BAYRAMLAR ve KAZANIMLARIMIZ

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK karabacakm67@hotmail.com

mustafa_karabacak-yuzakidergisi-temmuz2015
Allah Teâlâ; müslümanlara sevinç ve mutluluklarını artırmaları, birlik ve beraberliklerini pekiştirmeleri için bayramları bahşetmiştir. Nasıl insanların hayatlarında; doğum günü, evlilik yıl dönümü vs. gibi önemli günler varsa, toplumlar için de önemli günler vardır. Şüphesiz bu önemli günler, farklı adlar altında her toplumda vardır. İslâm toplumunda birlik-beraberlik ve paylaşımın sembolü ve inananlar için değer ifade eden Ramazan ve Kurban Bayramları vardır.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Medine’ye geldiğinde Medinelileri câhiliyye döneminden kalma iki bayram kutlarken gördü. Onlara;

“Allah Tebârake ve Teâlâ bu iki gününüzü bunlardan daha hayırlı iki günle değiştirdi. Bunlar: Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 245; Nesâî, Ideyn, 1; Ahmed bin Hanbel, III, 103, 178, 235, 250; Nesâî, Ideyn, 1)

Allah oyun ve eğlence günlerini; zikir, şükür, bağışlanma ve af günleri olan bu iki günle değiştirdi. Mü’minler için dünyada üç bayram vardır: Her hafta tekrar edilen Cuma bayramı, her yıl gelen iki bayram; Ramazan ve Kurban Bayramları.

Bayramların insanlar arasında birlik beraberliği, kardeşliği, yardımlaşmayı artırdığı muhakkaktır. Bayramları bir vesile bilerek bol bol akraba ziyaretleri yapılmalıdır. Son zamanların modası olan bayramları bir fırsat bilerek tatil beldelerine gitmek İslâmî olarak doğru olmasa gerek. Hiç olmazsa yılda iki defa aile büyüklerini ziyaret etmek ve onların gönüllerini almak gerekmektedir. Dargın olan müslümanlar barışmalı, büyükler ziyaret edilmeli ve küçükler sevindirilmeli, her yerde bir bayram havası esmelidir. Müslümanın beş vakit namazında son tahiyyatta başta kendisine, anne-babasına ve bütün müslümanların kurtuluşu için ettiği duâ sözde kalmamalıdır:

“Rabbim! Hesap kurulacağı gün beni, annemi-babamı ve mü’minleri bağışla!” (İbrahim, 14/41) Hem varlığının sebebi olan anne-babası için duâ edecek, hem de onlarla dargın olacak! Veya da müslüman kardeşi için duâ edecek, aynı Allâh’a ve Peygamber’e inanacak ve aynı kıbleye karşı aynı safta namaz kılacak ve dargın olacak! Bunlar müslümana yakışmayan davranışlardır ve dil ile söylenenin kalp ile onaylanmadığının bir göstergesidir:

“Birbirinizle ilginizi kesmeyiniz, sırt dönmeyiniz, kin tutmayınız ve haset etmeyiniz. Ey Allâh’ın kulları, kardeş olunuz! Bir müslümanın, din kardeşini üç günden fazla terk edip küs durması helâl değildir.” (Buhârî, Edeb, 57, 62; Müslim, Birr, 23; Ebû Dâvûd, Edeb, 47)

Müslüman; eskilerin deyimiyle üç günlük dünyada, geçici dünya menfaatleri için ebedî mutluluğunu bozacak davranışlarda bulunamaz, en azından bulunmamalıdır:

“Müslüman elinden ve dilinden diğer insanların zarar görmediği kişidir.” (Buhârî, Îmân, 3, Rekâık, 26; Müslim, Îmân, 65; Ebû Dâvûd, Cihâd, 2; Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 9) Bu gerçekleştiği zaman belki de o zaman bayramların ümmete veriliş amacına uygun hareket edilmiş olunur.

BAYRAM BERABER YAPILANDIR

Birlik beraberliğin bir sembolü olarak bayramlar, insanların ve toplumların hayatında önemli roller oynamaktadır. Bayramlar da beraber yapılınca daha güzeldir. Üzüntüler paylaştıkça azaldığı gibi sevinçler de paylaşıldıkça artar. Özellikle Türkiye’de yaşadığı hâlde başka ülkelerdeki bazı gruplara göre hareket ederek oruca başlayan ve yine onlara uyarak bayram yapan kimselerin olduğu bilinmektedir. Bu aynı zamanda müslümanlar arasındaki kardeşlik duygusunun zayıflığını da gösterir. Aynı aileden birisinin oruç tutarken, bir başkasının daha Ramazan ayının başlamadığını söyleyerek oruç tutmaması veya birisinin bayram ederken bir başkasının oruç tutmaya devam etmesi gibi. Bu problem, ilk bakışta küçük gibi görünse de hakikatte kardeşliği zedeleyen ve ayrılık tohumlarını saçan işaretlerdir. Bayramlar, müslümanlar arasında birliğin yeniden gözden geçirilmesi için yılda iki defa verilen fırsatlardır.

Tâbiînden Mesrûk bin el-Ecda’ (v. 63/683); yanında bir arkadaşıyla birlikte Arefe Günü Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın yanına gelir. Âişe -radıyallâhu anhâ- cariyesine;

“–Onlara kavut karıştır ve onu tatlandır; oruçlu olmasaydım ondan ben de tadardım.” der.

Mesrûk ve arkadaşı şöyle derler:

“–Ey mü’minlerin annesi sen oruç mu tutuyorsun? Belki de bugün Kurban Bayramı’dır?”

Bunun üzerine Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle buyurur:

“–Kurban Bayramı; imamın (devlet başkanının) ve insanların çoğunun kurbanlarını kestiği gündür. Ramazan Bayramı; imamın (devlet başkanı) ve insanların çoğunun oruç tutmadığı gündür.” (Abdurrezzak, Musannef, IV, 157, Hadis no: 731)

Tirmizî’nin Ebû Hüreyre’den rivâyet ettiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“Oruç insanların oruç tuttuğu gündür. Ramazan Bayramı insanların oruç tutmadığı gündür. Kurban Bayramı da insanların kurban kestiği gündür.” (Tirmizî, Savm, 11)

Yani bayram beraber yapılandır. Bunda da birliği yapacak, bulunan ülkedeki otoritedir.

YAPILAN İBÂDETİN BİR YILA DENK OLDUĞU AY

Bayram günleri yeme-içme günleridir. Ramazan orucunu topluca tutan müslümanlara, Allah Teâla bayramı bir dinlenme zamanı olarak vermiştir. Hattâ ilmihâl kitaplarında; Ramazan Bayramı’nın birinci günü ve Kurban Bayramı’nın dört gününde oruç tutmanın haram olduğu yazar.

Farz namazlardan önce kılınan sünnetler nasıl o namaza dâhil ise; Ramazan ayından önce ve sonra yani Şaban ve Şevval aylarında tutulan oruçlar da Ramazan ayına dâhildir. Ramazan’dan sonra tutulması tavsiye edilen oruçla ilgili Ebû Eyyûb el-Ensârî’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“Kim Ramazan orucunu tutar, peşinden Şevval ayında da altı gün oruç tutarsa bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi olur.” (Müslim, Sıyâm, 204; Ebû Dâvûd, Savm, 58; Tirmizî, Savm, 53; Ahmed bin Hanbel, III, 308, 324, 344) Ramazan’da oruç tutmak ve akabinde Şevval ayında altı gün oruç tutmak bütün bir yılı oruçlu geçirmeye denktir. Çünkü iyilik on misliyledir:

“Kim iyi bir amel işlerse, kendisine bunun on katı ecir vardır.” (el-En‘âm, 6/160)

Sevbân bin Bücdüd’den (v. 54/674) rivâyet edildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Ramazan’da oruç tutmak on aya denktir. Şevval’de altı gün oruç tutmak da iki aya denktir. Böylece bütün yıl oruçlu geçirilmiş gibi olur.” (Ahmed bin Hanbel, V, 280)

Hadislerde, Ramazan ayından sonra Şevval ayında oruç tutmak ve diğer zamanlarda da Pazartesi Perşembe (Ebû Dâvûd, Savm, 60; İbn-i Mâce, Sıyâm, 42) veya her ayın belirli günlerinde yani hicrî ayların 13, 14 ve 15. günlerinde (Müslim, Sıyâm, 181-182) oruç tutmak tavsiye edilmiştir.

Ramazan’da kazanılan güzel hasletleri yıl içine yaymak gerekmektedir. Bırakılan kötü haslet ve alışkanlıklara tekrar dönmemek gerekir. Ramazan’da sabretmesini öğrendik. Bu alışkanlık hayatımızın her ânını kuşatmalıdır. Teravihler sayesinde özellikle yatsı namazlarına gitmeyi alışkanlık hâline getirdik ve bu güzel hasletler devam etmelidir. İrademiz kuvvetlendi ve irade kuvveti her merhalede hayatımızı kuşatmalıdır. Paylaşmayı öğrendik çünkü Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- orta ve işaret parmağını bir araya getirerek;

“Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himaye eden kimseyle ben, cennette şöyle yan yana bulunacağız.” (Buhârî, Talâk, 25; Müslim, Zühd, 42) buyurdu. Diğer ülkelerde sıkıntı içinde yaşayan müslüman kardeşlerimizin durumuna bakarak, ne kadar büyük nimetler içinde olduğumuzu ve hâlimize ne kadar şükretsek az olduğunu öğrendik. Çünkü, nimetlerin kıymeti bilinmediği zaman Allâh’ın intikamının ağır olduğunun bilinmesi gerektiğini Rabbimiz ilân etmektedir:

“Eğer şükrederseniz size (nimetimi) daha çok vereceğim. Nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7)

Ramazan ayı nâfile ibâdet ve taatlerin yoğun olarak yaşandığı bir aydır. Onları bir aya veya belirli zaman dilimlerine tahsis etmek yerine; zaman dilimlerine yaymak daha uygundur. İbâdetlerde daire şeklinde devam ederek, biri bitince hemen yenisine başlamak gerekir. Tabiri câizse tatil yoktur. Bununla ilgili Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“Allâh’a amellerin en sevimlisi, biri bitince yenisine başlamaktır.” (Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 33)

Selâm ve duâ ile…