MUHABBET TERENNÜMLERİ

YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

n_s_cevikoglu

Ey İnsanlığın Efendisi! Ey Sevgililer Sevgilisi! Bütün güzellikler ve seçkin özellikler yalnız Sen’de toplanmıştır. Sen ki daima; «Ümmetî!.. Ümmetî!..» deyip asla; «Nefsî!.. Nefsî!..» demeyen Hâtemü’l-Enbiyâsın… Sen ki, Sidretü’l-Müntehâ’nın müntehâsısın…

Ey en büyük Mücâhid Kumandan! Sen ki kendin gibi nice komutanlar yetiştirdin. Mus‘ablar, Amr bin Âslar, Halid bin Velidler, Üsâme bin Zeydler -Allah hepsinden râzı olsun- Sen’in izinden gelen büyük mücâhid komutanların idi.

Ey Ufuk İnsan! Ey En Sade Kul! O korkunç mahşer gününde tek tutunacak dalımız, Efendimiz, Peygamberimiz -aleyhissalâtu vesselâm-… Kalplerimiz sevginle dolsun, sevgin sevgimiz olsun, yüreklerimiz doyumsuz muhabbetine kansın.

Ey kırık gönüllerin yapıcısı, bizi Hakk’a götüren rahmet kapısı! Sen ki dîn-i mübîn-i İslâm’ı tamamen hayatında billûrlaştırmış olan Habîb-i Kibriyâ idin… Allah -azze ve celle-’nin nûrunu cihana ulaştıran en büyük tebliğciydin. Sen örnek alınacak en kâmil rehber, güvenilir en emin lider ve tek önderdin. Bağrı yanık nice âşıkların Sen’in için ne ağladılar ve nice sâdıkların Sana yürek bağladılar ey Nebîler Nebîsi… Şimdiye kadar rüzgarlar Sen’in yâdınla esti, bulutlar Sen’in rahmetinin hatırına yeryüzüne rahmet oldu. Ay ve yıldızlar Sen’in gibi eşsiz bir güneşten ışığını aldılar Ey Kâinâtın Güneşi… Yolun yolumuzdur ve yoluna canlar kurban…

Sen’in gül kokunun bulunmadığı yerde; mahlûkat lâl kesilir, çiçekler açmaz, bülbüller ötmez, leylekler uçmaz. Nûruna pervâne olmayan rûz-i mahşerde kurtulamaz. İzinden yürümeyen huzura kavuşamaz. Sen ki, kutsî hükümlerin ilâhî güzelliğini yüreklerimize akıttın. Ruhlarımıza sonsuzluk aşkının esrârını öğrettin. Sen yokken bizce farkı yoktu gece ve gündüzün. Karanlık gecelerimizi seherin nurlu aydınlığına çevirdin. Gündüzlerimiz bizim için vahyin aydınlığında bereketlenerek farklı bir ecir kaynağı oldu. Sen inanan gönülleri sonsuzluk iklimine ulaştırdın. Sen olmasaydın, dünyadaki dik yokuşları çıkamazdık. Dertlerimize çare bulamazdık. Sen, karanlık gecelerimize ışık oldun. Sen’inle kışlarımız bahara döndü.

Sen’in her kelâmın bizim için hak ile bâtılı ayıran bir kıstastır. Çünkü insanlığa takdim ettiğin hakikatler, ibresi şaşmayan adâlet hükümleriydi. O hakikatler; susuzluktan çatlamış dudaklara âb-ı hayat, ıstırap ve acı ile kıvranan yüreklere ilâç oldu. Güdükleşen gönüller, çoraklaşan ruhlar; âdeta vahiy zemzemiyle yeniden dirildiler, doğruldular, Hakk’ı yüklendiler sonra da büyük bir aşkla, şevkle Hakk’a yürüdüler. O kutsîler, hayatları boyu hep Hakk’ı ihyâ ettiler. Ey «Kâinâtın Övüncü!» Sen yokken insanlık öksüz ve yetimdi. Sen; küfrün, inkârın yakıcı sıcağından insanları îmânın serinliğine, İslâm’ın meltemine kavuşturdun.

Her yol Sana çıkıyordu. Umutsuzların ümidiydin. Çaresizlerin çaresiydin. Cehâlet denizinde yüzenlerin karanlık hayatları, aydınlık gelecek oldu. Köleler; hür iradeye, hür vicdana erişti, herkesle eşit bir hayata kavuştu. Sen’inle kalplerde îman tomurcukları yeşerdi. İhlâsla, takvâyla, verâyla o tomurcuklar güllere inkılâb etti. Goncadaki dikenler Rabbânî terbiyeyle gül râyihalarından nasiplendi zira gül bahçesinde ancak gül derilirdi.

Sen’in rahmet ikliminde insanımızı ve insanlığımızı yeniden keşfettik. Hâlbuki o devirler; zulümden, cehâletten bütün insanlık kan ağlıyordu. Kız çocukları toprağa yem oluyordu. Sen’in getirdiğin hidâyet, rahmet ve bereket yağmurlarıyla o çorak topraklar, tekrar münbit hâle geldi. İnşâallah madde ve mânâ ikliminde yeniden doğacağız. Zamanın ve zeminin her ölü noktasına İslâm’ın feyiz dolu esintilerini üfüreceğiz. Gül yüzlülerin gözyaşlarıyla sulanmış güller yetiştireceğiz. Gülce tebessümlerle gül fidanlarının goncaya durmasını bekleyeceğiz. Tebliğ ve terbiye sabrının hitâmında eğrilikler doğrulacak, eksikler tamamlanacak, bahar gelecektir bi-iznillâh…

Sen ey Müslüman! Kalk artık, uyuduğun uyku yeter, gözlerimiz yollarda Sen’i bekliyoruz. Çıkmaz sokaklarda boşa dönüp durma, lüzumsuzluklarla zihnini beyhûde yorma. Eğer bugün geleceğe dair umudun yoksa, hâlinden memnun değilsen, huzursuzsan haydi artık kendini bir muhasebeye tâbî tut. Yanlışlarının, hatalarının, günahlarının bilânçosunu çıkar, hesabı öde, kurtul, hayatına tertemiz bir sayfa aç. İnsanlığın Efendisi’nin muhabbetiyle çorak gönlünde yepyeni aşklar devşir. «Muhammedî aşk»tan nasiplenenler, kutsî davranışlarla şekillenirler, akıllarını nûrânî kalbin emrine verirler böylece akıl ve ruh birlikteliği ile ötelere yelken açılır. Hacer Annemiz gibi zemzeme kavuşulur, kevsere ulaşılır.

Muhabbetinde «sıddîk» olanlar, sevdiğini «Halil»ce sevenler, yolunda «Emîn»ce gidenler Hakk’a ve Habîbullâh’a «habîb» olurlar. İlâhî aşk menzilinde istikamet «Muhammedî sevgi»dir. Muhammed -aleyhisselâm-’ı sevmek, O’nun hâliyle hallenmekten geçer. O’nu sevmek, O’nun sevdiklerini sevmekle isbât-ı vücut bulur. O’nu seven O’nun evlâd u iyâlini, dostlarını, ashâbını sever. Hakk’ı, hakikati sever; doğruluğu, düzeni, intizamı, ahlâkı, ahlâklı olmayı sever. Diğer sevgiler; «Muhammedî sevgi»nin yanında sönük kalır. Sözler O’nun muhabbeti ile tatlanır.

Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,
Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl?
(Bezm-i Âlem Vâlide Sultan)

Muhammed muhabbeti var olan her şeye mânâ kazandıran engin bir sır hazinesidir. Eşyanın rûhu, esmânın nûruyla birleşince mânâ âlemine yükseliş başlar. Zâtî sıfatlar bâtınî sıfatlarla hemdem olunca asıl yaratılış gayesi idrak edilir. Bu idrak, mâşuku Muhammedî aşka vâsıl eder. Enâniyet yanar kül olur, nefs dizginlenir. «Gül Yüzlü ve Gül Sözlü»ye gönüller râm olur. Doğrusu hepimiz böylesi râm oluşa sevdalıyız.

O’nsuz zaman, zemin, mekân hattâ insan hayatiyetinin ehemmiyeti olmaz. Her şey O’nunla değerlidir, yürekler O’nun sevgisiyle diridir. Sevgi varlığın şifresidir. O’nun varlığı insanın var oluş vesilesidir. O muhabbet fedâîsine vakfedilen muhabbetin derecesi, mü’minin îmânı ölçüsüncedir. Kalplerimizin her dâim O’nun sevgi ve muhabbet kıvılcımlarıyla coşması, en büyük temennimizdir. Yaman Dede gibi diyelim bizde:

Ezel bezminde bir dinmez figandım yâ Rasûlâllah!
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûllâllah!