KALB-İ SELÎM ve YÜZ AKI İLE

YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Hayatın ikamesi için hava, su, yemek, içmek nasıl gerekliyse îman da insan hayatı için en gerekli temel mânevî gıdadır. Îman, insan için mutluluk ve huzur kaynağıdır. Aynı zamanda îman; dağınık ve düzensiz davranışlara biçim getiren, en güzel bir uyum ve âhenk içerisinde o davranışları dengeye koyan, kudsî plânı ve hedefi olan biricik yoldur. Îman, insan hayatının vazgeçemeyeceği tek seçenektir ve insan için en büyük kazançtır.

Îman tıpkı bir çiçek gibidir. Kokusunu içinde gizlemez, güzel kokusunu etrafa yayar. İnsanın güzel davranışları da; îmânın dışa yansımasının, misler gibi kokmasının bir çeşit göstergesidir. Îmanlı yürekler; içinde yaşadıkları çevreye huzur ve mutluluk dağıtırlar, onların varlığıyla gönüller rahatlar.

Îman, aksiyona dönüşmeyen iyi niyetlerden ibaret değildir. Onda Allah -azze ve celle-’den muhteşem yansımalar vardır ki onlar, sâlih ameller ve kulu kemâlâta götüren doğru tavırlardır. Îman amelsiz olamaz. Amellerle desteklenip beslenmeyen kuru bir îman, gün gelir söner gider. Îmanda pozitif bir aksiyon vardır. Îman işin içine girmeden elde edilen sonuçlar; Hak’tan uzak, dünyevî ve şeytânîdir.

İnsan boş yere yaratılmış bir varlık değildir ve onun bir yaratıcısı vardır, O da Allah Teâlâ’dır. Kâinâtın mutlak sahibi Allah -azîmü’ş-şân- insana en muhteşem donatılar yükleyerek akıl ve şuur vermiş sonra da onu kendisine îmân etmekle sorumlu kılmıştır. En güzel donatıları üzerinde toplayarak dünyaya gelen insan, dünya hayatını yaşarken çeşitli imtihanlara tâbî tutulur. Bu hakikatten Kur’ân-ı Kerim’de;

“İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece; «Îmân ettik!» demekle bırakılıverileceklerini mi sandılar? Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (el-Ankebût, 2-3) şeklinde bahsedilir. İnsanın dünyaya getirilmesi boşuna değildir, o ilâhî bir hedef ve ulvî bir gayeye binâen dünyaya gönderilmiştir. Ve başıboş da değildir:

“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” (el-Kıyâme, 36) kudsî seslenişiyle insana hitap edilir.

Her insan adına ömür dediği dünyadaki hayat akışları içerisinde, kendi hissesine isabet eden hâdiselerde; îman ve imtihan arasındaki münasebeti kavramak durumundadır. Bunun tersi hüsrandır. İnsan tüm canlı varlıklardan farklı olarak bir amaç üzere yaratılmıştır. Yüce Yaratıcı;

“Sizi boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzûrumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mü’minûn, 115) kudsî gerçeğini insana bildirirken insanın gayesiz yaratılmadığını, sonunda dönüp, yapıp ettiklerinden Cenâb-ı Hakk’a hesap vereceğini ilân ediyor. Ve insanın asıl yaratılış gayesini şu âyetiyle açıklıyor:

“Ben cinleri ve insanları yalnızca Bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56)

O hâlde bilinen hakikat o ki; yüce Yaratıcı’ya ibâdet etmek amacıyla yaratılan insanın, ömründen başka sermayesi yoktur. Ömür ise âdeta göz açıp kapayıncaya kadar çabucak geçen bir süreçtir. Her canlı kendisine tahsis edilen süre kadar bu geçici dünyada kalacaktır. Vakti gelen, bir zamanlar konduğu bu dünyadan elbette bir gün göçecektir. Buna çare yoktur. Dünya hayatı sonlu ve sınırlıdır. Ama âhiret hayatı sonsuz ve sınırsızdır yani ebedîdir. Asıl hayat bâkî olan âhiret hayatıdır. Şu âyet bize bu gerçeği anlatır:

“…Hâlbuki dünya hayatı, âhiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.” (er-Ra‘d, 26) Dünya hayatı içerisinde her şey; eskimeye, yaşlanmaya ve yok olmaya doğru ilerliyor. Ömür takviminin yaprakları bir bir düşüyor. Durum bu merkezdeyken; geçici dünyaya gönül bağlayıp ömür sermayesini dünya zevkleri uğruna tüketenler, ebedî âhiret hayatını ihmal edenler, cidden aldananlardan olacaktır.

Dünya âdeta herkesin belirli bir süre ağırlandığı bir misafirhane hükmündedir. Ve insan geçici olarak bulunduğu bu dünya misafirhanesinde pek çok şeyle imtihan edilmektedir. Bunu teyit eden âyet-i kerîmeler çoktur:

“Andolsun ki içinizden cihad edenlerle, sabredenleri belirleyinceye kadar ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.” (Muhammed, 31) Ve yine;

“Her canlı ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak Biz’e döndürüleceksiniz.” (el-Enbiyâ, 35) O zaman akıl sahibi insanların tek hedefi, dünya imtihanını kazanarak ebedî saâdete erişmek olmalıdır.

Mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de; insandan istenen, beklenen davranışlar üzerinde durulur. İnsan dünya hayatını devam ettirirken; nasıl davranacağına dair emir ve kaideler konmuş, helâl ve haram hudutları çizilmiş, insana huzur ve mutluluk temin eden tavsiyelerde bulunulmuştur. Cenâb-ı Hak;

“Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allâh’ındır. Bu; kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırmak için böyledir.” (en-Necm, 31) buyurmaktadır. Hak Teâlâ; ödüllendirme ve cezalandırma gününde, her işin adâlete kavuşacağını bildirir:

“Kıyâmet günü için, adâlet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığında olsa onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak Biz yeteriz.” (el-Enbiyâ, 47)

Bu kudsî gerçekler bize; insanın dünya hayatını ciddiye alması gerektiğini, îmânın sorumluluk istediğini anlatıyor. Dolayısıyla îman ameli beraberinde getirir. Rabbe takdim edilecek amellerin de kabul edilebilmesi için, sâlih vasfa bürünmesi şarttır.

Bu ne demektir?

Bu şu demektir:

Ameller ihlâsla ve samimiyetle işlenmelidir. Kulları cennete götürecek «sırât-ı müstakîm» yolunda sâlih ameller en güzel ve en özel sermaye birikimleridir.

Adına dünya dediği hayat yolculuğunda, insanın başına; güzel-çirkin, iyi-kötü pek çok hâdise gelebiliyor. Bu geçici süreçte; insanın mutlulukları dâim olmadığı gibi, üzüntü ve sıkıntıları da bâkî olmuyor. Her biri geçici süreyle insanın hayatına uğruyor sonra çekip gidiyor. Aksilikler, hastalıklar, geçimsizlikler, eksiklikler, imkânsızlıklar, kazalar, ölümler hepsi ama hepsi insanlar için birer imtihan sebebidir. İmtihanı başarıyla verenlerin kazanacağı yer cennettir. Cennet ise doyumsuz bir lezzettir. Ancak her şeyin bir bedeli vardır. Bedelsiz şeyler değersizdir. Cennet de o kadar ucuz değildir. Cennetin etrafı zorluklarla, cehennemin etrafı ise nefse hoş gelen şeylerle çevrilidir. Bu yolda, pek çok çeldirici mevcuttur. Nefsin arzuları, şeytanın tuzakları, toplumun menfî telkinleri, dünya câzibesi, azgınların çeşitli zulümleri, insanların yenmesi gereken zorluklardır. Her zorluk îmanla aşılır. Îman her zoru kolay kılar. İşte bu dünya hayatı böyle bir imtihandan ibarettir.

Dünyaya gelen her insan; kendisine ait kader çizgisinde yürürken, mutlaka hissesine düşen şeylerle imtihan edilmektedir. Bize düşen bu hâdiseleri doğru okumak ve hikmeti gereği tavırlar sergilemektir. Bize olumsuz gibi görünen her bir olay karşısında bize düşen; sabır, tevekkül, teslîmiyet, rızâ ve şükür ile muamele etmek selîm bir kalp ile yüz akıyla Cenâb-ı Hakk’a kavuşabilmektir. Kişi için şer gibi görünen her bir hâdise, kişiyi Rabbine yaklaştıran özel hayırlardır. Zira ilâhî hesapta asla şer yoktur.

Hayırlar, iyilikler, güzellikler hayat yolumuza ışık olsun.