Affın ve Merhametin Tuğyan Hâlinde Olduğu BİR RAMAZÂN-I ŞERİF

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

myhammet-ali-esmeli-yuzakidergisi-haziran2015
Çileler, zulümler, feryatlar ve acılar dünyasında;

Tıpkı dumandan boğulan bir odaya nefes aldıran bir pencere açılmış gibi;

Büyük bir sevinç ve heyecan kaplar gönülleri…

Hayatın en olumsuz ahvâline karşı bile, birdenbire ümit parıltıları gözleri doldurur.

Daralmış yüreklerde ayrı bir ümit, mazlum yüreklerde ayrı bir ümit, perişan ruhlarda ayrı bir ümit, günahkâr nefislerde ayrı bir ümit, muhtaçlarda ve gariplerde ayrı bir ümit belirir. Yetim özler, solgun yüzler, kırışmış alınlar ve dert yükünden bağı çözülmüş dizler düzelmeye başlar. Istıraplar içinde sadece ağlayan sancılı bakışlar bile tebessüme dönüşür.

Gönül sofraları kurulur; iftar ve sahur nasipleri, hem bedenlere hem ruhlara ikram olunur.

Çünkü;

Sayısız yaralara ve iniltilere şifâ olacak bir lutf-i ilâhî, yeryüzünü sâyesine almıştır.

Bu, Cenâb-ı Hakk’ın özel keremidir.

Ramazân-ı şeriftir.

Odur;

Af ve merhametin coştuğu mübârek ay.

Kur’ân ve rahmet ile iç içe.

İbâdet ve mükâfat ile iç içe.

İnfak yarışı ve mahrumları kucaklama ile iç içe.

Kulluk ve takvâ ile iç içe.

Zaten;

Ramazân-ı şerîfi muhterem ve mübârek kılan da bu.

Ondaki müstesnâ özellikler.

Bu itibarla;

Ramazân-ı şerîfi değerlendirmek, onun nasıl bir mahiyet olduğunu idrake bağlı.

O nasıl bir ay?

Nasıl yaşamamız gerektiğinin ifadesi bir ay.

Özetle;

Kulları, olması gereken hâle dönüştüren ve onlardaki günahı sevaplarla değiştiren bir bakıma ilâhî bir eğitim hamlesi. Zâhirleri de bâtınları da en mükemmel sıhhat ölçüleriyle şifâya kavuşturarak gönülleri de akılları da eğiten ilâhî bir tedâvî.

Onun bu hikmet ve hakikatini en fazla bugün anlamaya ve idrak etmeye muhtacız.

Çünkü;

Yıllardır neslimizin üzerinde esen, dünya ve âhiret dengesini tahrip edici kasırgalar ve yıkıcı depremler; çok felâketlere sebep oldu. Kaç kuşaktır nice tertemiz beyinler; kendi kimliğine uzak yapılara dönüştü, kirlendi. Şekillerden şuurlara kadar başkalık dönüşümleri yaşatıldı. Giysilerden düşüncelere kadar neler neler yabancılara dönüştürüldü. Evler ve caddeler yabancılara dönüştürüldü. Hissiyat ve hevesler yabancılara dönüştürüldü. Hedefler ve gayeler, kezâ. Yetmezmiş gibi bir de tarih meydanında dağ gibi başlara, yavaş yavaş fareye dönüşme aşıları yapıldı. Sonra bunlar yüzyıllardır müslüman olan nice evlâda benimsetildi. Vah ki kimileri de, bunu kendi hayat felsefesi gibi sahiplendi. Boynu tasmalı, kulağı asmalı bir kafayı savunan tipler çıktı. Başını kirli çorapların örgüsüne benzeten ve ayak altında kendini ispata çalışan şaşkınlar çıktı. Ahlâksızlık ve günaha kapı açabilmek için onları kendi özel dünyası diye lâflayan akılsızlar çıktı.

Hepsinden acısı;

Bu ters dönüşümü, erbap görünen bazılarının da olduğu gibi kabullenmesi. Bir bakıma yenilmişlik ve vaziyeti aşamamak psikolojisi içinde zararlı ve virüslü bir kabulleniş bu. Tıpkı; «Yamuk ve uygunsuz ama hiç olmasa benim takımımı tutuyor ya, bu yeter!» şeklinde çürük bir taraftarlık kabullenişi! Maalesef, eğitim adına bazı yapılan işler ve çalışmalar da, bu muzır kabullenişin garsonluk hizmetlerinden ibaret.

Oysa;

Bütün bozulmuşluklar, asla kabullenmişlik ile değil, onları düzeltmek ve orijinal hâle dönüştürmek hamleleriyle karşılanmalı. Gençliği kuşatan ve gittikçe yaygınlaşan sinsi yanlışlar da, kesinlikle kabullenmişlik ile değil, sadece doğrusuna dönüştürmek gayretiyle göğüslenmeli. Neslin arasında tip tip yabancı portrelerin yer alması da, hiçbir şekilde normal görmek ve kabullenmek ile değil, ecdadına ve öz benliğine dönüştürmek kararlılığı ile püskürtülmeli.

Yani hayrın şerre değil şerrin hayra dönüşmesi sağlanmalı.

İşte Ramazân-ı şerif, bunun tâlimi.

Hadîs-i şerifte buyurulur:

“Ramazan ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.” (Buhârî, Savm, 5, Bed’ul-halk, 11; Müslim, Sıyâm, 1, 2)

Mânidar:

Şeytanlar bağlı, cehennem kapalı, cennet açık.

Bize denilmiş oluyor ki:

“Ey insanlar! Siz de ilâhî rızâya ermek için nefislerinizi bağlayın, cehenneme düşürecek işlerin kapılarını kapatın, bir ömür cennetlik amellerin kapılarını açık tutun! Gülbahçesini ateşe değil, ateşi gülistana dönüştürün. İslâm ahlâkını yabancı heveslere değil, onları İslâm ahlâkına dönüştürün!”

İşte Peygamber emri:

“Sizden kim bir kötülük görürse (seyirci kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. Gücü yetmezse lisanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu ise, îmânın en zayıf mertebesidir.” (Müslim, Îmân, 78)

Düzeltmek diye çevrilen kelimenin asıl yapısında dönüştürmek mânâsı daha hâkim.

Yani bu;

Kötülüğü iyiliğe, yanlışı doğruya, şerri hayra, bozuğu sağlama, çirkini güzele, günahı sevaba, yabancılığı dostluğa, uzaklığı yakınlığa dönüştürmek.

Bu gaye etrafında gayret, Hazret-i Peygamber’in vazifesinin de özü oldu. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; Rasûl-i İlâhî olarak vazifesine besmele çektiği günden itibaren, sabır ve sebatla içinde, bulunduğu toplumu bâtıldan Hakk’a dönüştürmek için gecesini gündüz etti. Zulümden adâlete dönüştürmek için vazgeçmeyen bir irade sergiledi. Şirki ve bozulmayı, onlar hangi kılıflara sarılırsa sarılsınlar, asla kabullenme noktasında olmadı, illâ hidâyete ve rahmete, doğruya ve istikamete dönüştürdü.

Hiç esnemedi, öyle ki, dünyanın en güzîde, en güvenilir, en geçimli ve en muhterem insanı olmasına rağmen, bu yüzden O’nu öldürmeye bile yeltendiler. Çünkü O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ilâhî dönüşmeyi lâfta değil, ruhlarda ve gönüllerde sarsılmaz bir mücadele hâlinde gerçekleştiriyordu. Kötülerin keyifleri kaçsa da. Gafiller ağır şekilde eleştirse de. «Bu işten vazgeçmezsen, bizi de kabullenmezsen, sana inanmayız, dışlarız!» deyip boykot etseler de. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her tazyiki süpürdü. Nihayet ulaştığı muhteşem neticeler; işte bu gaye, bu gayret, bu dirâyet ve bu mücadelenin meyvesi oldu.

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- biliyordu ki;

Mikrobu kıramayan bir ilâç, gerçek bir şifâya vesile olamaz. Şerre geçit verenler, sağlam bir hayrı inşâ edemezler.

Hâsılı;

Ramazân-ı şerif, Efendimiz’in işte bu hakikatine dair en berrak bir ilâhî ayna ve nasip. Bu sebeple çok çok değerli ve mükâfatı da çok özel.

Ne mutlu hakkıyla değerlendirebilenlere!

Ne mutlu yüce istikamete doğru büyük dönüşümler gerçekleştirebilenlere!

Yâ Rab!

Nasîb eyle!

Âmîn…