MÜ’MİN, ÂHİRET KAYGISI TAŞIR

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

m_canli-SAYI120
BİR HADİS:

عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَال َقَالَ رَسُولُ اللّٰهَ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم:
مَنْ كَانَتِ الْآخِرَةُ هَمَّهُ جَعَلَ اللّٰهُ غِنَاهُ فِي قَلْبِهِ وَجَمَعَ لَهُ شَمْلَهُ وَأَتَتْهُ الدُّنْيَا وَهِيَ رَاغِمَةٌ وَمَنْ كَانَتْ الدُّنْيَا هَمَّهُ جَعَلَ اللّٰهُ فَقْرَهُ بَيْنَ عَيْنَيْهِ وَفَرَّقَ عَلَيْهِ شَمْلَهُ وَلَمْ يَأْتِهِ مِنْ الدُّنْيَا إِلَّا مَا قُدِّرَ لَهُ
Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Kimin kaygısı âhiret olursa; Allah onun zenginliğini kalbine yerleştirir, iki yakasını bir araya getirir ve dünya zelil bir şekilde ona gelir.

Kimin kaygısı da dünya olursa; Allah onun fakirliğini iki gözü arasına koyar ve onun iki yakasını bir araya getirmez; kendisine de ancak onun için takdir edilen dünyalık ne ise o gelir.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 30)

BİR MESAJ: Dünyan için değil âhiretin için kaygılan!

Şu fânî dünyada; hüzün ve sevinçlerin, korku ve ümitlerin birbirleriyle harmanlandığı bir hayat yaşarız. Korkudan emin, rahat anlarımız olduğu gibi; korku, kaygı ve endişelerimizin olduğu anlar da vardır. Bu kaygı ve endişelerin belki de en dehşetlisi, âhiret kaygısıdır.

Ama gelin görün ki; âhiret gününe îmân eden ve âhiret ahvâlini ayrıntılarıyla bilen müminler olarak, sonsuz olduğuna îmân ettiğimiz âhiretin kaygısına düşmemiz gerekirken, gönüllerimizi dünya kaygı ve endişeleri bürümüş. «Ya parasız kalırsam?», «Ya şu makamı elimden alırlarsa?», «Ya sevgime karşılık bulamazsam?»… «sa, sam» ile biten onlarca kaygı ve endişe ifade eden cümleler…

Hattâ insanın dünya ile ilgili kaygıları öyle bir safhaya gelir ki, Kur’ân’ın ifadesiyle bin sene dünyada yaşamak ister. (el-Bakara, 2/96) Elindeki dünyalıkların yok olup gitmesini istemez.

Gerçek şu ki insan, önemsediği ve büyük gördüğü şeyler hususunda kaygılanır. Mü’min; eğer dünyaya ehemmiyet verir önemserse, o dünyalıklar elinden gidecek diye büyük kaygı ve endişeler taşır. Günün birinde çok önem verdiği dünyalıklardan biri veya birkaçı elinden gittiğinde ise; bunalıma girer, hattâ intihara teşebbüs eder. Bu duruma düşmekten kurtulmanın çaresi, dünyanın ne kadar değersiz olduğunu idraklerimize kazımaktır.

Kaygılandığımız dünya hayatının ne olduğunu, Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle vasfetmektedir:

“Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının ne kadarcık bir su ile döndüğüne bir baksın.” (Müslim, Cennet, 55) Yine bir gün çarşıda, ashâbının da olduğu bir anda, yerde yatan ölü bir oğlağın kulağından tutarak, dünyanın değersizliğini şu sözleriyle anlatmıştı:

“Allâh’a yemin ederim ki Cenâb-ı Hak katında dünya, önünüzdeki şu oğlak ölüsünden daha değersizdir.” (Müslim, Zühd, 2)

İşte dünya böyle değersiz bir dünyadır. Onun için dünyayı değersiz göreceksin ki kaygılar yaşamayacaksın. Dünyayı kalbine koymayacaksın ki; dünya nimetlerine dair bir endişe, bir kaygı gönlünde yer bulmayacak…

Bu durumda mü’min, âhiretiyle ilgili korku, endişe ve kaygılar taşımalıdır:

«Acaba son nefesimi nasıl vereceğim, îmân üzere mi küfür üzere mi?»,

«Mahşer günü hesap ânında hâlim ne olacak?»,

«Rabbim’in râzı olduğu kullardan olabilecek miyim?»,

«Eyvah günahlarım, eyvah hata ve kusurlarım, eyvah, eyvah!..»

Serlevha hadîsimizden; âhiret kaygısı taşıdığımızda, Cenâb-ı Hakk’ın bir zenginlik lutfettiğini öğreniyoruz. Hiç şüphesiz bu zenginlik;

“Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil gönül tokluğudur.” (Müslim, Zekât, 120) hadîs-i şerîfinde ifade buyurulduğu üzere gönül zenginliğidir. Yine bu hadîs-i şeriften; âhiret kaygısı taşıdığımızda, aynı zamanda işlerimizin düzene girdiğini, dünyanın da peşimizden geldiğini anlıyoruz. Ama bunun aksine dünya kaygısı taşırsak, gönül zenginliğine sahip olamadığımız için her dâim fakirlik kaygısını taşıyıp duruyoruz. Üstelik iki yakamız bir araya gelmiyor, düzenimiz bozuluyor, dengemiz altüst oluyor. Peşinden gittiğimiz dünyanın kulu, kölesi oluyoruz.

Hâlbuki âhirete talip olup onun için kaygılansaydık, dünya da peşimizden kendiliğinden gelecekti. Böylelikle âhiretimizi de mamur etmiş olacaktık.

Üstelik aklı olan ve aklını kullanan insan, âhiret kaygısı taşır. Ahmak olan ise dünya kaygısı taşır. Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Akıllı kişi, kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. Âciz kişi ise arzularına uyup bir de Allah’tan (bağışlanma) umandır.” buyurmaktadır. (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 25)

Yine bir gün Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e;

“–Mü’minlerin en akıllısı kimdir?” diye sorulmuş, o da;

“–Ölümü en çok hatırlayan ve ölümden sonraki hayat için en güzel şekilde hazırlanan kimsedir.” diye cevap vermiştir. (İbn-i Mâce, Zühd, 31)

Bu bakımdan dünyadan yana gönlünü tok tut. Âhireti arzula, onun kaygısını taşı! Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sık sık;

“Allâh’ım! Gerçek hayat ancak âhiret hayatıdır.” derdi. (Buhârî, Cihad, 110) Böylece bu dünyanın geçici olduğunu, gerçek hayatın âhiret hayatı olduğunu vurgulamış oluyordu.

Âhiret kaygısı taşımak demek, âhiret için kaygıya düşmek ve önceden o âleme bu dünyadan bir şeyler göndermek demektir. Yüce Rabbimiz, şu âyet-i kerîmede biz mü’minlere âhiret kaygısı taşıyıp onun için hazırlık yapmamızı emrediyor:

“Ey îmân edenler! Allâh’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allâh’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (el-Haşr, 59/18)

Âhiret kaygısı taşımak, orada yalnız ve sahipsiz kalmamak için, dünya hayatında yaşarken orası için dostlar edinmektir. Kıldığın namazlar, Allâh’ın izniyle orada senin en önemli dostlarından biri olacak. Elinden bırakmayıp hayatına yansıttığın Kur’ân-ı Kerim, o zorlu günde seni yalnız bırakmayacak. Dünya hayatında iken Allah için sevdiğin bir müslüman kardeşin; o gün senin en önemli dostlarından biri olacak ve ihtiyacın olduğu an, hiç tereddüt etmeden kendi sevabından sana verecek.

Âhiret kaygısı taşımak, son nefes endişesi taşımaktır. «Îmân üzere son nefesimi verebilecek miyim?» diye kaygılanmaktır.

Âhiret kaygısı taşımak, ölüm için hazırlık yapmaktır. Bir seferinde Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbıyla birlikte giderken bir kabrin kenarında oturmuş, gözyaşı dökmüştü. O anda arkadaşlarına şöyle seslendi:

“Kardeşlerim! Ölüm için hazırlık yapın.” (İbn-i Mâce, Zühd, 19)

Âhiret kaygısı taşımak, kabir hâlini düşünmektir.

«Bir gün yalnız başıma beni kabre koyacaklar. O karanlık yerde hâlim ne olacak?» diye kaygılanmak, ona göre kendini hazırlamaktır.

Âhiret kaygısı taşımak mahşer günü hesap ânı için kaygılanmaktır.

«O hesap gününde hesabım nasıl olacak?» diye kaygıya düşmek, tasalanmaktır. Zira o gün hesap çok zorlu geçecek, hassas teraziler kurulacak. Aynı zamanda o gün, bütün hakların eksiksiz verildiği gündür. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ifadesiyle;

“Kıyâmet günü tüm haklar sahiplerine kesinlikle verilecektir. Hattâ boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkı alınır.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 2)

Âhiret kaygısı taşımak, her şeyden hesaba çekileceğimiz bir günün kaygısını taşımaktır. Zira o gün küçük, büyük her şeyin hesabını vereceğiz. Rabbimiz Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Sonra o gün, bütün nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz.” (et-Tekâsür, 102/8)

İşte âhiret kaygısı taşımak demek, bir gün olup yüce Rabbimiz’in üzerimizdeki nimetlerinden tek tek hesap sorulacağımızı idrak edip ona göre bir hayat yaşamaktır.

Gerçekten o gün hesap çok çetin olacak. Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- o zorlu günden bir kesiti şöyle aktarır bizlere:

“İnsanoğlu kıyâmet günü beş şeyden; ömrünü nerede ve nasıl tükettiğinden, gençliğini nerede ve nasıl geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, öğrendiği bilgilerle yaşayıp yaşamadığından hesaba çekilmedikçe hiçbir tarafa hareket edemeyecek, yerinden kımıldayamayacaktır.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 1)

Âhiret kaygısı taşımak, yakacağı taş ve insan olan cehennem ateşinin dehşetini hissetmek, bunun için büyük kaygılar taşımaktır. Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-’ın ifade ettiğine göre Kâinâtın Efendisi -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in en sık yaptığı duâlardan biri şöyleydi:

“Allâh’ım! Bize dünyada iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!” (Müslim, Zikir, 26)

Âhiret kaygısı taşımak; «Mahşer günü; kitâbım sağdan mı, yoksa soldan mı verilecek?» diye endişe etmek, kaygılanmaktır.

Âhiret kaygısı taşımak; dert sahibi olmak, dertsiz-kedersiz bir hayata talip olmamaktır. Unutmayalım ki;

“Dünya mü’minin hapishânesi, kâfirin de cennetidir.” (Müslim, Zühd, 1)

Âhiret kaygısı taşımak ama bu hususta da dengeyi gözetmek önemli. Ne dünya tamamen ihmal edilerek bir âhiret kaygısı içerisinde olunacak, ne de âhireti bir kenara bırakıp tamamen dünyaya meyledilecek. Yaşadığımız hayatta ikisinin arasında bir dengeyi tesis etmemiz gerekmektedir. Bu dengeyi Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle dile getirir:

“Kaygısı en büyük insan, dünya ve âhiret işlerine önem veren mü’min insandır.” (İbn-i Mâce, Ticâret, 2)

Âhiret kaygısı taşımak, gerçek yurdun âhiret yurdu olduğunu idrak etmektir. Zira;

“Bu dünya hayatı geçici bir eğlencedir; ama âhiret gerçekten kalınacak yurttur.” (el-Mü’min, 40/39) Ve yine unutmayalım ki, âhiret;

“Asıl varılacak güzel yerdir.” (Âl-i İmrân, 3/14)

Öyleyse yaşadığımız şu fânî hayatta; dünya hayatının kaygılarını bir kenara bırakıp, asıl yurdumuz olan âhiret yurdunun kaygılarını taşımamız gerekmektedir.

Cenâb-ı Hak, asıl yurdumuz olan âhiret yurdunun kaygı ve endişesini gönüllerimize lutfetsin. Bizleri dünyanın peşinden giden ve onun oyuncağı hâline gelenlerden eylemesin.

Âmîn…