MİKROPLU ÇARE KARŞISINDA…

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

egitim_notlari

Hayatta endişeler çok.

Onların bir de saldırgan olanları var.

İşte;

O endişeler ne zaman dalgalansa;

İnsan mantığındaki doğruluk matematiğini yok ediyor. Yerine, daha ince hesaplar yapmışçasına kaygı eksenli garip bir mantık üretiyor.

İçten şişik ve boyalı.

Dıştan ise; oldukça mantıklı, gerekçeli, akıllıca, çareci, psikolojik, hem de bilim eksenli.

Ama;

Bütün mahareti, sadece dinamit gibi tehlike sinyalleri dolu yaklaşımlar sergileyerek kendisini geçer akçe hâline getirmek. Hem de sinsice. İyi niyetli olduğunda bile, çoğu kere gerçek tedaviyi yok edip âdeta sahte çözümlere râzı edici bir tavır içinde.

Örnekler çok.

O saldırgan endişeler karşısında insanların şikâyetleri çok açık:

‒Şu evlât artık söz dinlemiyor, bir de aşırı şekilde içine kapandı, ne yapacağımızı bilemez vaziyette kalakaldık.

‒Kim bilir niye? Mutlaka bir sebebi vardır.

‒Nasıl bulacağız o sebebi?

‒Hele ben dinleyeyim bir.

‒Olur tabiî, belli ki o sebebi bulmadan olmayacak.

‒Aynen.

Bir hafta sonra:

‒İyice dinledim evlâdı. Mâşallah çok akıllı çocuk. Fakat size söyleyemediği şeyler var. Şu kadarını ifade edeyim: En ufak yanlış bir metodunuz, onun intihar etmesine sebep olabilir.

‒Ne diyorsunuz?

‒Daha da fazlası var.

‒O kadar ciddî yani?

‒Ürkmeyin canım, siz sakin olmalısınız. Eğer onun psikolojisine paralel bir şekilde dikkat edilirse, zamanla bütün problemler çözülür. Belki biraz uzun sürer. Bunun için sürekli takip lâzım, fakat ona hiç karışmadan tabiî.

‒Peki, ne yapmamız gerek?

‒Öncelikle hiç üzerine varmayın!

‒Sonra?

Sonrası, yığınla cilâlı prensipler. Kulağa hoş gelen ifadeler. «Allah Allah» dedirten formüller.

Bir de;

Batı ithali istif istif öğütler.

Vesaire.

Daha sonra:

‒Yahu çocuk gittikçe berbatlaştı!

‒Çok mu kontrolcü oldunuz?

‒Hayır, ama dediğiniz şekilde takip ediyoruz, ne yapsa hiç karışmıyoruz.

‒Hımm, belli ki çocuk bu durumu olumsuz bir şekilde hissetti.

‒Ama kendisine çok olumlu davranıyoruz biz. Yine de ne desek tersliyor. Kötü alışkanlıklara da kaptırdı kendisini.

‒Onlar o kadar mühim değil, sadece yaşının yansımaları hepsi. Yeter ki siz hiçbir müdahalede bulunmayın!

‒Öyle yapıyoruz da, o bize ille müdahale ediyor.

‒Bakın bu çok güzel, duygularını açıkça söyleyebiliyor demek ki. Yoksa dışarıda bu ihtiyacını giderirse, şeytan kulağına kurşun, sizden tamamen kopar yavrucağız.

‒Şimdi ne yapalım?

‒Ona biraz daha rahat alan açın hayatınızda. Siz yokmuşsunuz gibi hür bırakın. Basmakalıp düşünceler ve belli bir yaşayış anlayışı ortasında sıkışıp kalmasın zavallı. Dolu dolu nefes aldırın.

‒Sonra?

Sonrası, yine benzer tavsiyeler peş peşe dizildi.

Daha sonra:

‒Bizimki hiçbir şeyi tınmaz oldu.

‒Yahu siz köle mi yetiştirmek istiyorsunuz, biraz fırsat tanıyın demedim mi?

‒Tamam da, fırsattan bol bir şey tanımadık ki biz ona.

‒Anlaşılan, onun kalbine giremediniz. Kendisiyle yakınlık kuramadınız, uzak düştünüz. Oysa onun gönlüne mutlaka bir yol bulmanız gerekliydi.

‒Yahu biz en yakınlarıyız?

‒Olsun, arkadaş olamamışsınız işte.

‒Nasıl olacak bu?

‒Bunu siz bulacaksınız. Onca yıllık çocuğunuz sizin.

‒Öyle de, gittikçe tanınmaz hâle dönüştü bizim için.

‒Dediklerimi belki hakkıyla uygulayamadınız da ondan.

‒Belki.

‒Ama iş işten geçmiş değil.

‒Yani, henüz yapılacak bir şeyler var?

‒Elbette.

‒Nedir?

‒Özellikle, doğru yanlış diye hedeflerini tartışmayın, sadece gerçekleştirmesini sağlayın. Sonunda size medyun olup boynunuza sarılacak. Aksi hâlde sonsuza kadar elvedâ çeker size!

‒Ne diyorsunuz?

‒Artık daha dikkatli olun. Onu bir gölgeden daha az rahatsız edin.

‒Sonra?

Sonrası, yine değişik değişik yorumlar, açıklamalar, vesaire.

En sonunda ise:

‒Eyvahlar olsun, eyvahlar olsun!

‒Ne oldu?

‒Ciğerparem gitti artık.

‒Nereye gitti?

‒Ah, keşke bir yere gitseydi! Yazık ki, acı bir sokak kavgasına kurban gitti…

‒?!.

Ağıt sesleri ayyûka çıkıyordu.

Cenazenin hemen yanında da baykuşlar ötüyordu.

Ses kargaşası içinde eğitim bülbülü kanat çırptı, elif rumuzlu minarenin alemine kondu. Herkese duyurabilmek için daha gür bir sesle şakımaya başladı:

“Ey büyük ve hak bir medeniyetin insanları!

Artık silkinme zamanı gelmedi mi?

Doğu ve batı medeniyetlerinin sokak kavgalarında nice kurbanlar veriliyor, hâlâ görmez misiniz?

Bakın tarihe;

İnsanı eğitmek, onun problemlerine çözüm bulmak ve hattâ delileri bile iyileştirmek hususunda İslâm medeniyetinden daha mahir ve gerçekçi bir başka medeniyet var mı?

Siz asırlardır;

Tasavvuf sistemi ile en ham çocukları da en mağrur ilim adamlarını da balmumu hâlinde eğitip onlardan dâhîler yetiştirmediniz mi?

Şunu fark edin artık;

İnsan fıtratına en uygun o gerçekçi sistemin yerine batı medeniyeti; size psikoloji, pedagoji, psikiyatri isimlerinin içinde neler ihraç etti, nice virüsler bulaştırdı bağrınıza. O isimlerin içinde ihraç edilen mikroplar, kime çare? Size mi, düşmana mı? Artık çare görüntülü o mikroplara karşı tedbirli olun. Çünkü onlar sadece;

Lâfta, hayret verici çözümler hazinesi gibi.

Çok engin ve derin.

Çok mütebessim.

Çok anlayışlı.

Çok olgun.

Çok insancı.

Çok gerçek.

Neredeyse, hatasız bir din gibi.

Fakat işin aslı;

Medeniyetlerin sokak kavgası…

O kavgada doğuya kaybettirip batıya kazandırmak ekseninde oluşturulmuş politik taktikler dolu.

Göz boyayıp özü katleden taktikler.

Bu meselenin gizli ustalarına bakın;

Her insanda mutlaka var olan nefsânî boşlukları kuvvetli bir bahane yapıp da tuhaf bir şekilde beyinlere müdahalede bulunuyorlar. Görünmez ve anlaşılmaz bir metotla, insanı tahrip ediyorlar. Yani hastalık kulakta ise, müdahale tam gözün ortasında. Tabiî göze müdahale ile kulak ağrısı dinmiyor. Böylece bir başka müdahale daha. Sonra bir daha. Derken göz tamamen kör ediliyor. Kulak ağrısı da cabası.

Ey medeniyetimin iyi niyetli insanları!

Düşünün!

Adı çare olunca; ihtiyaç da zirvedeyse, hastalar ona koşmaz mı? Koşar tabiî.

Hele revaçta bir çare gibiyse?

Herkesin dilinde hep o olur elbette. İhtiyacın telâşı, çarenin vaziyetini tahlile bile baktırmaz. Bir de şifâsı onda görünüyorsa. Artık saldırgan endişeler ortasında şifâya dair tahlil, şüphe ve sorgulama olur mu? Nasıl olsun?

Zira;

Sadece ondan istifade çırpınışı içinde yaklaşımlarda acele gerekliliği var. Zaten hastalar, çare ve şifâ denilen her şeye inanmaya müsait kimseler. Bu durumda erbaplar; eğer o dili istismar etse, hastanın sadece anlayışı değil, anlayış merkezi de altüst olur.

Bu tehlike;

Günümüzde fazlasıyla devrede. Çünkü adı çare. Hem de yegâne çare. Ama özelliği, kanser virüsünden daha mikrobik. Çare lâkırdısı, mikrobik yönünü örtüyor. Zaten mikroplar çıplak gözle görünmeyen varlıklar olduğu için üzeri örtülmese de fark edilmezler. Bir de üzerleri örtülü olunca, onları tanımak, hastalıktan zor hâle geliyor.

Dehşet!

Bu yüzden, bu kavganın sinsi ustaları; tıpkı cinciler ve falcılar gibi.

Ezberleyip hazırladıkları sahte, ama korkunç endişeleri; otomatik şekilde vicdanlara, beyinlere, gönüllere âdeta birer dinamit hâlinde atıveriyorlar. Sonra gerekli oldukça sırayla birer birer patlatıyorlar.

Gerisi kolay zaten.

Uyanın ey medeniyetimin insanları!

Geçici rahatlık veren boş lâkırdılarla, acı da olsa içi dolu gerçekleri birbirinden ayırt edin!

Puta tapmanın yaygın bir inanç olduğu toplumda; insanlara hangi davranış normal, hangi davranış anormal gözükür?

Bugün birilerinin oluşturduğu yapı, insanların darmadağın olması bakımından bu mantıkla işliyor. Psikoloji yöntemleriyle medeniyetlerin arasındaki sokak kavgalarının mühendisleri; insanı tedirgin ederek çok kolay bir şekilde hasta olduklarına inandırabiliyorlar. Böylece nesillerin beyniyle oynanıyor. Meseleyle alâkalı olarak herhangi bir bilgisi olmayan insanlar da, buna kolayca inandıkları için ortaya dehşetli yaklaşım ve tehlikeli bir boşluk çıkıyor. O boşlukta; psikoloji kullanılıyor, pedagoji kullanılıyor, psikiyatri kullanılıyor, neticede insan kullanılıyor.

Birileri tarafından;

İnsanı bozmak için her türlü yola başvuru her zaman var. Ama çare merkezli bir metot, onların içinde en fecî olanı.

Bu yüzden;

Materyalizmin zebûnu olan bir gençlik; psikoloji üzerindeki görünmez ve anlaşılmaz oyunları, artık kötülük yapmak için kendisine şablon olarak kullanmaya başladı. Birtakım çareci sahalar, yanlışlarına gerekçe oluşturacak bir fırsata dönüştü gençler için. Gerçekten endişe verici bu durum ise; beyinlere şu tuhaf yemeği üreten, bu işin aşçılarına da tabiî müşteri fırsatı. Müşterisiz metâ zâyî çünkü. Müşterisiz aşçı da ziyanda olacağı için aşçıya müşteri gerek, müşteriye de her istediği naneyi yiyebileceği bir lokanta ve aşçılık hizmeti.

Bu çok kolay.

Azıcık rol, kâfî.

Stresliyim havası, herkesin elinde ve sadece keyfine bağlı. Nefsin bir sürü olumsuzluk mekanizmasını çalıştır, al sana psikoloji hastası. Hangi yanlışı yaparsan yap, artık normal.

İşte mikrobik çare dehşeti!

Belki;

İfade daha yumuşak olabilirdi.

Ancak;

İnsanın asıl yapısını göz ardı ederek, ondaki yaratılış gerçeklerini de hiçe sayarak ve üstelik ekmeğe iki taraflı yağ sürmeye yarayan bir yaklaşımla kötü bir mikrobik hâl ortaya çıkması; çare diye yorumlatacak mazeretleri ortadan kaldırıyor.

Kaldı ki;

İnsanın bir nefsânî tarafı var, bir de rûhânî tarafı.

Nefs, kötülük ambarı. Gönül de, güzellikler bahçesi.

Söyleyin;

Kötülük merkezi olan nefsi, ona uygun ve doğru metotlarla eğitmek gerekirken; bunu bir kenara bırakıp da, o içi mikroplu nefsâniyeti, hayatın baş tâcı edilmesi gereken bir şahsiyet merkezi olarak kabul eden yapı, mikrobik değil mi?

Kimlik, kötülükler üzerine nasıl kurulur?

Hatayı ve insanı bozucu şeyleri sevmek üzerine karakter inşa edilir mi?

Elbette;

Her hataya karşı affın her çeşidi doğrudur, fakat hatayı artırıcı ve körükleyici mikroplu yaklaşımlar, ne ile izah edilir?

Öyleyse;

Kendilerini dinden bile üstün bir çare gibi görmeye başlamış bazı yaklaşımlar adı altında; insanı harap eden günahları, haramları, dengesizlikleri, ahlâksızlığı ve suçları mubah saymaya ve normalleştirmeye çalışmak, nedir?

Mikrobik çare!

Kim içindir?

Çanakkale’ye kadar gelerek bu milleti yok etmeye çalışanlar içindir.

Hâsılı bu;

Sadece mikrobik çare!

İyiliğin önüne set.

Kötülüğe her türlü imkânı kendini hiç fark ettirmeden sağlayan sinsi çare.

Şeytanlık adına çare. Hakk’ın adına ise sadece yalancılık.

Dikkat edin;

Mikrobik çare, insanları yalancı yapıyor.

Mikrobik çare, kötülük düşünenlere ortam oluşturabilmek için bulunmaz bir fırsat kapısı durumunda.

Mikrobik çare, türlü türlü olumsuzlukları hortlatabilmek uğrunda yapılmış sistematik bir çalışma ürünü.

Mikrobik çare, dostu tahrip için pusuda bekleyen düşmanın kullandığı baklavalı zehir.

Mikrobik çare, sağlamları hasta hâle getirebilmek için dış dünyada üretilmiş bir tedavi metodu.

Mikrobik çare, en fazla psikolojide kendine alan bulmuş. Modada alan bulmuş. Meydanda alan bulmuş. Menfaat ve hırs ikliminde alan bulmuş. Sahte problemler içinde alan bulmuş.

Ey medeniyetimin insanı!

Artık kendi eğitim mühendisliğine dön! O mühendislik; Fatihler yetiştirdi, Sinanlar yetiştirdi. Kendi çözümlerine dön. O çözümler, delileri bile iyileştirdi.

İdrak et ve;

Üzerine hücum ettirilen mikroplu endişeleri geri püskürt!

Ciğerine saldıran virüslü kaygılara set çek!

Artık;

Nefsânî problemler sebebiyle neslinin beyinlerine müdahale ettirme!

Hiçbir zaman;

Mikroplu çarelere muhtaç değilsin!

Eğitim deyince ancak;

Sıradan bir Kadı Mahmud’u müstesnâ bir Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri hâline getiren metotlarla ham nefisleri terbiye sayesinde ruhları şahlandırmayı gerçekleştir!

O zaman zafer senin.

Sokakta da senin, evde de senin, sath-ı vatanda da senin, Çanakkale’de de senin, Viyana’da da senin, Mısır’da da senin, Filistin’de de senin, dünyada da senin!

Öyleyse;

Bismillâh…”