Şanlı Mâzimizden Seçme Nükteler – Bir Dirhem Binleri Geçer
YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com
Osman bin Affân -radıyallâhu anh- ashâb-ı kirâmın önde gelenlerinden olup, ilk müslümanların dördüncüsü ve Hulefâ-yı Râşidîn’in üçüncüsüdür. 574 senesinde Mekke’de dünyaya geldi. Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- müslüman olunca, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu kızı Rukıye’yle evlendirdi. Rukıye -radıyallâhu anhâ- vefat edince, Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- onu diğer kızı Ümmü Gülsüm -radıyallâhu anhâ- ile evlendirdi. Bu sebeple iki nur sahibi mânâsına gelen «zinnûreyn» lakabı ile anıldı.
Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, zengin bir tâcirdi. Medine’de müslümanların ihtiyaçlarını giderir, hiçbir fedâkârlıktan kaçınmazdı. Onun zenginliği ve edebi Allah Rasûlü tarafından medhedilmiştir.
Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, 644 senesinde halîfe seçildi. Onun zamanında ordudaki asker sayısı daha da arttı ve fethedilen topraklar genişledi.
12 yıl süren hilâfeti müddetinde yaptığı mühim hizmetlerden biri de Mushaf hâline getirilmiş olan Kur’ân-ı Kerîm’i çoğaltarak çeşitli merkezlere dağıtmasıdır.
Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, 17 Haziran 656’da âsiler tarafından şehîd edildi. Kabri, Cennetü’l-Bakî’dedir.
***
Bir gün bir zât Hazret-i Osman’a gelerek şöyle dedi:
“–Ey mal sahibi zenginler! Bütün hayrı alıp götürdünüz; malınızdan tasaddukta bulunuyor, köle âzâd ediyor, hacca gidiyor ve infak ediyorsunuz!”
Hazret-i Osman;
“–Siz gerçekten bize gıpta ediyor musunuz?” diye sordu.
O zât;
“–Evet, vallâhi size gıpta ediyoruz!” deyince Hazret-i Osman şu cevabı verdi:
“–Allâh’a yemin ederim ki bir kimsenin zorluk çekerek infak ettiği bir dirhem, çok malın bir kısmından infak edilen on bin dirhemden daha hayırlıdır.”
BAHTÎ
Sultan I. Ahmed Han, 28 Nisan 1590’da Manisa’da doğdu. Şehzadeliğinde devrin âlimlerinden ileri seviyede eğitim alan Ahmed Han, sanata ve edebiyata düşkündü. Şiirin yanında hat sanatıyla da yakından ilgilendi. Devrinde Şeyhülislam Yahya, Nef’î ve Nergisî gibi büyük edebî isimler yetişti.
Babasının vefatı üzerine 14 yaşında tahta geçerek 14 yıl padişahlık yaptı. Tahta geçtiğinde Osmanlı Devleti doğuda İran, batıda ise Avusturya ile harp hâlindeydi. Anadolu’da Celâlî isyanları kol geziyordu.
Ceddi gibi dünyaya ehemmiyet vermeyen Sultan I. Ahmed, gece uykusu teheccüdden alıkoymasın diye kıldan bir hırka giyerek istirahat ederdi. Sultanahmet Camii vb. birçok hayır müessesesi inşa ettiren Sultan, kendi devrinde yaşayan Aziz Mahmud Hüdâyî, Şeyh Abdülmecid Sivâsî ve Cerrah Paşa Şeyhi gibi mâneviyat erenleri ile teşrîk-i mesâî hâlinde bulunurdu.
Sultan I. Ahmed yakalandığı tifüs hastalığından dolayı 21 Kasım 1617 yılında 28 yaşında vefat etti. Kabri, yaptırdığı Sultanahmet Camii yanındaki türbededir.
***
Onun hizmetinde bulunan yakınlarından Hasodalı Yusuf Ağa anlatır:
Padişah abdest alırken, suyu ben dökerdim. Sultan, en soğuk kış günlerinde bile soğuk su ile abdest almak isterdi. Bir gün suyu dökeceğim sırada padişah;
“–Ayaklarım hamal ayağı gibi çok büyük değil mi?” diyerek latîfe yaptı. Ben de bunun üzerine:
“–Padişahım! Meşhur meseldir, ayağı büyük olanın bahtı açık olurmuş…” deyince Padişah:
“–Belî, bilirüm. Bahtî mahlâsını ol sebepten aldum.” diye gülerek karşılık verdi.
KÂĞIDA NİSBETLE
Kemalpaşazâde Ahmed Şemseddin Efendi, 1468’de Tokat’ta doğdu. Fatih Sultan Mehmed devri ileri gelen âlimlerinden Kemal Paşa’nın torunudur. İbn-i Kemal, ailesinin yanında iyi bir eğitim aldıktan sonra, baba mesleği olan askerliği seçti. Bir müddet askerlik mesleğini icra ettikten sonra bir sefer esnasında Molla Lütfi’ye gösterilen saygının büyüklüğünü görünce onun gibi bir âlim olmaya karar verdi. İbn-i Kemal, sefer sona erdikten sonra Edirne’ye gitti ve Molla Lütfî’nin ders halkasına katıldı. Büyük bir gayretle ilme sarılan İbn-i Kemal, kısa sürede ilimde büyük mesafe katetti. İbn-i Kemal altı yıl Molla Lütfi’nin ilim halkasında kaldı. 1498’de Molla Lütfi’nin ölümünden sonra Muslihiddin Mustafa Kestelli, Muhyiddin Mehmed Hatipzâde ve Sinâneddin Yûsuf Muarrilzâde’den ilim tahsil etti ve müderris oldu.
1516 yılında Çaldıran Seferi dönüşü Edirne Kadılığına ve Anadolu Kazaskerliğine, 1526’da şeyhülislâmlığa tayin edildi.
Fakih, tarihçi, müfessir, kelâmcı, edebiyatçı ve şair olan Şeyhülislâm İbn-i Kemal, Mayıs 1536’da vefat etti. Kabri, Edirnekapı’da Emir Buhârî Camii’nin yanındaki Mahmud Çelebi zâviyesindedir.
***
Yavuz Sultan Selim gibi bir cihan padişahının iltifatlarına mazhar olan İbn-i Kemal, devrin yetiştirdiği kemal sahibi âlimlerimizdendir.
Osmanlı şeyhülislamlarının en büyüklerinden biri olan İbn-i Kemal sadece Osmanlı ülkesinde değil, İslâm âleminin her tarafında tanınıyor ve seviliyordu. İki yüzden fazla eser kaleme aldığı rivâyet edilmektedir.
Hoşsohbet, hazırcevap, mütevâzı, yumuşak huylu bir zât olan İbn-i Kemal bir ara insanlık icabı hafifçe gurura kapılır, derin ilmiyle iftihar etmeye başlar. Bir gün karşısına mâneviyat erenlerinden biri çıkar ve şöyle sorar:
“–Üstâdım! Allâh’ın ilmiyle mahlûkatın ilmini bana kıyas yoluyla anlatır mısınız?
İbn-i Kemal önünde duran büyükçe bir kâğıdın tam ortasına bir nokta koyar.
“–Allâh’ın ilmi bu büyük kâğıda nisbet edilirse, mahlûkun ilmi şu nokta kadar kalır.” der.
Bu cevaptan hoşlanan gönül ehli o zât, bu sefer şu suali sorar:
“–Peki, sizin ilminiz bu noktanın neresinde kalıyor?
Her soruya cevap veren devrin allâmesi, susmak zorunda kalır ve hatasını anlar. (Dursun GÜRLEK – Çınar altı kitap sohbetleri)
HAMLIK YETMEZMİŞ GİBİ
Abdülhak Hâmid TARHAN, 5 Şubat 1851’de İstanbul’da doğdu. İlk tahsiline Evliyâ Hoca, Bahâeddin ve Hoca Tahsin Efendi gibi özel hocalarla başladı. Tahsiline Paris’te devam etti. İstanbul’da Fransız mektebinde hocalığa başladı ve Fransızcasını ilerletmek için Bâbıâlî’de tercüme odasında çalıştı. İran’a giderek 1,5 sene özel olarak Farsça dersleri aldı. Babasının 1867’de vefatı üzerine İstanbul’a döndü.
1876 senesinde, hâriciyecilik yaptı. Paris Sefâreti ikinci kâtipliğine tayin edildi ve iki buçuk sene burada vazife aldı.
Cumhuriyetin ilânından sonra 1928 senesinde İstanbul milletvekili seçildi ve ölünceye kadar milletvekili olarak kaldı.
Abdülhak Hâmid TARHAN, 12 Nisan 1937’de Maçka Palas’ta hayatını kaybetti. Zincirlikuyu Asrî Mezarlığı’na defnedildi.
***
Harf inkılâbından sonra Lâtin alfabesine geçilince şairin aslında «Hamid» olan ismi «Hamit» olarak yazılmaya başlanmıştı.
Buna üzülen şair;
Adımızdaki «ham»lık yetmezmiş gibi yeniyetmeler sonuna bir de «it» eklediler diye sitem etmiş.