GÜL, MUHAMMED ’İN TERİDİR*

YAZAR : Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com

h_c_demircan

Gençlik yıllarımın bir bölümü, Edirne’ye bağlı bir kasabada geçti. Bu şirin kasabada küçük büyük herkesin tanıdığı, Kerim Dayı diye bilinen Allah dostu, derviş meşrepli bir kişi yaşıyordu.

Kerim Dayı; bir koltuğunun altında iki küçük ağaç tabure, diğer koluna taktığı tahta çerçeveli, buğulu camlarından içi görülen, eski bir sandık ile genellikle okul önlerinde, güneşten iyice solmuş kasketi ve yaz kış giydiği kocaman paltosuyla, taburelerden birinin üzerine oturur, diğerine sandığını koyar, satış yapardı.

İki gözlü sandığının bir gözünde nohut (beyaz leblebi), diğer gözünde gündöndü (ay çekirdeği) olur; satış yaparken hangisinden istenirse, önceden gazete kâğıdından hazırlayıp iç içe koyduğu külâhlara küçük bir çay bardağı ile ölçer öyle verirdi.

Kerim Dayı; kırmızı yanakları, her zaman güleç yüzüyle, ağır ağır yürür, kat kat giyinir, ama o koca paltosunun yakasına mutlaka taze, kırmızı küçük bir gül goncası takardı.

Arkadaşımla bir gün dayanamadık;

“–Kerim Dayı neden yakana her zaman gül takıyorsun?” diye sorduk.

Bize her zamanki gibi tatlı tatlı gülümsedi ve şunları anlattı:

“–Çocuklar! Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; semâvâta mîrac yolculuğu yaparken, melekût âleminden, mülk âlemine dönüşünde, yüzünde biriken ter damlalarının düştüğü yerde, Allah Teâlâ tarafından cihanı süsleyen kırmızı güller ortaya çıkmış. Bunun üzerine; «Kim Hazret-i Peygamber’in kokusunu duymak isterse, kırmızı güllerden koklasın.» denilmiş.

Okunan mevlidlerde de hep söylenmez mi:?

Terlese güller olurdu her teri,
Hoş dererlerdi terinden gülleri…

“–Peki, neden açmış değil de, gonca gül takıyorsun Kerim Dayı?” diye sorduk.

Dervişlere has bir mütevâzılıkla;

“–Bakın çocuklar! Cenâb-ı Hakk’a varma yolunda tomurcuk gül; kulun daha yolun başında olduğuna delâlet eder, eğer gül açılmışsa, bu kul artık yavaş yavaş insân-ı kâmil hâline gelmiştir. Bunu ileride daha iyi anlayacaksınız.” diyerek bize bir de tasavvuf dersi vermişti.

O zaman Peygamber sevdalısı bir derviş ile karşı karşıya olduğumuzu anlamıştık.

Bir süre sonra Kerim Dayı ortadan kayboldu. Annelerimizden duyduğumuza göre Kerim Dayı Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu.

Kendisiyle ilgilenen herkes gibi, biz çocuklarla da hasbıhâl edip hayatındaki sırları paylaşan bu yaşlı dervişin ölümüne çok üzülmüştük. Nasıl olmuştu bu?

Yine annemlerin anlattığına göre; kasabanın belediye binasının bulunduğu bahçeye bitişik küçük bir bahçe daha vardı. Kimin olduğu bilinmeyen, kapısı olmayan, dört bir tarafı çevrili, herkesin imrenerek baktığı bu küçük ve bakımlı bahçenin içinde, sadece kırmızı gül fidanları dikiliydi.

Kerim Dayı, her gün sabah namazından sonra kimselere görünmeden bu bahçeye gelip güllerle bir şekilde hasbıhâl ediyor ve îman hayatımızın sembolü olan güllerden bir goncasını; Peygamber Efendimiz’e duyduğu muhabbet sebebiyle, yakasına takıyor, ondan sonra satış yapmaya çıkıyormuş.

Evet; bu bahçe Kerim Dayıya aitmiş, böylece Kerim Dayının yakasındaki kırmızı güllerin de nereden geldiğini öğrenmiş oluyorduk.

Ancak bir gece yarısı define arayan defineciler; onun bahçesini gözlerine kestirmişler, bütün güllerini talan etmiş, bahçenin ortasına da kocaman bir çukur açmışlar.

Ne buldular bilinmez ama, sabah namazından sonra bahçeye gelen Kerim Dayı olanları görünce üzüntüsünden oracıkta ölüvermiş, zavallı…

O Allah dostu ve Peygamber sevdalısı Kerim Dayıyı yıllarca herkesin imrenerek baktığı, kırmızı güllerle dolu o gül bahçesine defnettiler. Bahçeyi de yeniden kırmızı gül fidanlarıyla doldurdular. Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın.

Ez-cümle; Allah Teâlâ, insanı; «Yeryüzünü îmar etsin, güzelleştirsin ve buradaki nimetlerden faydalansın.» diye göndermiş. Mal, mülk, makam, mevkî, maîşet, nimet, servet hepsi birer vesile.

Kendimizi bu vesilelerin yegâne hâkimi ve sahibi olarak değil de Kerim Dayı gibi bunların üzerine bırakılan bir bekçi, bir emânetçi görürsek ne âlâ.

Yoksa bahçeyi talan eden defineciler gibi bu vesileleri amaç hâline getirirsek, bunlar zamanla insanı köleleştirir. Köleleşen bu insan; azmaya, haddini aşmaya, hak tanımamaya başlar. Kendini müstağnî gören bu insan da Rabbiyle olan bağlarını koparır.

Yazımızı Seyrî’nin şu mısralarıyla bitirelim:

Elifine hamd ile ümmet olduk yâ Ahmed,
Duâmız Sana lâyık gül olmak yâ Muhammed!..

-sallâllâhu aleyhi ve sellem-

Sağlıcakla kalın…

___________________________

* Gül Muhammed teridir,
Bülbül onun yâridir,
O gül ile ezeli,
Cihana bile geldim. (Yûnus Emre)