ÜÇ SORU

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Çalışıyordu, herkes kendi yapısına göre çalışıyordu.

Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ı dinleyip İslâm nimeti ile şereflenenler; başkalarının da bu büyük şerefle şereflenmesi için, geceli gündüzlü koşuşturuyorlardı.

Peygamberimiz’i dinlemeyenler ise, O’nu susturmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Sadece susturmak değil, herkesin önünde küçük düşürmek için; gecelerini gündüzlerine katmışlardı.

Bunca uğraşmalarına ve engellemelerine rağmen; İslâm yayılmaya devam ediyor, müslümanlar gün geçtikçe çoğalıyordu.

Öyle bir durum oluşmuştu ki, Mekke müşriklerini aşmıştı bu iş. İslâm güneşini söndürmek için Mekke dışında da çareler aramaya başladılar. Bu amaçla, aralarında söz sahibi olanlardan Nadr bin Hâris ile Ukbe bin Ebû Muayt’ı, «Medine Yahudileri»nin bilginlerine göndermişler, onlardan bir çare istemişlerdi.

Medine’den dönen bu nasipsizler ile hemen toplantıya giren Mekke müşrikleri, durum değerlendirmesi yaptılar. Yahudilerin verdiği akıl masaya yatırıldı:

–Yahudilerin ne tavsiye ettiklerini görüşmek için toplandık biliyorsunuz. Şimdi bunu enine boyuna görüşüp, nasıl hareket edeceğimizi belirleyelim. Ama önce söyleyin bakalım arkadaşlar, Yahudilerin tavsiyesi neydi?

–O’na üç şeyi sorun! Eğer bu üç soruya doğru cevap verirse; kendisi Allah tarafından gönderilmiş, Allah’ın Rasûlü’dür! Eğer doğru cevap veremezse, yalancının tekidir!

Yahudilerin tavsiyesi buydu. Yani onlar, hem soruları ve hem de doğru cevapları vermişlerdi. Mekke müşrikleri de bunu enine boyuna görüştükten sonra, hemen icraata geçtiler.

Hiç zaman kaybetmeden bütün herkesin Kâbe’nin yanında toplanması için duyurular yapmaya başladılar. Duyanlar duymayanlara da duyuruyorlardı. Bütün halk da grup grup gelerek, Kâbe’nin etrafını doldurmaya başlamıştı.

Bir yandan Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı susturmak, bir yandan toplum içinde itibarını bitirmek, bir yandan da İslâm dâvâsına son vermek için, en büyük kozlarını oynayacaklardı. Bunun için bütün tedbirleri almışlardı. Fakat içlerinde kendilerinin de kabul etmek istemedikleri bir korkuları vardı. İçlerine kara bir yılan gibi çöreklenen bu korku, çok korkutuyordu onları. Her biri, içlerindeki bu feryâdı bastırmaya çalışıyordu:

–Soracağımız sorulara doğru cevap verirse ne yapacağız?

İçlerine ciddî bir endişe çöreklense de, başka çareleri yoktu. Ne yapıp ederek O’nu toplum içinde bitireceklerdi. Bunun için hemen harekete geçtiler.1

Hac mevsimi olmadığı hâlde, öylesine bir kalabalık toplanmıştı ki, Harem-i Şerîf’e bile zor sığmışlardı.

Peygamberimiz -aleyhisselâm- ile görüşmek, konuşmak ve bazı sorulara da cevap almak için davet etmek üzere, içlerinden birini O’na gönderdiler. Bütün herkesin Harem-i Şerif’te toplandığını da açıkça ifade ettiler.

Rasûlullah -aleyhisselâm-, bütün herkesin bir araya geldiği böyle bir meclisten dolayı çok memnun oldu. Belki ilk defa bu kadar kalabalık bir kitleye böyle toplu bir hâlde ulaşmış olacaktı. Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- başta olmak üzere, sahâbîlerinden bazılarını yanına alarak, müşriklerle görüşmek için Harem-i Şerîf’e gitti.

Mekke müşrikleri hiç zaman kaybetmeden düelloya girmek ve karşılarına aldıkları Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı mağlûp etmek istiyorlardı:

–Ey Kureyş topluluğu! Yıllarca beraber yaşayıp kendisine Muhammedü’l-Emîn diyecek kadar güvendiğimiz şu zât, kırkından sonra yeni bir din uydurdu! Bizim inançlarımız ve putlarımızı yerdi. Allah tarafından gönderilmiş bir Rasûl olduğunu ve kendisine Kitâb verildiğini iddia etti. İçimizdeki bazı akılsızlar inansalar da, biz O’na inanmadık! Aramızda çok büyük sıkıntılar oldu. Şimdi bugün burada bu işi bitirmek istiyoruz. Allâh’ın Rasûlü olduğunu söylediği için, biz de kalkıp ta Medine’ye kadar giderek Yahudiler ile görüştük. Onlar da benzer şeyler söyleyip inanıyorlar çünkü. Yahudiler bize üç soru öğrettiler. Şimdi biz bu üç soruyu O’na soracağız!

Kalabalık halk, şimdiden zafer kazanmışçasına alkışlamaya, ıslık çalmaya ve deflere vurup şenlik yapmaya başladılar.

–Yahudiler dediler ki:

“Size öğreteceğimiz üç şeyi ona sorunuz! Eğer onları size haber verirse, kendisi Allah tarafından gönderilmiş bir Rasûl’dür. O zaman O’na tâbî olunuz! Eğer bunu yapamaz, yani sorularınızı cevaplayamaz ise, yalan uydurucu bir adam demektir. Artık, kendisi hakkında istediğinizi yapınız!”

Şimdi biz hepinizin huzûrunda bu soruları soracağız. Söyle bakalım ey Muhammed, hazır mısın?

Hâin müşrik;

“Söyle bakalım ey Muhammed, hazır mısın?” diye yüksek perdeden öyle bir haykırdı ki, sahâbîler bu duruma zor tahammül ettiler. Hattâ öyle bir durum oluştu ki, Rasûlullah -aleyhisselâm- müdahale etmeseydi, çok büyük bir olay çıkacaktı.

Peygamberimiz -aleyhisselâm- kendinden emin bir şekilde cevap verdi:

–Sorunuz bakalım, sizi dinliyorum!

–Dediğimiz gibi, sadece üç soru soracağız.

–Sorunuz!2

–Birinci sorumuz şu:

İlk zamanlarda gelmiş geçmiş bulunan gençlerin maceralarının aslı nedir? O gençlerin çok şaşılacak hâdiseleri vardır!

İkinci sorumuz:

Yeryüzünü, doğularına ve batılarına varıncaya kadar gezip dolaşan adamın haberini ver bize!

Son sorumuz ise:

Ruh nedir, nasıl bir şeydir?

Hâin müşriklerin ortalığı ayağa kaldırırcasına bağırarak sordukları üç soru buydu. Şimdi herkes nefeslerini tutmuş, verilecek cevabı bekliyorlardı. Akıllarınca bu işi bugün bitireceklerdi. O’nu ciddî bir şekilde kıstırdıklarını düşünüyorlardı.

Sahâbe-i kiram ise oldukça rahattılar. Rasûlullah -aleyhisselâm-, bu soruların hepsini cevaplayacak ve müşrikler yine mağlûp olacaklardı.

Az önce ortalığı ayağa kaldıran gürültü kesilmiş, yerde gezen karıncanın ayak sesleri duyulacak kadar bir sessizlik oluşmuştu:

–Sorularınız bu kadar mı?

–Evet, sorularımız bu kadar; ya cevabın?

–Sorduğunuz şeylerin cevaplarını size yarın haber vereyim! 3

–Öyleyse yarın burada buluşalım! Yalan ile doğru çıksın ortaya artık!

Kalabalıktan hiçbiri;

“Neden şimdi değil de, yarın?” gibi bir soru sormamıştı. Herkes yarına öyle bir kilitlenmişlerdi ki, bu işin yarın sona ereceğine emindiler. Bu düşüncelerle koca kalabalık yavaşça dağılıp gitti.

Herkes yarını düşünecekti. Yarını bekleyecek, yarın olan olacaktı. Herkesin kendince bir yarını vardı öyle ya! Bizim yarınımız nasıl olacak peki? Peygamber Efendimiz, bize yarınlar için ne buyurmuştu? Peygamber buyruğu karşısında bizim tavrımız nedir?

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_________________________

1 Ebû’l-Fidâ İbn-i Kesîr, Tefsîr, c. 3, s. 71-72.
2 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 321-322.
3 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Megāzî ve’s-Siyer, c. 1, s. 108-19.