BAYRAM’IN DÖNÜŞÜ

YAZAR : Hakkı ŞENER sairimam01@hotmail.com

h_sener_yuzakidergisi-temmuz2015

Odasının bir köşesinde oturmuş, kitap okuyordu. Kapıdan selâm vererek içeri giren oğlunu karşısında görünce, kitap okumaya ara verip onunla ilgilenmeye başladı:

“–Ramazan, geldin mi oğlum? Günün nasıl geçti, neler yaptınız bugün okulda?”

“–Elhamdülillâh, günüm çok güzel geçti babacığım. Derslerim de iyi, bugün sözlüye kalktım, öğretmenimin sorduğu tüm soruları cevapladım. Öğretmenim;

«–Aferin Ramazan!» dedi. Sonra
adımın neden Ramazan olduğunu sordu. Ben de;

«–Ramazan ayında doğmuşum, ondan…» dedim. Sonra;

«–Oruç tutuyor musun?» dedi. Ben de;

«–Evet!» dedim.

«–Ne kadar güzel, Ramazan ve oruç birbirini ne güzel tamamlamış!» dedi. Biliyor musun babacığım orucumu hiç bozmadım…

Ramazan, bu sene ilk defa oruç tutuyordu. Ondan olacak ki heyecanlıydı… Oğluyla konuşurken, bir anda kendisini ta eski günlerde buluverdi. Köylerinde bir âdet vardı. Çocuk, eğer mübârek kabul edilen günlerin birinde doğmuşsa; «Adıyla doğdu.» derlerdi. Cuma gecesi doğmuşsa, Cuma; arefe günü doğmuşsa, Ârif; bayram günü doğmuşsa, Bayram; Ramazan’da doğmuşsa Ramazan adını verirlerdi.

Kendisi de bu geleneğe uyarak oğluna Ramazan adını vermişti. Babası da kendisine; bayram sabahı doğduğu için, Bayram adını vermemiş miydi? Belki de; «Âhir ömrümde güzel günlerini görür de mutlu olurum…» diye umutlanarak oğluna Bayram demişti. Çocukluğunun, gençliğinin geçtiği köyü gözünün önüne geldi. Bayram sabahları arkadaşlarıyla gezdiği, oynadığı; büyüklerinin ellerini öperek onlardan çeşitli hediyeler aldıkları günler…

Yazın kırda, bayırlarda koşuşturduğu günler… Bağlar, bahçeler, evlerinin aşağısından akan dere; her gün üstünü ıslatmış olarak eve dönüp de annesinden azar işittiği anlar… Geçmişe dair ne varsa film şeridi gibi geçip gitmeye başladı. Köyünü ne kadar özlemiş olduğunu fark etti… Uzun zamandır gitmemişti. Hep bir bahane, bir engel çıkmıştı karşısına…

Bayrama iki gün kalmıştı. Köyde tatlı bir telâş, her tarafta hazırlıklar, temizlik, boya-badana; tatlılar, börekler, çeşitli yemekler; herkes gelecek misafirlerini ağırlamaya hazırlanıyordu. Bayramda herkes yakından uzaktan köyüne gelir; dost, akraba, komşu karşılıklı ziyaretleşmeler, ikramlar olurdu. Bayram coşkusunu bütün köylü birlikte yaşamaya gayret ederdi.

İftar saatine yakın, pencerenin kenarında oturan Kadir Bey, karşı dağın eteğinden doğru uzanıp köye gelen yola bakıyordu. Ta uzaktan bir araba çıksa fark ediliyordu. Köyün yolları tozlu olduğundan; arabayı göremese bile, kalkan tozdan yollarda birinin olduğu anlaşılıyordu. Uzun zamandır komşularının bekledikleri, tozu dumana katıp gelmesine rağmen Kadir Beyin evine öyle uzaktan gelen olmamıştı. Kuzinenin üzerindeki yemekleri kontrol etmekte olan Hatice Hanım, bir ara Kadir Beye seslendi;

“–Bey, Arife haber göndermiş; bayramın birinci çok önemli işleri varmış; «İkinci gün sabah erkenden gelirim!» demiş.”

“–Canı sağ olsun hanım, canları sağ olsun. Tek huzurları yerinde, geçimleri iyi olsun da biz de bir gün sonra görüşelim. Arife’m gelir, gelir de Bayram’ım.” dedi.

Tekrar bakışlarını yollara çevirdi. Bayram’ın işi sıkı, kaldığı şehir uzaktı. Kadir Beyin pek umudu yoktu ama yine de yollara bakıyordu.

Bayram, o akşam eve erken geldi. Her zamanki yorgun, bitkin adamın yerinde bu gün oldukça neşeli biri vardı. Daha iftara iki-üç saat vardı. Eşi merak etti:

“–Hayırdır bey, bugün erkencisin ve de çok neşelisin…”

“–Evet hanım bugün çok neşeliyim. Bil bakalım ne oldu?”

“–Nereden bileyim bey, anlatmadın ki…”

“–İşten bir hafta izin aldım. Hattâ patronum, bayram harçlığı olarak ikramiye de verdi! Gelin bu bayram köyümüze gidelim. Sen iftarlığımızı hazırlarken bir yandan da çantalarımızı ayarlamaya bak, sahurda yola çıkıyoruz.”

Gülsüm Hanım çok sevindi, o da uzun zamandır ailesini görememişti. Ramazan, arkadaşlarıyla oynamaya gittiğinden iftar vaktine yakın eve dönmüştü. Babasının evde olduğunu fark edince, o da meraklandı. Çünkü babası çoğu zaman ezan okunurken gelirdi. Arada bir erken gelirdi, o da dışarıda bir işi olup da erken bitirirse patron müsaade ederdi. Sofraya oturdular, ezan okunmak üzere. Bayram, Ramazan’a bakarak dedi ki:

“–Oğlum sana bir sürprizimiz var, yarın köye gidiyoruz. Sahur vakti yemeklerimizi yer yemez yola çıkacağız. Onun için terâvihten sonra oyalanmak yok hemen yatmalısın.”

Ramazan bu habere çok sevindi, öyle ki yemeğini nasıl yediğini fark edemedi bile. Akşam namazından sonra babasıyla birlikte camiye gittiler. Gördüğü arkadaşlarıyla bu mutlu haberi paylaşmak istiyordu. Terâvihten sonra eve gelen Ramazan ve babası, erkenden yattılar. Annesi; hem sahurda yiyeceklerini hem de çantalarına neler konacak onları ayarlarken, biraz geç de olsa o da işini bitirip istirahate çekildi. Ramazan’ın gözüne uyku girmiyordu. Yatağında bir o yana bir bu yana dönüp durdu. Su içme bahanesiyle arada bir kalkıp saate bakıyordu. «Sahura ne kadar kaldı?» diye. Nihayet, her sabah kendilerini uyandıran emektar saatin sesiyle herkes uyandı. Sahur yemeklerini yedikten sonra, biraz oyalanıp sabah namazını kılarak yola çıktılar. Gülsüm Hanım, Bayram Beyin yanına oturdu, Ramazan da arka koltuğa. Arabanın bir sağına bir soluna geçerek etrafını seyretmeye çalışıyordu. Etrafındaki manzara o kadar hızlı kayıyordu ki ayrıntıları bir türlü seçemiyordu. Sanki arabayla değil de kuşun kanadında gidiyorlardı…

Daha iftara bir saat kadar vardı. Kadir Bey; evin önündeki bahçede erik ağacından, yeni yeni kızarmaya başlayan eriklerden topluyordu. Karşı yolda duran bir arabayı fark etti. Baktı arabadan inenler tanıdık gibi. Dikkatlice baktığında arabadan inen ilk kişinin Ramazan olduğunu anladı. Peşinden babası ve annesi… Kadir Bey heyecanlandı, gözleri doldu, burnunun direğindeki sızlamayı hissetti. Eşine seslendi. Biraz da yüksek sesle çağırdığı için Hatice Hanım, bir şey oldu sandı:

“–Hanım!.. Hanım!..”

O esnada pencereye çıkan Hatice Hanım;

“–N’oldu bey?” dedi.

“–Hanım, bayram geldi!”

“–Daha bu gün arife, güneş de batmadı. Henüz son iftarımızı yapmadık…”

“–Hanım, Arife değil. Bayram, Bayram!..”

“–Arife haber yollamış ya bayram günü geleceğim diye. Bey sen, hesabı şaşırdın galiba. Bugün çok mu sıcakta kaldın yoksa? Hem bayram sabah olur, gün batarken bayram mı olurmuş? Daha bayram namazına gideceksin ondan sonra.”

Kadir Bey, eliyle karşı yolu işaret ederek;

“–Yahu Bayram, Bayram!” deyince, Hatice Hanım gelenleri fark etti;

“–Kuzularımm!” demesiyle pencereden kaybolması bir oldu. Koşar adımlarla gelenlere doğru yaklaştı, oğluna, torununa, gelinine tekrar tekrar sarıldı, hepsini bir çiçek koklarcasına teker teker kokladı. Öyle ya gelenler onun gönlünün meyvesi, rûhunun çiçekleriydi…