ELHAMDÜLİLLÂHİ ÂLÂ KÜLLİ HÂL
YAZAR : Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com
“Birinin ağzından Allâh’ı övme,
hamd ü senâ çıkınca, Cenâb-ı Hakk
o hamdi, o övgüyü bir cennet kuşu yapar.”
(Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruhû-)
Allah Teâlâ’ya duyulan saygıyı ve minneti hamd sözü kadar güzel ifade eden bir başka kelime var mıdır acaba?
Bu kelime sayesinde her seferinde;
«Elhamdülillâh» diyerek; «her türlü yüceltmenin Allâh’a mahsus ve hamdin sadece O’nun hakkı olduğunu» kabul eden bir kimse, Rabbini derin bir hürmetle hatırlar.
Mü’minin Cenâb-ı Hakk’a olan bu hamd ü senâ görevine Kur’ân-ı Kerim’de şu âyet-i kerîmelerle işaret edilir:
“Allâh’a hamdolsun, de!” (el-İsrâ, 111)
“Onların duâları;
«Bütün hamd ü senâlar, âlemlerin Rabbi Allâh’a mahsustur.» diye son bulur.” (Yûnus, 10)
Câbir bin Abdullah -radıyallâhu anh-’tan rivâyete göre, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“Zikrin efdali, «Lâ ilâhe illâllah»; duânın efdali de, «elhamdülillâh» sözüdür.” buyurmuştur.
Ebû Ümâme -radıyallâhu anh- ise Peygamberimiz’in şöyle duâ ettiğini anlatır:
“Allah’ım, hamd Sen’indir. Sana çok riyâdan (gösterişten), temiz ve kendisinde feyiz ve bereket olan hamd ile hamd ederiz.
Rabbimiz; huzûrundan reddolunmayan, kabul buyurulan ve devam edilen, kendisinden müstağnî olunmayan hamd ile hamd ederiz.”
Peygamberimiz diğer bir hadîs-i şeriflerinde;
“Mü’minin her işi, hayırdır.
Nimete şükreder, hayra kavuşur. Belâya uğrayınca da, sabreder, yine hayra kavuşur.” (Müslim) buyurur.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’ne kulak verelim:
“Mü’min sıkıntılı ve neşeli zamanlarında hep hamd eder. Çünkü hamd etmek, şükretmekten daha kıymetlidir. Şükretmekte nimetler göz önünde, el altındadır. Şükür nimet zamanlarında olur, nimet kalmayınca, ihsan bitince şükür de kalmaz.
Hamd ise devamlıdır. Nimet zamanında da, sıkıntılı hâllerde de hamd edilir.
Hamd ederken nimetler de, elemler de sevilmektedir. Çünkü Allah Teâlâ’nın verdiği elemler, nimetler gibi güzeldir.”
Şurası unutulmamalıdır ki;
Allâh’a şükretmenin ilk şartı, O’na hamd etmektir.
Allâh’a hamd etmeyen bir kimse, O’na şükretmemiş sayılır.
Öyleyse mü’minin görevi, Allah Teâlâ’ya her yerde ve her zaman hamdini sunmaktır.
Zira;
O, ebediyyen hamd edilecek yegâne Rabdir.
Hazret-i Mevlânâ ise, bizi tefekkür ettirmek için; hamd ve şükrün, nimetten değil, yokluktan doğduğunu söyler:
“Dertli olanlar, mihnete düşenler (ekseriyetle);
«Yâ Rabbi! Yâ Rabbi!» diye yalvarırlar, şükrederler de, nimete ulaşanlar (çoğu zaman) azgın olurlar, ona buna hileler ederler. …
Şükür; maldan, mülkten, nimetlerden, zenginlikten doğmaz.
Şükür; dertten, kederden hastalıklardan meydana gelir.”
Yani hep mutluluk, güzellik, zenginlik, sıhhat, yükseliş isteyip ona şükretmek isteriz ama, bunun neticesi böyle olmaz. Zenginlik şükürsüzlük, sıhhat nankörlük, güzellik bencillik, yükselmek gurur getirebilir.
Bu sebeple, yazımızın başlığında kullandığımız;
“Her hâl için Allâh’a hamd olsun.” ifadesini söylemişlerdir. Musibete de hamd etmişlerdir, çünkü o musibeti Hakk’ın bir hediyesi bilmişlerdir.
Hamd edilecek hâllerden sadece; «siva’l-küfri ve’d-dalâl» «İnkâr ve dalâlet hâlleri»ni istisnâ etmişlerdir.
Çünkü bunları kullarına Rabbimiz râzı olarak vermez, kullar seçtikleri ve ısrar ettikleri için bu hâllere dûçâr olurlar. Bunlar dışında Allah ne verdiyse hamd etmelidir. Bizim için hayırlı olan odur.
Hamd, bu mânâsıyla rızâdır.
Fakat, Allâh’ın vereceği her şeye hamd edebilmek bir gönül kıvamı işidir. Gönlün işini sadece dile gördürmek olmaz. Sadece dil ile, dervişlik taslarcasına böyle sözler söylemeyi büyüklerimiz tehlikeli ve belâ getirici bulmuşlardır.
O kıvama sahip olmayanlar, âfiyet istemeli, baş edemeyeceği imtihanlardan Allâh’a sığınmalı, ehil olmadığı yüksek lokmalara tamah etmemelidir.
Çünkü, hamd dil ile söylendiği gibi, bütün varlığımız ile de pekiştirilir.
Mevlânâ Hazretleri, “ayağın şükrü hayra yürümek, elin şükrü ikramda bulunmak…” ve benzeri açılımlarla, hamdimizi, şükrümüzü tatbikata çevirmemizi telkin eder.
Gerçek hamd edenin dili ile bütün varlığı âhenk içindedir:
“Bir ârifin Allâh’a karşı ettiği hamd doğrudur; çünkü, onun eli ayağı ettiği hamde şahittir!”
“Ârif ve kâmil kişilerin Allâh’ı hamdedişleri, övüşleri; gül bahçesinin bahar mevsimine hamd etmesine, ona şükranlarını arzetmesine benzer! Bu hamdin, bu şükrün; bahçede çiçek çiçek yüzlerce alâmeti görülmektedir!”
Fakat dil ile davranışlar, söz ile öz uyum içinde değilse Hazret-i Mevlânâ o sahtekâr hamdedicilere şöyle çıkışır:
“«Gül reçeli yedim.» diyorsun ama, nefesinden sarmısak kokusu geliyor. Sana; «Sus!» diyor. «Yalan söyleme!»”
Sahte hamdlerin kokusu bu dünyada bile çıkar, hakikî hamdler ise, cennet kuşlarına dönüşür, bizden önce cennete uçar gider:
“Birinin ağzından Allâh’ı övme, hamd ü senâ çıkınca, Cenâb-ı Hakk o hamdi, o övgüyü bir cennet kuşu yapar.” (Mesnevî)
Cennetini şimdiden mâmur eden gerçek hamd edicilerden olmak dileğiyle…
Sağlıcakla kalın.