HARCAMAK İYİ Mİ HİSSETTİRİR?

YAZAR : Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

a_tutkun-SAYI119

Herkesin dikkatini çekmiştir mutlaka! AVM’lerde; rengârenk, cıvıl cıvıl, ışıklı, hareketli vitrinler göz alır. Mağazalara girişte pahalı ürünler vardır. İlerledikçe ucuzları da görülür ve insan; “İşte bu hesaplı olanı!” diyerek bir algı yanılmasıyla «ucuz» ürüne yöneliverir. Temel gıda ve temizlik ürünleri ise hiçbir zaman en başta olmaz! Onlara ulaşana kadarki reyonlarda insan, gözüne takılan birkaç şey daha sepetine atıverir. Sonra, alışveriş arabaları da pek büyüktür; attıkça atılır içine. Yine bir algı yanılması daha oluşur insanda; sepet dolmadıysa hâlâ; “Biraz daha alışveriş yapabilirim!” düşüncesi olur. Giyim mağazalarında kabinler en diptedir; oraya ulaşana kadar da pek çok ürün daha görmek ve almak mümkündür. Çok katlı AVM’lerde yürüyen merdivenler öyle bir yere kurulmuştur ki bu merdivenler kullanılırken pek çok mağazanın vitrinini görmek mümkündür. Promosyonlarda «son 2 gün, 3 gün» gibi sınırlamalarla insanın acele karar vermesinden yararlanılır. Ve çoğu insan sağ elini kullandığı için mağazaya ya da AVM’ye girdiğinde önce sağ tarafa yönelir. Bu yüzden de büyük ve kâr marjı yüksek mağazalar sağ taraftadır.

Tüm bunlar elbette tesadüf değildir. Dünya ekonomisi kapitalizm üzerine bina edildiği için tüm çabalar insanın daha fazla harcaması üzerine kurulmuştur. Sadece ihtiyacımız olan birkaç şey almaya gittiğimizde; daha fazlasıyla eve dönmemizin sebebi, insanın daha fazla harcamasına yönelik verilen uğraşlara yenik düşmesidir.

Bir mağazanın iş yapıp yapmayacağını değerlendiren ve tasarlanmasına yardımcı olan çalışma sahasına «perakende satış antropolojisi» denir. Alışveriş merkezlerinin, mağazaların, tanıtım standlarının ve ürün reyonlarının tasarlanmasında mimarlar ve endüstri tasarımcıları kadar psikologlar da aktif rol alırlar. Psikolojinin bu sahası «bilişsel ergonomi» olarak adlandırılır; temel olarak; insanların nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl davrandığı konusundaki dinamikler üzerinde çalışır. Ve çoğu zaman ihtiyaç dışı ve kontrolsüz bir şekilde para harcama, aşırı alışveriş yapma arzusu, alışveriş ve para harcama ile yoğun zihnî meşguliyet şeklinde ortaya çıkan bağımlılığa da onyomani denir. (Serap ALTEKİN, Alışveriş Olgusunun Psikolojik Dinamikleri ve ONYOMANİ, 2007, Kasım)

Hiç düşündük mü verdikçe mutlu olan bir medeniyet iken, harcadıkça mutlu olan bir medeniyet hâline nasıl geldik? 15-20 yıl önce hafta sonlarımızı nasıl geçiriyorduk? Bizim harcamaktan başka yapacak bir şeylerimiz yok mudur? Para israfı ve vakit israfı insana ne kadar huzur verir? Paranın mutlak sahibi biz miyiz de böyle pervasızca harcama yapıyoruz?

Alışveriş yapanlar; -özellikle kadınlar- harcadıklarıyla kendilerini iyi hissettiklerini, değerli hissettiklerini söylerler. Üzüldüklerinde, kızdıklarında, yalnız hissettiklerinde kendilerini AVM’lere atarlar. İnsan olmanın değerini harcadıklarımız mı belirler? Yapmayın Allah aşkına! İnsan zaten değerli değil midir? Allah değer verdiği için insanı yaratmamış mı? Allâh’a yaklaştıkça bunu hissedemez miyiz? İncik boncuklar, giydiğimiz bilmem kaç liralık elbiseler, çantalar, oturduğumuz evler, bindiğimiz arabalar mı değerimizi arttıracak? Yoksa asıl sıkıntı Allâh’a yakınlaşamamakta mı?!. Son zamanlarda alışverişin anlamı maddî ihtiyaçlardan çok hissî ihtiyaçları gidermeye yöneliktir.

«Ben değerliyim»in göstergesi, ölçüsü; kıyafetlerimiz, evlerimiz, otomobillerimizse; cömertlik, dürüstlük, adâlet, merhamet, yardımseverlik, kadirşinaslık gibi kişilik özelliklerimiz ne işe yarayacak? «Ye kürküm ye» dünyasında yaşasak da «kıyafetlerimizle karşılanır; fikirlerimizle, kişiliğimizle uğurlanırız.» Sahip olduğumuz maddiyat, kişiliğimizin üstüne yapılmış tonlarca makyaj gibi durur. Harcadıklarımızla değerlendiğimizi düşünmek, «ben»imizi güçlendirmek, sonu hüsran olan «kontrolsüz bir ego»ya doğru götürür insanı. Ve eski psikiyatri literatüründe olmayan yeni hastalıklar tanımlanır: Onyomani. Tıpkı internet bağımlılığı gibi! Çağın yeni türeyen hastalıkları genelde egoya; «Dur!» diyememenin ve Yaratıcı’dan uzaklaşıp boşlukta kalmanın neticesindedir.

Harcayarak huzuru bulma sevdası, bir türlü tatmin olamayan rûhu tatmin etme çırpınışlarıdır. Her çırpınış ise insanı biraz daha batırmaktadır. «İhtiyaçların» evde belirlenerek alışverişe çıkılması ve bu listeye sâdık kalınması, kapitalizmin ekmeğine yağ sürmekten insanı kurtaracaktır. Harcayarak huzur ve değer aramak, egoya geçici tatmin sağlayarak onu besler. Bu durum ise, gerçek huzurun insandan bir adım daha uzaklaşması demektir. İyi ve kötü potansiyelin ikisine de sahip olan insan, bu potansiyellerden hangisini besleyip geliştirirse onu güçlendirir. Egomuzu güçlendirirsek o galip gelir, rûhumuzu güçlendirirsek biz galip geliriz.

Bir Kızılderili dede ve torunu oturmaktadır. Kapısının önünde bir siyah bir de beyaz iki köpek besleyen dedeye bir gün torunu sorar:

“–Dede, niçin iki köpek besliyorsun, teki yeterli değil mi?”

Dede;

“–Siyah köpek içimizdeki kötü güçleri, beyaz olanı da iyi olanları temsil ediyor. Bu durumu sürekli hatırımda tutayım diye böyle yapıyorum.” der.

Torun;

“–Peki dede hangisi daha güçlü?” diye sorar.

Dedesi ise şöyle der:

“–Ben hangisini daha iyi beslersem o güçleniyor!”

İstedikçe isteyen egomuza yani nefsimize bir yerlerde; «Dur!» demenin ve onun isteklerinin aksini yapmanın bir yolu mutlaka olmalıdır! Allah; akıl denen nimeti, kâinâtın en değerli varlığı olan insana bu yüzden vermiş olsa gerektir!