«ER»(LERLE) OLMAK

YAZAR : Sami BÜYÜKKAYNAK skaynak48@hotmail.com

s_buyukkaynak-SAYI-118

O erler ki, gönül fezâsındalar,
Toprakta sürünme ezâsındalar.

Yıldızları tesbih tesbih çeker de,
Namazda arka saf hizasındalar.

İçine nefs sızan ibâdetlerin,
Birbiri ardınca kazasındalar.

Günü her dem dolup her dem başlayan,
Ezel senedinin imzasındalar.

Bir an yabancıya kaysa gözleri,
Bir ömür gözyaşı cezasındalar.

Her rengi silici aşk ötesi renk;
O rengin kavuran beyzâsındalar.

Ne cennet tasası ve ne cehennem;
Sadece Allâh’ın rızâsındalar. (Necip Fazıl KISAKÜREK)

Her şiirin bir hikâyesi mutlaka vardır. Zira altyapısı olmadan, bir iç sızısı duymadan yazılan şeye şiir demek mümkün değildir. O, sadece çalakalem yazılmış mısralardan ibaret olabilir. Necip Fazıl’ın 1983 yılında kaleme aldığı «O Erler ki» şiirinin bir hikâyesi var mıdır bilinmez ama; şiirdeki ifadelerden, şiirin, ümmetin ayakta durması için mücadele eden gönül insanlarını anlattığı anlaşılıyor. Hiçbir reklâma rağbet etmeyen, göz önünde olmak için çaba göstermeyen, ümmetin bekası için gecesini gündüze katan, ismi dahî belki bilinmeyen gönül erleri anlatılıyor bu şiirde. Allâh’a verdikleri îman mücadelesi ahdini, yerine getirmek için mücadele eden, bunun için yola revan olmuş gönül erleri.

Cenâb-ı Hak Ahzab Sûresi’nde bu erleri şu şekilde övmektedir:

‘‘Mü’minler içerisinde Allah adına verdikleri söze sâdık kalan nice erler var; onlardan kimi kendini adak olarak adamış, kimi de sırasını beklemekte fakat asla sözünden dönmemektedir.’’ (el-Ahzâb, 23)

Bu âyetin sebeb-i nüzülü olarak Uhud Savaşı kahramanları gösterilir. Bir grup sahâbe; girdikleri her savaşta şehid oluncaya kadar savaşacaklarına dair Allâh’a söz vermişlerdi. Onlardan ikisi olan Hazret-i Hamza ve Hazret-i Mus‘ab Uhud Harbi’nde şehid olmuşlar; geride kalan ahit sahipleri ise ahitlerini hiç bozmamışlar, kimisi vefat edinceye, kimisi de şehid oluncaya kadar bu ahde sahip çıkmışlardı.

İşte bu ümmetin mayasında, bu ahit sahibi ulu erenlerin hâlis niyet ve gayretleri vardır. Ümmet bugüne vâsıl olmuşsa, bunda nice isimsiz kahramanın cehdi vardır.

Bir şairin ifade ettiği gibi; geceye adım adım yürüyen, korkuya adım adım giden, hiç düşünmeden ölüme koşan, yılmadan-yıkılmadan direnen, yaratan adına can veren, güzel insanların attığı tohumlar sulanmaya devam edildikçe ümmet ayakta durmaya devam edecektir.

Şu bir vâkıadır ki;

Din bir ahit işidir, bu ahit Allâh’a verilmiş bir sözdür. Allâh’a söz verdiğinin şuurunda olan mü’min, Allah ile birlikte olduğunun her daim farkında olur. Bu hâl mü’mine canlılık katar, diri bir gönle sahip olmasına vesile olur. Diri bir gönlün önünde ise hiçbir beşerî güç duramaz. Diri gönüllerle beraber olan, onunla aynı heyecan içinde hareket eden de başarı elde eder. Yanı başında Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- olan 300 kişilik Bedir ordusu; Allâh’ın meleklerinin yardımıyla 1.000 kişilik müşrik ordusunun hakkından gelmişse, diri gönüllülerin sultanı Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in aralarında olmasındandır. 5.000 kişilik Târık bin Ziyad ordusu 80.000 kişilik İspanya ordusuna karşı galip gelmişse, bu; içindeki erenlerin duâ ve gayretleriyle olmuştur.

Tarih bize diri gönüllü erenlerle birlikte olmanın mânevî rûhu ile gönüller ve beldeler fetheden nice alperenlerin haberini vermektedir. Bugün de aynı şeyler geçerlidir. Gönlünü geçici sevdaların esiri yapmayan, Allah ile olan gönüllerle birlikte olanlar; nesil yetiştirerek İbrahimî sevdanın kıyâmete kadar sürmesine vesile olan alperen olabilirler. Hani hep denir ya, asıl fetih gönüllerin fethidir. Zira gönül kazanılmadan girişilen her faaliyetin soyu kesilir. Gönül kazanılmadan yapılan işler; hayır işi dahî olsa, geleceği kuşatmayan günübirlik, günü kurtarma telâşesi olur. Mü’min bugünden ziyade, geleceğe îman şuurunu taşıma gāilesinde olmalıdır. Geleceğe; «Allah!» diyecek gönüller taşıma mücadelesinde olmalıdır.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîsinde;

‘‘Yeryüzünde; «Allah!» diyenler mevcut oldukça kıyâmet kopmayacaktır.’’ (Müslim, Îman, 234; Tirmizî, Fiten, 35) buyurmaktadır. Yani Allah için mücadele edenler var oldukça, Allah kıyâmeti geciktirmektedir. Çünkü; «Allah!» diyenler, Allâh’ın ahdine sahip çıkıp Müslümanlık için mücadele eden kimselerdir. Onların yok olması demek, îman neslinin sona ermesi demektir ki işte o zaman kıyâmetin zamanıdır. O zaman dünyanın anlamını yitirdiği, gönüllerin köreldiği bir zamandır. Îman nesli yok olduğu zaman; dünya hayatı görevini tamamlamıştır, artık âhiretin zamanı gelmiştir. Onun için îman eri olmak, îman neferi yetiştirmek elzemdir. Bu da diri gönüllerle, seherlerde Rabbiyle beraber olanlarla aynı yolda, birlikte ilerlemekle olacaktır.

Zafer ancak inananlarındır.