ŞEYTAN DOLDURUR!

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Cuma bayramına davet eden âyet-i kerîmede bir tâlimat var:

“Ey îmân edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allâh’ı anmaya koşun.” (el-Cuma, 9)

Bir de şu hadîs-i şerîfi okuyalım:

“Namaz için ikāmet getirildiği zaman namaza hiçbiriniz koşmasın. Sakin ve ağırbaşlı bir şekilde yürüsün. Yetişebildiğinizi (imamla birlikte) kılın. Yetişemediğinizi ise kazâ edin. (kendiniz tamamlayın.)” (Müslim, Salât, 154)

Zâhirde, âyet-i kerîme;

«Koşun!»

Hadîs-i şerif;

«Koşmayın!», diyor.

Bir tenâkuz mu var?

Hayır!

Âlimler bu teâruzu, yani görünürdeki farklılığı güzelce izah ediyorlar:

Âyetteki; «Koşun!» ifadesi; “Şevkle, iştiyakla gelin. Can atın!” demektir. Zâhirî anlamıyla «Koşuşturun!» değil.

Hadîs-i şerifte men edilen koşuşturma ise, telâşeli bir şekilde zâhiren koşmak demektir.

Yani camiye şevkle gelmeli, Rabbin huzûruna can atarak gelmeli, fakat paldır küldür değil, vakarla yürümeli.

Yine âlimler, Efendimiz’in niçin namaza nefes nefese koşarak gelmekten men ettiğini izah etmişler:

“Koşturan kişi, nefes nefese kalır, yorulur. Namaza telâşlı, bitkin ve huşûsuz (konsantre olamadan) başlar. Namaz ise sükûnetli ve ağırbaşlı hareket ister.”

Buna bir başka açıdan bakarak şu izahı da ekleyebiliriz:

Mescidde namaza durmuş imam ve cemaat, içeriye paldır küldür giren ve koşuşturan insanların seslerinden tedirgin olurlar. Namazdaki huşûu kaybeder, bir şey mi oluyor, endişesine kapılabilirler. Devrin şartlarını düşünürseniz, Âdiyât Sûresi’nde misallendirilen baskınları hatırlarsanız, o günün şartlarında bu ihtimal uzak değildir. Peygamber Efendimiz’in mescide bir baskını hatırlatacak şekilde girilmesini arzu etmediği için de bunu yasaklamış olabileceğini düşünebiliriz.

Yani mescide girişin bile, kimseyi tedhiş etmemesine dikkat çekilmekte.

Aslında bu iki emirde güzel de bir edep eğitimi var:

Gönlün şevki, davranışlarda telâşa dönüşmemeli. Kalbin iştiyâkı, ölçüyü, teennîyi, tedbiri bertaraf etmemeli.

Peygamber Efendimiz’in bu tarz ince ikazları vardır. «Riyâzu’s-Sâlihîn»de bir bab başlığı:

 Silâhla Şakalaşmanın Yasak Oluşu

Ciddî veya şaka olarak bir müslümana silâh ve benzeri şeylerle işaret etmenin ve kınından çıkmış kılıcı alıp vermenin yasaklığı…

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-’tan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz silâhını (ortaya çıkarıp) din kardeşine işaret etmesin. Çünkü o bilmez, belki şeytan silâhı elinden çıkarır da, bu yüzden cehennemin bir çukuruna yuvarlanır.” (Buhârî, Fiten, 7; Müslim, Birr, 126)

Halk arasında kullandığımız; «Şeytan doldurur.» sözünün hadîs-i şerif kaynaklı olduğunu öğrenmek, bize nasıl bir irfan tevârüs ettiğimizin ipuçlarını verebilir. Hakikaten bu nükteyi ihmal eden niceleri kazârâ ölümlere, yaralanmalara sebebiyet vermiştir.

Şeytanın başka dolduruşlarına karşı da tedbirler alırız.

Saflardaki boşluğu, yani kardeşlikteki gediği şeytan doldurur.

Besmelesiz başlangıçlardaki boşluğu şeytan doldurur.

Kur’ân okurken bile gaflet gediği bırakırsak şeytan doldurur.

Riyâz’ın hadis bahçesine dönelim:

İfadeler, son derece sert ve sakındırıcı üslûpta:

“Bir kimse kardeşine bir demirle işaret ederse, elinden onu bırakıncaya kadar melekler ona lânet eder. Ana-baba bir kardeşine olsa bile.” (Müslim, Birr, 125. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fiten, 4)

Şerhteki not da aynı şiddette:

Nesâî’nin Ebû Bekre’den rivâyet ettiği bir hadîse göre, Peygamber Efendimiz; bir müslümanın müslüman kardeşine silâhıyla işaret etmesi hâlinde her ikisinin cehennem uçurumu üzerinde bulunacakları, neticede öldürme ve ölme gibi bir sonuç doğarsa, her ikisinin birlikte cehenneme yuvarlanacakları tehdidinde bulunmuştur. (Bkz. Nesâî, Tahrîm, 29)

Tedbir ve sakındırma, birbirine bu ölüm âletlerini aktarmada da devrede:

“Câbir -radıyallahu anh- şöyle dedi:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kınından çıkmış kılıcı elden ele vermeyi yasakladı.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 66; Tirmizî, Fiten, 5)

Âdap bilen insanlar; birbirlerine bıçak, makas uzatırken, uç kısmını avuç içine alarak, tutacak tarafını muhataplarına uzatırlar. Bu da hadîs-i şeriften alınmış bir edep…

Bunlar sadece tedbir midir? Bu ikazlar, tıpkı koşma yasağında düşündürdüğü gibi nebevî terbiyede kardeş ile kavga ihtimalinin şuur altından dahî temizlenmeye çalışıldığını gösteriyor. Kardeşini «şu» diye gösterirken bile, keskin bir âlet kullanmama edebini öğrenen kimse, ona kılıç çekmek, el kaldırmak şenaatinden fersah fersah uzak durur. Durmalıdır.

Müslümanların yaşadığı toplum; vakar, ağırbaşlılık, sükûnet, edep, tedbir ve zarâfet toplumu olacak.

İşte böyle bir Peygamber’in ümmeti olarak bugün tekbirler getirerek, gözünü kırpmadan müslüman kellesi uçuran bir topluma dönüşmek…

Ne büyük acı…

Demek ki, sakallarını da uzatsalar, Allah Rasûlü’nün mührünü bayrak da yapsalar, âyet-hadis de okusalar, ruh itibarıyla bu müslümanlar nebevî terbiyeden geçmemiştir. İster plânlı ister plânsız, bunlar batı üretimidirler. Batı güdümündeki yönetimlerin mahsûlleridirler.

Yine de müslümanlar bu hâle nasıl gelmiştir?

Bizler hatırlanırdık uhuvvet denince biz!
Nîçin bugün bu denli adâvet içindeyiz?!. (Tâlî)

Bu nasıl olmuştur?

Cevap:

«Şeytan doldurmuştur.»

Kardeşliği, birlik beraberliği, başa bağlılığı bir tarafa koyanlar, müslümanları bırakıp da kâfirlerle dostluk kurmama emirlerini bir tarafa atanlar, bugün İslâm’ın içinde Selefîlik diye nevzuhur bir mezhep îcad ettiler. Batı, mezhep savaşlarını iyi bilir. Bu fitneyi müslümanlara sardı, şimdi kenarda seyrediyor.

Şiî, Selefî, Sünnî diye üçe ayırdığı müslümanların birbirini katletmesini seyrediyor. Bu arada petrol tehdit edilecek olursa müdahale ediyor.

Şeytan sadece silâhları doldurmaz, şeytan; asıl o silâhların kabzasını tutacak insanları doldurur. Kinle doldurur, hasetle doldurur. Düşmanlıkla doldurur.

Hangi vasıtalarla doldurur?

Gıybetle doldurur.

Nemîme yani lâf taşıyıcılık ile doldurur.

Tahrikle doldurur.

Yalanla doldurur.

İftira ile doldurur.

Fâsık üretimi haberlerle, algı operasyonlarıyla doldurur.

Yıllardır, Arap ülkelerinin eğitim müfredatlarını kim dolduruyor? Sosyal politikalarını kim dolduruyor? Terör devletine koşan müslümanların kafasında bile, Efendimiz’den ziyade batı örnekleri «dolu.» Guantanamo ve Ebû Gureyb görenler, Musul ve Kobane yaşatıyor.

Arapların düştüğü durum, deyip geçmeyelim. Seksen öncesinde anarşi, sonrasında terör adı altında yaşadıklarımız da, neticede bir toplumun fertlerinin birbirinin canına kast etmesi değil mi idi? Hâlâ bitmiş değil.

Bu nasıl oldu?

Şeytan, gençliği; komünizm, sosyalizm, nasyonalizm gibi ideolojilerle doldurduğu için oldu.

Bugün de içimizi şeytanın doldurmasına müsaade edersek, aynı durumlara düşebiliriz.

Alevî-Sünnî diye düşeriz.

Kürt-Türk vs. diye düşeriz.

Lâik-Antilâik diye düşeriz.

Allah muhafaza buyursun.

Fakat Peygamber Efendimiz’in, Allah Teâlâ’nın nasıl muhafaza buyuracağına dair öğrettiklerini unutmamalıyız.

Allâh’a gönülden koşmalı fakat; her adımımızda teennîyi, vakarı, tedbiri unutmamalıyız.

Çare;

Şeytanın dolduramayacağı kadar, hakikî İslâm’la lebâlep dolu olmak…

Bid‘atin dolduramayacağı kadar, sünnetle lebâlep dolu olmak…

Şiddetin dolduramayacağı kadar, rahmetle lebâlep dolu olmak…

Bencilliğin sızamayacağı kadar, fedâkârlıkla dopdolu olmak…

Cimriliğin sızamayacağı kadar, cömertlikle dopdolu olmak…

Dopdolu olursak, rûhumuzdan taşırmaya başlarız. Rahmet taşan kalplerimizden bütün âlem-i İslâm’a hattâ insanlığa, o zaman İslâm’ın güler yüzünü yayarız. Merhameti, şefkati yayarız.