HEDEFİMİZ DENGELİ ve HAYIRLI ÜMMET OLMAKTIR

YAZAR : Aydın TALAY aydintalay@gmail. com

a_talay-SAYI-119

Bizlere İslâm’ı bahşederek müslüman ana-babadan meydana getiren ve büyük bir şeref taşıyan, orta yolu bahşeden Rabbimiz’e sonsuz hamd ü senâlar olsun.

Kur’ân-ı Kerim’de İslâm ümmetinin özelliğini beyan eden Bakara Sûresi’nin 143. âyetinde meâlen şöyle buyurulur:

“Böylece sizi mûtedil bir ümmet kıldık ki insanlara karşı şahitler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun…”

Vasat, geniş anlamlı bir kelime olup; burada, her hâl ve hareketimizde hayırlı olma, hayırlısını seçme, ifrat ve tefritten kaçınma basîreti anlamını taşıyor. Böylece son derece şefkat ve merhamet sahibi olan Mevlâmız îmânımızın zayi olmamasını murâd ediyor. Zira Müslümanlığı; sağlam îmânın yanında, şuurlu ibâdet ve dürüst ahlâk tamamlar. Aksi hâlde merhum Âkif’in dediği gibi;

«Batı medeniyeti her değerimize, birlik ve beraberliğimize saldıran sinsi bir canavardır.» Bu bakımdan vasat ümmet prensibini hayatımızın nirengi noktası kabul ederek hareket etmemiz icap ediyor. Sadece ibâdetler konusunda değil; ferdî, ailevî ve sosyal hayatımızın her safhasında aşırılıklardan kaçarak mutluluk için elzem olan orta yolu yaşayıp yaşatacağız. Kur’ân-ı Kerîm’in Furkān Sûresi’nin 67. âyeti şöyle buyuruyor:

“Rahmân’ın o has kulları; harcamalarında ne israf ederler, ne de eli sıkı davranırlar. Bu ikisi arasında denge tutarlar.”

Acaba zaman zaman nefsimizi önümüze alarak sıygaya çektiğimiz oluyor mu? Değer, düşünce, gelenek, parola ve hayatın değişik safhalarında neredeyim? İbâdet ve taatte disiplini bir dereceye kadar gözetip düzende, organizasyonlarda, ilişki ve irtibatlarda çağın ve asrın gereği diye ölçüsüz mü davranıyorum? Tasavvur ve itikatta nerelerdeyim? İktisâdî ve ticarî ahlâkımızda kimlerin ve hangi düşüncelerin peşindeyim? Batı ideolojilerinden ilham alınarak medya ve gazetelerle de zirveye taşınan mide, para ve dünya hastası mı olduk?

Allâh’ın yüce Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurur:

“(Her işte) orta yolu izleyin ki hedefe ulaşabilesiniz.” (Buhârî, Rikāk, 18) Hattâ hayır ve hayratta bile ölçülü olma emrediliyor. Sahâbe-i kirâmın ileri gelenlerinden Muâz İbn-i Cebel -radıyallâhu anh- bir gün Efendimiz’e gelerek malının tamamını Allah yolunda sadaka olarak vermek istediğini beyan edince; Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ailesini ne ile geçindireceğini sormuştu. O da yeme-içme ve diğer ihtiyaçları asgarî seviyeye indireceğini ifade etti. Efendimiz, onların hakkı olduğunu bildirerek teklifi red buyurdular. Demek ki her hâl ve hareketimizde ana sınırı korumaya âzamî dikkat edeceğiz:

Harcamamız öylesine ölçülü olacak ki ne kendimize ne de başkasına zarar vermesin. Müslüman ne müsrif ne de cimri olmayıp daima insan için ideal olan orta yolu takip edecektir. İster davet ve düğünlerde ister diğer harcamalarda esas olan faydalı olmaktır. Yoksa âdetler ve teâmüller Sünnet-i Seniyyenin yerine geçerse; dünyevî hayatta sıkıntı çekildiği gibi, uhrevî hesabı da ağır olacaktır. Cimrilikten de savurganlıktan da Rabbimize sığınacağız ki felâh bulalım. Nitekim İsrâ Sûresi’nin 29. âyetinde Rabbimiz meâlen şöyle buyurur:

“Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma! Sonra kınanır, kaybettiklerinin hasretini çekersin.”

Gelişigüzel saçıp savurma anlamına gelen israf, sadece para konusunda değil; inanç, söz ve davranışlardan ev, eşya, giyecek, ekmek, yemek, su, zaman ve benzeri hususlara kadar varlık ve hayatımızın maalesef çok geniş bir kısmında yer alıyor.

Torba torba direklere asıp israf ettiğimiz bir yıllık ekmek bedeli ile 30 fabrika veya 8 baraj yapılabileceği hesaplanmıştır. Hac ve umre yolundaki otellerde bile ölçüsüz yemek artıkları çöpe gitmektedir. Nefis; kulun imtihanı için doyumsuz olarak yaratılmışsa da onu mânevî terbiye ile ıslah ederek orta yola sevk edecek ise insanın azim ve gayretidir. İdeal ölçüler aşıldığı için; hırs alabildiğine artmış, kanaat azalmıştır. Cenâb-ı Hak yüce kitabımızın Nahl Sûresi’nin 71. âyetinde meâlen şöyle buyurmaktadır:

“Allah rızık yönünden bir kısmınızı diğerlerinden üstün kıldı. Kendilerine bol rızık verilenler rızıklarını ellerinin altındakilere vermiyorlar ki onda eşit olsunlar. Durum böyle iken Allâh’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?”

İslâm’ın ekonomik sisteminden okullarda bahsedilmezken, insanımızı maddî yarışa iten batılı sistem, ticaretimizde ana mekânı tutmuş gibidir. Son yıllarda millî gelirimizin yükseldiğine şükredip yerinde sarf etme basîretini göstermemiz gerekirken; maalesef aşırı tüketim yarışı, ithalât seviyesini oldukça yükselttiği gibi, elzem olmayan lüks maddelere kaydırmaktadır. Ne gelirler, ne meslek, ne maaş beğeniliyor artık. Kibir, yalancılık, acelecilik, inat, alaya alma ve benzeri menfî duygular insanımızı «ben merkezli» yaparak saldırgan hâle getirmeye başlamıştır. Lüks araba sevdası, fazla satabilme yarışı, hemen her yolu mubah görerek tüketmeye zorlayan ticaret anlayışı, kredi kartı merakı, alışveriş merkezine eğlenmek amacı ile gitme duygusu insanımızı derinden yaraladı.

Ticaret merkezlerinin levhaları, tekstilcilerin ürettiği tişörtler gibi ayrı bir dert. İnsanımızı robot zannederek çok rahatsız etmeye başladı. Güzel Türkçemizi unuttururcasına ve çoğu kimsenin ne dediğini anlamadığı batı lisanları üzerinde haddinden fazla levhalar, -bir de ışıklı hâle getirilince- âdeta şaşkın hâle geldik. Hâlbuki eskiden hem dükkânlarda hem de evlerde güzel dersler verici ve tefekküre sevk eden az ve öz levhalar vardı. Çocuk terbiyesinde önemli bir yeri vardı bunların. Şimdi ise -beni bağışlayın ama- mideler devleşmiş ve firâsetler cüceleşmiş durumda iken, gözlerimiz yanlışları görmüyor. Eş ve çocuklar; kontrolsüz facebook ve internet sebebiyle, saygı ve sevgi hududunu aşmaya başladığı gibi, bundan da tabiatıyla en fazla terör örgütleri istifadeye yelteniyor.

Ulaşımın rahatlaması için gayretler sürdürülürken; işleri yokuşa süren, acaba biraz da bizim özel araçlara binmedeki israfımız değil midir? Elbette çok önemli işi olan, zaman zaman tek başına özel arabasını kullanacaktır. Ama toplu taşıma araçlarının arttığı ve hemen hemen çoğu yerde serî hâle geldiği bir ortamda, özel araçların çoğunda tek kişi seyrediyorsa, acaba bu ağalığa ne diyeceğiz?

Bu ve benzeri konular gösteriyor ki zühd ve takvâ ahlâkını küçük yaştan itibaren neslimize elbirliği ile yerleştirip önemle üzerinde durmalıyız. Hissî, vehmî bütün hurâfeleri silkip atarken, gönül açıcı ders ve sohbetlerden geri kalmayacağız. İş adamlarımıza kişiliği koruma ve hizmeti sevdirme aşk ve şevkini yaymalıyız. Sâlih amellerle doğru bildiğimizi yapma ve yaşamaya gayret göstermekle, yanlışlıkların ve bize süslü kelimelerle kabul ettirilmeye çalışılan oyunları bozmaya Allâh’ın izni ile muvaffak olabiliriz.