İsyan, İrade ve Hareket… NURETTİN TOPÇU

YAZAR : Mücahid BULUT mucahidbulut@yandex.com

mucahit_bulut-yuzakidergisi-haziran2015

Yazar, akademisyen ve fikir adamı Nurettin TOPÇU; 7 Kasım 1909’da İstanbul Süleymaniye’de doğmuştur. Esas adı Osman Nuri TOPÇU olup Erzurum kökenli bir ailenin çocuğudur. Dedesi Osman Efendi, Erzurum’un Ruslar tarafından işgali sırasında orduda topçu olduğu için kendilerine Topçuzâdeler lâkabı verilmiştir.

Türkçe muallimi Nafiz Bey sayesinde, kendisinde ölene kadar sürecek Âkif sevgisi başladı. İlkokuldan sonra Vefa İdâdîsinde tahsilini sürdüren Nurettin TOPÇU, birinci sınıfta iken babasını kaybetmiştir. Lise tahsilini İstanbul Lisesinde derece ile tamamlamıştır.

Nurettin TOPÇU; Millî Eğitim Bakanlığının başarılı öğrencileri yurtdışına gönderen uygulamasından yararlanarak, 1928’de Fransa’ya gider. Paris’teki Bordeaux Lisesinde başladığı tahsile, iki sene sonra Strazbourg’da üniversiteyle devam etmiş, Strazbourg’da tamamladığı doktorasını 1934 yılında Sorbonne Üniversitesine sunmuştur. Çalışması; Sorbonne Üniversitesi felsefe jürisi tarafından, yılın en başarılı doktora tezi seçilir. Üniversitenin geleneklerine göre, birinci olan öğrenciler mutlaka ödüllendirilir. Topçu’ya da ödül olarak -gelenek olduğu üzere- bir altın saat, Amerika veya Kuzey Avrupa seyahati teklif edilir. Bu tekliflere Topçu şöyle cevap verir:

–Hiçbiri değil!

–O zaman ne istiyorsun?

–Sorbonne Üniversitesinin giriş ve çıkış kulelerinde yirmi dört saat ay-yıldızlı Türk bayrağının dalgalanmasını istiyorum!

–Derhâl bu isteğiniz yerine getirilecektir!

Nurettin TOPÇU; bayrağımızı Sorbonne Üniversitesinin giriş ve çıkış kulelerinde dalgalandırdıktan sonra, Fransa’da kalmasına yönelik teklifleri kabul etmeyip 1934’te yurda dönmüş ve Galatasaray Lisesinde felsefe öğretmenliğine başlamıştır. Bir sene sonrasında lise müdürünün bazı öğrencilere geçer not vermesi isteğini geri çevirince, düğün günü İzmir Lisesine tayin edilmiştir.

İzmir’de bulunduğu yıllarda; hareket felsefesinden ilhamla, Hareket dergisini çıkarmaya başlamıştır. Derginin 4. sayısında neşrettiği «Çalgıcılar» yazısından dolayı, on sene boyunca çeşitli liselere sürülmüştür. Çünkü bu yazı, Cumhuriyeti kuran kadroya tenkit olarak değerlendirilmiştir. Felsefe doçenti unvanı aldıysa da, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi açıldığında kadroya dâhil edilmemiştir. 1944’te İstanbul Erkek Lisesine tayin edilmiş ayrıca dersler verdiği; Vefa, Haydarpaşa ve İstanbul İmam-Hatip liseleri dışında, emekli olana kadar burada öğretmenlik yapmıştır.

Nurettin TOPÇU’nun muâsırlarından fevkalâde ayrı; “Coğrafya olarak Anadolu’yu, tarih ve kültür olarak Selçuklu-Osmanlı tecrübesini merkeze alan, buradan en geniş ve belirleyici daire olarak İslâm’a ve özellikle tasavvufa intikal eden, batı dünyasına ve insanlık tecrübesine uzanan bütüncül bir düşünce dünyası vardır.”

Fransa’da bulunduğu yıllarda mistisizme olan ilgisi; İslâm tasavvufuna ve özellikle vahdet-i vücûd felsefesine meyletmiştir. Doktora tezinde ve savunduğu ahlâk felsefesinde; Hallâc-ı Mansûr’un, Yûnus Emre’nin ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin etkisi görülür. Fransa’dan döndüğünde çocukluk arkadaşı Sırrı TÜZEER vasıtasıyla tanıştığı, ömür boyu bağlı kalacağı Nakşibendî Gümüşhânevî Dergâhı’nın şeyhi Abdülaziz Bekkine’ye intisâb etmiştir.

Celâl ÖKTEN Hoca’dan İslâmî ilimler, İslâm tarihi, kelâm ve felsefe yönünden faydalanmış, sonrasında İstanbul İmam-Hatip Okulunun açılışı sırasında Hoca ile birlikte çalışarak;

«Bir hareket adamı olacak, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, gösterişsiz çalışkan, ruh cephesinin «maden işçileri» olacak idealist bir nesil» yetiştirmek için çaba göstermiştir.

Topçu, batı medeniyetini demirin terakkîsi olarak ele alır ve bunun insanlığa saâdet getirmediğini ifade eder:

“Demirin hükmettiği insan; dünyaya sahip olmak hırsının da ötesine geçmiş, fezâlara fırlıyor. Tahakküm ve hep saldırma emelleriyle dolan damarlarda merhamet barınamıyor.”

Topçu’nun ağır sanayi ile yükselen medeniyete yönelttiği tenkitler, bugün hayatımızı daha bir saran teknoloji için de geçerlidir:

“Asrımız, karanlık devirlerden biridir. Üç asırlık batı medeniyetinin kahramanları artık yoruldular. İhtiraslarının eseri onları bunalttı. Zekâ ile el ele ilerleyen zevklerin yücelttiği demirin ağır gölgesi, leş gibi ruhlarının üzerine çöktü. Şimdi bu leşi kaldırıp atacak yer bulamıyorlar, ne de bunu yapabilecek kuvveti. Kendisini hükümdar sanan insan; önce esiri sandığı demire, şimdi kendisi esir oldu. Medeniyet sarayının ışıkları ruhları aydınlatmıyor artık.”

Topçu; meseleleri genelde ahlâkî ve rûhî açılardan değerlendirmiştir. Yıkılış adlı eserinde XX. asrın ruh, ahlâk ve aile üzerindeki etkilerini şöyle anlatmaktadır:

“XX. asır, sadece evvelki medeniyetlerden ayrılmakla kalmadı; evvelki medeniyetlerin bıraktığı rûhî ve ahlâkî temelleri yıktı. Batı eşiğinde ona el açarak bekleyen doğu dilencilerinin kendi tarihleri ile vâris oldukları; gelenekleri, inançları, kaideleri, nassları ve örflerini asrın seli korkunç bir hırs ve hızla sömürürcesine devirmektedir.

Aile kendi çatısı altında daha dağılmadan çürütüldü. Ana-babalar, çocuklarının ahlâkına istikamet vermek şöyle dursun, onların heveslerinin hizmetindedirler. Evlâdının iç hayatını yoğurmak için en ufak emeği esirgeyen, sade onların ceplerine dolacak madde saâdetlerini emel edinen aileler, kendi yavrularının katili olduklarını bilmelidirler.”

Başka bir eserinde ise, çare olarak sunduğu ruh temizliği ile îman arasındaki ilişkiye şöyle temas etmiştir:

“Îman sahipleri, ruhları kuvvetli olanlardır. Ruh için bir hastalık ve sefâlet kaynağı olan; kibir, hiddet, kin, korku, tahammülsüzlük hisleri gibi menfaat ve kazanç hırsları, bencillik ve üstünlük, şeref ve zafer iddiaları da hep îman mahrumluğundan veya zayıflığından doğma hâllerdir. Sonsuzluk kaynağından ruhlarına kuvvet alanlar yani îman sahipleri; bir belâ, bir musibete uğradıkları zaman sabredenler, kendilerine fenalık yapanları affedenler ve her hâllerine şükredenlerdir.”

30’u aşkın kitap, 1939’dan 1975 yılına kadar sayısız makale yazmış olan Nurettin TOPÇU; anarşizme karşı isyan ahlâkını, sosyalizme karşı ahlâkî cemaati savundu ve Türk münevverini, yabancılaşmaya karşı öz kültüre sahip çıkmaya davet etti.

Yakalandığı pankreas kanseri sebebiyle, 10 Temmuz 1975’te vefat etmiştir. Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Topkapı’daki Kozlu Kabristanı’na defnedilmiştir.