Hayat Yolculuğunda UNUTAMADIĞIM KARELER -3-

YAZAR : Mehmet MENCET

m_mencet

Mâzîde tanıştığınız insanlardan kimi vardır ki; onunla ilgili bir şeyler hatırlayınca, ismiyle-cismiyle sanki karşınızdadır. Kimi de var ki, beraber yiyip içmişsinizdir. Fakat hâfızanızı zorlasanız da ismi bir türlü hatırınıza gelmez. Demek ki o, günlük hayatımızdaki; sıradan, gönülde yer etmemiş kişilerdendir…

Rahmetli Urfalı Esad Ağabeyimiz unutulmayacak güzel insanlardan… Çocuklarını ziyarete gelen bir baba şefkatiyle, tayin olduğumuz her yere gelir ama bir geceden fazla kalmazdı.

Adana’nın Kozan ilçesine gidince, Urfa’ya biraz daha yaklaştık. Birkaç gün tatilimiz vardı, sıla-i rahim kabîlinden onu da ziyaret etmeyi düşündük, Urfa bizim için memleketimiz gibiydi. Telefon ettik. Urfa’nın tabiriyle;

“Başım-gözüm üstüne! Buyurun…” dediler. Yola çıktık.

Meğer o gün ailece kaplıcaya gideceklermiş; valizler hazırlanmış, günlerce evvel randevu alınmış. Yakınları;

“–Onlar yabancı değiller; öbür hafta veya başka zaman gelsinler, her zaman kaplıcaya gidilmiyor. Hem senin de ihtiyacın var. Belki bu fırsatı bir daha yakalayamayız.” dedilerse de o mübârek;

“–Mehmet Bey devlet memuru, her zaman izin alamaz.” deyip valizini boşaltmış.

Ne zaman gitsek, o kapı daima güler yüzle açılır; eşi, çocukları, akrabaları sanki uzaktan gelen çok yakın akrabaymışçasına samimî ve sıcak bir şekilde bizlere kucak açarlardı. Rahmetli annesi de Mehmet PARMAKSIZ Ağabey’in evindeymiş. Biz daha onu ziyaret etmeden; yaşlı olmasına rağmen, günlerdir de dışarı çıkmadığı hâlde nefes nefese bizi görmeye gelmesi unutulacak bir şey değil. Bazen arkadaşlarımızı bile götürdüğümüz olurdu.

Hilvan’a tayinimiz çıktığında; alışveriş, kıyafet vs. için Urfa’ya gittik. Hiçbir yeri bilmiyoruz;

“–Bize tavsiye edebileceği bir yer var mı?” diye sorduk. O yıllarda Sümerbank dışında taksitli alışveriş imkânı yoktu. Biz de oradan almayı düşünmüştük. Hazır giyim bu kadar bol değildi. Bize cevabı;

“–Lâzım olan şeyleri benim dükkânımdan alın, olmayanlar içinse…” deyip kasayı açtı. “Buradan istediğiniz kadar alabilirsiniz. Hiçbir yere borç, taksit yaptırmayın.” dedi.

Evi zaten tarihî bir binaydı, âdeta kervansaraydı. Şimdi koruma altına alınmış. Her gelen misafir orada ağırlanır; çoluk çocuk herkes, misafiri memnun etmek için seferber olurdu. Bunlar unutulur şeyler değil… Gurbettesiniz, fazla imkânlarınız, tanıdıklarınız yok. Yazın bağ evlerine götürür, çiğ köfteler, tatlılar… Doyumsuz sohbeti ve yanık yüreğiyle söylediği ilâhîler… O ilâhîleri ne zaman dinlesem gözlerim dolar. Orada kaldığım müddetçe hiçbir hukukî konuda talebi olmadı, duyurmadı bile. Aradan epey zaman geçtikten sonra, başkalarından duyar;

“–Ağabey neden söylemediniz? Yardımcı olurduk…” derdim. Büyük insanların büyük bir yeri var.

Şu duâsı her zaman hatırımdadır:

“Rabbim sevdiklerinin hüsn-i zannına bağışlasın.”

En son umreye gidişleri de bir vedâ niteliğindeydi. Her umre veya hac dönüşü yemekler yedirir, duâlar ettirir, aileyi bir araya toplardı. Bu sefer, tersine; gitmeden önce yapmak istemiş;

“–Neden böyle, yine gelince yaparız.” dedilerse de;

“–Şu kötü babanızı idare edin.” diye güler yüzle iknaya çalışmış. Nihayet umre bitip bir Cuma günü Mîrac Gecesi gözyaşları ve hıçkırıklarla dolu duâlarla -âdeta vedâ tavafını yapıp- hiç kimseyle konuşmadan Medine’ye yolculuk için otobüse bindikten yarım saat sonra, rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş. Geri getirilip Mekke’de toprağa verilmiş. Musa Efendimiz aynı saatlerde Medine’de;

“Esad’ımız şehid oldu.” buyurmuşlar. Biraz sonra telefonla bildirilmiş. Esad Ağabey’in ailesine başsağlığı dilerken, kızların miras hukukuna dikkat edilmesini hatırlatmışlar.

Urfalı bir komşumuz vardı;

“–Urfa’nın insanlarının neden bazıları melek gibi, bazıları da ne kadar acımasız!” dediğimde;

“–İyiler Hazret-i İbrahim’in, diğerleri de Nemrut’un soyundan.” derdi.

Harrânî Hazretleri, Urfa’nın büyüklerinden bir hak dostu. Sevdiği evlâtlarından biri sigara tiryakisi. Bir gün sohbetinde devamlı, sigaranın dünya ve âhiretteki zararlarından bahsediyor. İstiyor ki herkes kendiliğinden kıssadan hisseyi alsın, ama alışkanlıklardan vazgeçmek kolay değil. Gözünün içine baka baka söyleyince;

“–Bana mı diyorsunuz efendim?”

“–Evet sana söylüyorum. Saatlerdir kime söylüyorum ya?”

“–Peki efendim, şu andan itibaren sigarayı bırakıyorum.” diye tabakayı boşaltır. Harrânî Hazretleri;

“–O tabakayı da at!” deyince;

“–Efendim o çok kıymetlidir, gümüş işlemeli, şöyle, böyle…» diye özelliklerini saymış. Mübârek birden öfkelenmiş;

“–Peygamber Efendimiz’e; altının erkeklere haram olduğunu bildiren âyet geldiği zaman herkes altınlarını attı da sen şu ufacık gümüş kutuyu mu atamıyorsun?” demiş.

Hakkımızda ne hayırlı ne hayırsız biz bilemiyoruz, ancak Rabbim neylerse güzel eyler. Hilvan’a hiç istemeden gittik ama, çok güzel insanlarla karşılaştık. Gönül dostlarımız oldu. Savcı Mehmet TEMİZ Bey kardeşimle birlikte çalıştık, çok güzel hâtıralarımız oldu. Her fırsatta görüşmeye çalıştık, tayin olarak gittiğimiz her yerde birbirimizi ziyaret ettik, bir gün İstanbul’da buluştuk.

Rahmetli Sâmi Efendi Hazretlerini ziyaretten sonra;

“Burada Kayserili Cemil Baba isminde bir Allah dostu var, onu ziyaret edip duâsını alalım.” dedi. Yanımızda bir de astsubay bir arkadaşla gittik. Kendisi bir kanepe üzerine oturmuş elindeki bisküvileri çayına batırıp yiyordu. Selâm verdik:

“Yağacak yağacak, her tarafı sel alacak.” dedi. Önce anlamadık. O yıl Türkiye büyük bir kuraklık içindeydi. Gerçekten de birkaç gün sonra her tarafta seller oldu…

İkinci olarak;

“Mustafa’yı neden sünnet ettirmiyorsunuz?” dedi. Benim oğlum henüz yoktu, diğer arkadaş da bekârdı. Savcı bey de;

«–Belki bu yeni doğan bebek oğlan olursa, ikisini birden yaptırırım, diye düşünmüş»;

“–Peki efendim!” dedi.

“–İçinizde müezzin mi var?”

Mahmut isminde birisi cami yaptırmış, savcı beyin evinin yanında;

“–Mahmud’a selâm söyle. Camisine sakal-ı şerif aldırsın.” dedi.

“–Nedir bu düğünler; kadın-erkek karışık, çalgılı-çengili.” dedi. Yakında benim kardeşimin düğünü olacaktı.

“İçinizde asker mi var?” dedi. Hepimiz sivil giyimliyiz.

“Ana kuzularını sövüp dövmeyin onlar size Allâh’ın emânetleri.” dedi.

Mehmet TEMİZ Ağabey, Yozgat’a gittiğinde Şehzade Ahmet isminde bir velî zât var onu ziyarete gitmiş. O sırada hacılardan birisi birkaç tane sakal-ı şerif getirmiş, o mübârek de onları inceliyor. Bir yandan da; «Acaba gerçek mi?» diye kalbinden geçiriyormuş. Tam o sırada Cemil Baba içeriye girmiş;

“–Şehzade! Şehzade! Bunların hepsi gerçek sakal-ı şerif, bunları gerekli yerlere dağıt!” demiş ve dışarı çıkmış. İki dakika sonra da Mehmet Beyler içeri girmiş, selâmdan sonra;

“–Cemil Baba’yı gördünüz mü?” demiş;

“–Hayır!” deyince;

“–Şimdi buradan çıktı.” demiş ve onlara sakal-ı şerif vermiş.

İçimizden biri; «Acaba Allah bizi cennetine koyar mı?» diye kalbinden geçiriyor, otururken bize dönüp en son olarak;

“Allah cennetine arpa mı ekecek? Tabiî ki bizi koyacak.” dedi…