Nimetlerin Karşılığı; ŞÜKRETMEK

YAZAR : B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

b_c_ozdemir-SAYI-119

Âdem -aleyhisselâm-’dan beri; câhiliyyeyi temsil eden Kābil rûhu, her zaman var olmuş ve şartlara göre belirli seviyelerde tezâhür etmiştir. Hâtemü’l-Enbiyâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’le inzâl buyurulan İslâm dîninin icaplarıyla neşv ü nemâ bulan şanlı medeniyet; en etkili tarzda câhiliyye karanlıklarını yırtarak, dünyayı asırlarca adâlet ve huzur vasatına kavuşturmuştur.

Son asırlarda, Kābil rûhu yeniden güç kazanmış; sömürgeci devletler, zıvanadan çıkmış bencil ihtiraslarının önünde engel gördükleri Osmanlı’yı durdurup, tarih sahnesinden çekilmeye mecbur bıraktıktan sonra, dünya gidişâtına hâkim olmuşlardır. Doymak bilmeyen iştihalar uğruna, en insafsız plânların tatbikata konduğu bu devre; Mısırlı âlim Muhammed Kutub tarafından, «modern câhiliyye» diye adlandırılıyor. «Topyekûn vahşet» olarak tavsif edilebilecek bu devrede, teknolojinin getirdiği imkânlarla, dünya; insanlık âlemi ve tabiî varlıklarıyla en büyük tahribata mâruz kalmıştır.

“İnsan yaşamak için yer; yemek için yaşamaz.” derler. Ancak zamanımızın, âhireti unutmuş «modern» insanı; eski Roma’nın sefahat âlemlerini aratmayacak tarzda, nefsini doyurmak ihtirasıyla çırpınıyor. Dünya üzerinde gelir dağılımı o kadar bozuk ki; geri kalmış bölgelerde milyonlar açlıktan ölürken; onları sömürerek semirenler, fazla tokluğun getirdiği hastalıklarla boğuşuyorlar. Kur’ân-ı Kerim’de;

“Yaptıklarının bir kısmını tatsınlar diye, insanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden, karada ve denizde fesat ortaya çıktı…” (er-Rûm, 41) buyuruluyor. Daha fazla kazanmak uğruna; emânet olan tabiat varlıkları hoyratça sömürülerek, tabiî denge mahvedildi; birçok bitki ve hayvan türü yok oldu. Varlıkların en güzeli olan insanın, kâinâtın en güzeli olan dünyayı enkaza çevirmesi neticesi; insanlık, bugün çevre felâketleri ile boğuşuyor.

İnsanın tatmin nedir bilmeyen nefsiyle ilgili olarak bir hadîs-i şerifte şöyle buyuruluyor:

“Âdemoğlunun bir vâdi dolusu altını olsaydı, iki vâdi dolusu altını isterdi. İki vâdi dolusu altını olsaydı, muhakkak üçüncü bir vâdi dolusu altın daha isterdi. Âdemoğlunun istekleri bitmez, onun gözünü ancak toprak doyurur.” (Buhârî, Müslim)

Hazret-i Ali;

“Zenginlerin israfı ölçüsünde, fakirler aç kalır.” buyuruyor. İhtiyaç içinde kıvranan pek çok kişi varken; insanın sadece nefsini düşünerek müsrif veya cimri olması, şerefiyle mütenâsip olmayan en kötü davranışlardandır. Kur’ân-ı Kerim’de;

“Ey îmân edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün (kıyâmet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın!..” (el-Bakara, 254) buyuruluyor. İnfak ve îsâr şuuruyla; Allah -celle celâlühû-’nun ihsan buyurduğu nimetleri, yine O’nun rızâsına uygun şekilde kullanmak en büyük saâdettir; âhirette, insanı müjdelerle karşılayacak olan böyle amellerdir. Herkes için, her bakımdan «en güzel örnek» olan Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, bu hususta kâ‘bına varılamaz bir davranışı şu şekilde kaydediliyor:

“Aleyhissalâtü ve’s-selâm Efendimiz, Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz’e; «evde kesilen bir koyunu ne yaptığını» sorup; «bir kürek kemiği dışında hepsini dağıttığı» cevabını alınca; memnuniyetini şöyle ifade buyurur:

«Bir kürek kemiği dışında, hepsi bizim olmuş.»”

O Varlık Nûru’yla aynîleşme şuurundaki bütün Hak dostu sâlih kullar da, bu nebevî hassâsiyeti taşıma gayretinde olmuşlardır.

Bazı psikiyatrik hastalıkların ârazlarından birisi de; olur olmaz yere, şuursuzca para harcamaktır. Zamanımızda, içtimâî hassâsiyeti olmayan insanların çoğunda; hesapsız bir şekilde para harcama ibtilâsı vardır. Cemiyet; «ayağını yorganına göre» uzatmayıp, borç batağında yüzdüğü hâlde; birkaç senede bir evin mefruşâtını değiştirmek, «markalı» olma ihtirasıyla en pahalı eşyaları tercih etmek, yemek-içmek-eğlenmek… gibi ölçüsüz zevklerden taviz vermemek şeklinde menfî örneklerle dolu. Burada, tüketimi kamçılayan belirli mihrakların; kazançları uğruna, «moda» adı altında insanları istismar etmeleri de, önemli ölçüde bir âmildir. Bu akla ziyan aldatmayı;

“Moda, o kadar çirkindir ki; bizzat modacılar tarafından bile beğenilmediği için, altı ayda bir değiştirilir.” nüktesi ile ifade ederler.

İmâm-ı Âzam Hazretleri;

“Bir servetin nereden geldiğini anlamak için, nereye sarf edildiğine bakmak lâzım.” buyurur. Buhranlara ve birtakım aile fâcialarına da sebebiyet veren bahis mevzuu vahim durumun, içtimâî huzur açısından bir başka yönü de bu meseledir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; geride kalan vârisleri safâ sürerken, kendisi âhirette cefâ çekme hamâkatine işaretle;

“Yazıklar olsun, yazıklar olsun o kimseye ki, ehl u ıyâlini hayır (servet) üzere bırakır da, kendisi Rabbinin huzûruna şerle (kazandıklarının hesap yüküyle) varır.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no: 9693) buyurur.

Allah Teâlâ; yeryüzünde yüce Zâtı’na vekil kıldığı insanı, bu şerefiyle mütenâsip olarak, hesaba gelmeyen ikramlarla taltif buyurmuştur. Ancak, insan bu teveccühün kıymetinin ne derece farkındadır? Kur’ân-ı Kerim’de;

“Şüphesiz ki, Allah insanlara karşı lütufkârdır. Fakat, insanların çoğu şükretmezler.” (el-Mü’min, 61) buyuruluyor. Sonsuz nimetler karşısında, insanların çoğu şükretmek fazîletinden mahrumken; bir de, şükredenlerin bu edebe riâyetteki keyfiyetleri hususu vardır. Gönül ehli zevât;

“İnsana, her nefeste iki defa şükretmek düşer: Bir, alırken; bir, verirken.” buyuruyorlar.

Zamanımızda çöplükler, hayra kullanılsa açlık problemini önleyecek boyutlarda, israf edilmiş nimetlerle dolu. Artık, yerde gördüğü ekmek parçasını hürmeten alıp, ayak basmaz bir yere koyan; teberrüken sofradaki ekmek kırıntılarını parmağıyla toplama hassâsiyetindeki insanlar gittikçe azalıyor. Yokluğu, kıtlığı bilmeyen; tabağında birkaç kaşık yemeği, bardağında bir parmak içeceği bırakmayı moda olarak kabullenmiş insanlar çoğalıyor.

Hadîs-i şerifte de;

“Kıyâmet gününde; insanın, «kendilerine emânet edilen nimetlerle ilgili nasıl tasarrufta bulunduğu»nun hesabını vermeden, Rabbinin huzûrundan ayrılamayacağı…” (Tirmizî, Sıfâtü’l Kıyâme, 1) belirtiliyor.

Şükrân-ı nimet fazîletiyle, sâlih bir kul seviyesine yükselmek varken; küfrân-ı nimet hüsrânıyla, iki cihan bedbahtı olmamak için tutulacak yol; «canlı bir Kur’ân» olarak tavsif edilen, dünyayı teşrîfinin sene-i devriyesini idrak etmekte olduğumuz «En Güzel Örnek, Âlemlere Rahmet» Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek hayatlarını örnek almaktır.