiyorsa, bugün çevresine öyle davranmalıdır. Kimsenin yaptığı yanına kâr değil aksine zarar hânesine yazılmış bir hüsrandır. Akrabalığı, ana-baba hürmetini gündemde tutmayan bir toplum, günü kurtarsa da aslında yok olmaya yüz tutmaktadır.