İNSANIN İKİ SAÂDETİ

YAZAR : Ahmet ZİYLAN

Hayatta iki şeye çok sevinir, gıpta ederim:

* Ev alana…

* Kız evlendirene…

Birincisi, ev alana:

Allah herkese bir ev almayı nasip etsin. Evi olmamak o kadar zor ki, evi olanlar bunu bilemez. Bu sebeple hep duâ ederim: «Allah herkese bir ev versin; bildiğime, bilmediğime; sevdiğime, sevmediğime; dostuma, düşmanıma, bütün mahlûkata başını sokacak bir yuva nasip eylesin.»

Bunu yıllardan beri hep söyler, bu şekilde duâ ederim. Seneler önce İstanbul’da bizi seven ve bu duâmızı da duyan bir arkadaşım, Sayacı Sait Usta bana geldi, dedi ki:

“–Sen ev alın diyorsun, ben de almak istiyorum ama param yetmiyor. Parama göre küçük ev alayım desem, 5 baş nüfus küçük eve sığmıyoruz. Ne yapalım?”

Şöyle cevap verdim:

“–Bak şimdi kirada oturuyorsun, çalışıyorsun, kazanıyorsun, geçiniyorsun, kiranı da veriyorsun, şikâyetin yok.

Ama birkaç sene sonra bakarsın bir şeyler engel olur, çalışamazsın. İşte o zaman ne yapacağını şaşırırsın, elindeki para da erir gider. İyisi mi git parana göre bir ev al. Aldığın evi kiraya ver. Sen de şimdiki evinde otur. Aldığın kiranın üstünü tamamlar, kiranı ödersin kolaylaşır inşâallah. Kızların da nasiplisi çıkar, evlendirirsin; durumuna bakarsın ileride ona göre bir evde oturursun.”

Konuştuk gitti.

Aradan 7-8 sene geçti arkadaşım yine geldi teşekkür ediyor, duâ ediyor; «Allah râzı olsun senden!» diyor.

“–Seninle 7-8 sene önce, ev hakkında konuşmuştuk ya…”

Söyleyince hatırıma geldi.

“–Evet ne oldu?”

“–Ben senin nasihatini tuttum, küçük bir ev aldım, geçen senelerde de kızları evlendirdim. Şimdi gözlerim iyi görmüyor, çalışamıyorum; o küçük eve taşındım. Masrafım düştü. Param olmasa da iki ekmek, 1 kilo domates alıyorum evimde yiyorum; kimseye muhtaç olmuyorum, kimse de hâlimi görmemiş oluyor. «Kirayı ver!» diye gelen de yok. Aldığım emekli aylığım bana yetiyor. Her gün şükrediyorum, Rabbime duâ ediyorum. Sen sebep oldun, sana da duâ ediyorum.”

İşte örnek.

Ev alana nasıl sevinmezsin.

Mevlânâ Hazretleri ne güzel söylüyor:

“Bana üstadım Şems Hazretleri bir şey öğretti:

«Dünyada bir tek mü’min üşüyorsa, sen ısınma hakkına sahip değilsin.»

Ben de biliyorum ki yeryüzünde üşüyen mü’minler var; ben artık ısınamıyorum!..”

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de;

“Komşusu açken tok yatan mü’min değildir.” (Hâkim, II, 15) buyurmuştur.

Yani;

“Birisinin aç olduğunu biliyorsan, onun imdadına koşmadığın gibi, sen karnını tıka basa doyuruyorsan; sen samimî bir mü’min olamazsın, mü’min olmadan da cennete giremezsin.”

Bu duruma göre ev derdi, iş derdi, aş derdi olanları düşünmezsen nasıl mü’min olursun?

Bir tanıdığımın oğlu iflâs etmiş; kendi iş yerini, evini, babasının evini, ellerinden almışlar, oğlanın başı dertte. Babası 85, annesi 80 yaşlarında; 400 liraya kiraya çıkmışlar. 700 lira emekli aylığı var, kirayı verdikten sonra kalan 300 lira ile nasıl geçiniyorlarsa, idare ediyorlar.

Fakat işler değişiyor. Suriyeliler Antep’e gelince evlerin kirası iki katına çıkıyor. Ev sahipleri gelip;

“Evin kirası 800 lira… Hadi sizin hatırınız için 700 olsun. Bundan aşağı olmaz! Ya çıkarsınız ya bu parayı verirsiniz!” diye her gün rahatsız ediyorlar.

Çıksalar diğer evler de farklı değil. Bağkur’dan 700 lira emekli aylıkları var. Onu kiraya verseler ne yiyecekler? Diğer masrafları ne olacak? Bunların kimseden bir şey istemeleri mümkün değil, aç ölürler bir şey isteyemezler, daha kötü durumda olanların haddi hesabı yok. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Küçük de olsa bir evleri olsa, kira dertleri olmasa mesele kalmayacak.

Nasıl sevinmezsin ev alanı duyduğunda?

Durumu müsait olup da ev almayanlar! Ne yapıp edin ev alın. Har vurup harman savurmayın, tasarruf edin, kendinize bir ev almayı düşünün. Allah ev yaptırana, ev alana yardım eder.

Daha geçenlerde bir hanım geldi. Dilenci hâli yok;

“–Bana yardım edin!” dedi.

“–Ne derdin var? Nasıl yardım edebiliriz?”

“–Benim kocam borçlandı. Sonra da alacaklılardan kaçtı, beni ve memleketi terk etti. Ben bir çocuğumla yapayalnız kaldım, bir senedir elimize geçenle ancak geçindik. Ev kirasını bir senedir veremedik. Ev sahibi mahkemeden beni çıkarma kararı aldı. Birkaç güne kadar eşyalarımı dışarı atacaklar, hararetle ev arıyorum bulamıyorum. Gücüm ağlamaya yetiyor. Birisi ağladığımı görünce sizin telefonunuzu verdi; «Belki bu adam size yardım edebilir.» dedi. Ben de sana geldim, bana yardım edin.”

Ben dedim ki:

“–Kızım ben 80 yaşında yürümekten aciz birisiyim; nasıl gezer sana ev bulurum, komisyoncu da değilim. Kaymakamlığa git; fakir fukara fonu var, sana yardım ederler. Ancak bir ev bulduğunda cebinde paran olsun, sana 500 lira vereyim, benim yardımım bu olur.”

Bunun üzerine;

“–Ben dilenci değilim, kesinlikle almam!” dedi, ağlayarak kalktı gitti.

İçim burkuldu, ne istediğini bile anlayamadım. Bana göre derdi başını sokacak bir evdi. Ancak iç yüzünü bilmiyoruz. Tasarruflu yaşasalardı, gelirlerine göre harcasalardı, borçlanmasalardı belki bu duruma düşmeyeceklerdi.

Bazen borçlanarak lüks yaşayanları görüyoruz, yarını düşünmüyorlar. «Ağustos böceği» gibi sonları hüsran oluyor. «Karınca» gibi çalışkan tedbirli olmak, hattâ arı gibi hem kendine hem başkalarına faydalı olmak lâzım.

Hesabını bilerek yaşamak şart ama bankalar;

“Gelin size para verelim, gelin tatil kredisi verelim!” diye reklâm yapıyorlar. Sanki bedava veriyorlar. Fâizinden hiç bahsetmiyorlar. Karşı tarafın durumu ne olursa olsun, ödeyemezse ne hâle düşerse düşsün, ona göre önemli değil.

Ama biz dikkat edeceğiz. Kimseyi suçlamanın mânâsı yok.

Oturduğundan başka evi olup da kiraya verenler, onlar da kiracıya karşı merhametli olmalılar. Şımarmamalı, havaya girmemeliler. Başını sokacak bir yeri olmayan muhtaçların hâlini düşünmeli, kiracılarına zulmetmemeliler.

Yarın kıyâmette sorulacak;

“Parayı nasıl kazandın? Nerelere harcadın? Benim müşkül durumda olan kullarımı görmedin mi?” denecek.

Ne cevap vereceğiz?

Yaklaşık 15 sene önce Kazakistan’da Çimkent’teki Kur’ân kurslarını, İlâhiyat Fakültelerini gezmeye gitmiştik. Bu okullardan biri, talebeleri sadece kız olan, Dintanı Fakültesini geziyoruz.

Sınıfları, yemekhaneyi, salonu gezdik, bahçede dolaşıyoruz, okuldan bölünmüş bir ev gördük. Oranın idarecisi Mehmet BÜLBÜL Hoca;

“Burası da bizim mekân…” dedi. Kapısı açık, şöyle içeri doğru baktım;

“Küçük bir ev, hocam. Siz karı-koca bir de kızınız var, bu eve sığıyor musunuz?” deyince;

“35 metrekare! Ama şükür ediyoruz. Kendimizi cennette hissediyoruz. Hele yatınca hiçbir şey görmüyoruz.” dedi.

Hanımı oranın müdiresi, kızı da öğretmen idi. Onlar böyle evde oturdular. Üç yıl sonra biriktirdikleri para ile okulun yanındaki binayı satın aldılar, vakfa hediye ettiler. Allah râzı olsun.

Kur’ân-ı Kerim’de 30 küsur yerde zekât, 70 küsur yerde infak geçiyor. Hele infak sadece zengin olanlar için değil… Mevlâ’m varlıkta ve yoklukta infak edenleri methediyor. Âl-i İmrân, 134. âyette;

“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için infak ederler.” buyuruluyor.

Peygamberimiz -aleyhisselâm- da;

“Her bir fert infak etsin. Yarım hurma bile olsa infak etsin. (Bir hurması varsa yarısını versin.)” buyuruyor. (Müslim, Zekât, 69)

Allâh’ın rahmetine, Peygamberimiz’in şefaatine mademki talibiz; bu emirleri unutmamamız lâzım.

Ev yapana veya alana infakta bulunmamız, hiçbir şey yapamıyorsak bile; «Mevlâ’m herkese bir mekân versin!» diye duâ etmemiz lâzım.

Duyduğuma göre;

Almanya’da evi olmayan, kirada oturanlar; kiralamak istedikleri evin kira bedelini ve maaş bordrolarını belediyeye götürür gösterirlermiş.

Belediye bakar;

“Ev kirası uygun, fakat ev küçük, sen 3 veya 4 çocuklusun. Böyle küçük evde oturamazsın.” dermiş. Biraz büyük eve bakarlarsa; “Kirası pahalı, ev sana uygun ama bu maaşla bu kirayı veremezsin.” dermiş. Çare yoksa belediye o aileye ev kirasında yardımda bulunurmuş.

Ne güzel bir uygulama! Çünkü gelir gideri karşılamayınca ya gıdasından kesecek ya çalıp çırpmaya yönelecek ya kirayı ödemeyecek, stres sonucu kavga edecek, karakolu, mahkemeleri meşgul edecek; yahut da hasta olacak hastahaneleri meşgul edecek, devlete daha pahalıya mal olacak.

Bizde de ya devlet ya belediyeler ev kirasına yardım etmelidir. Fazla evi olanlardan da vergi alıp bu gideri karşılamalıdır, daha başka çareler de bulunabilir. Dileriz bu yangını söndürecek bir su bulunur.

Hayatta en çok sevindiğim ikinci şey de kız evlendirmek:

Kızını evlendirene, kızına nasip çıkana çok sevinirim. Çünkü hele hele şu zamanda kızın yaşı geçince evlenme ihtimali güçleşiyor.

Erkeğin yaşı geçse de pek önemli olmuyor, birine talip oluyor, vermezlerse bir başkasına talip oluyor. Birinden birinin gönlünü ediyor, evleniyor.

Fakat kızın babası diyemiyor ki;

“Benim kızımın yaşı geçiyor. Şu kızımı biriniz alın. Oğlum gel sana kızımı vereyim…”

Eğer bir kız namusuyla, telli-duvaklı gelin oluyorsa; buna sevinilmez mi? Elbette sevinilir. Kızının saâdetini görmeyi her baba ister. Fakat elinden bir şey gelmez.

Bir zaman bir arkadaşın kızına talip oldular. Talip olan aile, bizim bir meslektaşımızla ortaklık yapmıştı. Yakînen bilen biri. Gittim sordum:

“–Sen falancalarla ortaklık yaptın. Bir yakınımızın kızını istiyorlarmış. Nasıl bilirsin?”

“–Fena değil, iyi…” kabîlinden yuvarlak sözler söyledi.

Açık seçik bir cevap almak için;

“–Bir kelime söyleyeceğim; senin kızın olsa verir misin? Sen onlarla ortaklık filân da yaptın…”

Durakladı yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı. Adam ağlıyor. Soruyu sorduğuma soracağıma pişman oldum.

“–«Senin kızın olsa» diyorsun. Benim bir kızım var. Fakat yaşı geçti, ben onu nasıl evlendiririm; diye düşünüyorum. Sen bana bu soruyu soruyorsun.”

Allah; bekâr genç kızlarımıza uygun, hayırlı koca versin. Bekâr erkeklerimize de hayırlısıyla bir zevce versin.

Onun için niyaz ediyoruz:

“İşi olmayanlara iş, eşi olmayanlara eş, aşı olmayanlara aş ver yâ Rabbî! Ne verirsen hayırlısını ver.”

Bu konuda bir şeyler de yapmak lâzım. Baba söyleyemez. Fakat arkadaşların, akrabaların devreye girmesi lâzım.

“Arkadaşlar, yahu filânın kızı var. Yaşı geçiyor. Ona yardımcı olalım. Bildiğiniz, tanıdığınız yok mu?”

Bunu söylemekte bir beis yok. Yardımcı olmak lâzım, korkmamak lâzım.

Zaman zaman; «Böyle şeylere karışmayın!» diyorlar. Çünkü insanlar; “İyi olursa «Sen vesile oldun.» demezler de, kötü neticelenirse, ayrılık çıkar, problem olursa; «Sen getirdin başımıza!» derler.” diye çekiniyor.

Her aracılık ve yardımcılık işinde bu risk var. Sevabın olduğu yerde de bu risk var.

Rabbimiz emretmiş:

“Aranızdaki bekârları, münasip, sâlih gençlerle evlendirin…” (en-Nûr, 32)

Peygamberimiz teşvik etmiş:

“En fazîletli şefaatlerden (teşvik edilen amellerden) biri, evlilik hususunda iki kişiye aracı ve yardımcı olmaktır.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 49)

“Kim Allah Teâlâ için verir, Allah Teâlâ için men eder, Allah Teâlâ için sever, Allah Teâlâ için buğzeder ve Allah Teâlâ için bekârları evlendirirse (yani her işini Allah rızâsı için yaparsa); îmânını kemâle erdirmiş olur.” (Ahmed, III, 438)

Büyük bir Allah dostu da şöyle demiş:

“En üstün sadaka-i câriye, evliliğe aracı olmaktır. Çünkü onların neslinden gelen kimselerin yaptıkları her iyilikten, aracı olana da bir ecir gelir.”

Bu sebeple evliliklere yardımcı olmak lâzım. Evliliği utanma, çekinme, söyleyememe gibi şeylerle geciktirmemeli…

Hattâ, kız babası da söylese mahzuru olmasa gerektir. Kur’ân-ı Kerim’de okuyoruz: Şuayb -aleyhisselâm-, kendisine sığınan Musa -aleyhisselâm-’a;

“Seni kızlarımdan biriyle evlendireyim.” diyor. (el-Kasas, 27)

Riyâzussâlihîn şerhinde hocalarımız, ashabdan örneklerden hareket ederek;

“Hayırlı ve fazîletli gördüğü birine; kızıyla, kardeşiyle veya bir yakınıyla evlenmesini teklif etmek İslâm büyüklerinin âdetidir. Bunu utanıp sıkılma konusu yapmamak gerekir.” demişler.

Bugün örf-âdet müsaade etmiyor. “Kızımı al” diyebilmek her babayiğidin harcı değil. Fakat arkadaşlar, akrabalar bu mevzuda birbirine destek olmalı.

Yeter ki, gerçekleri dile getirsin, bir şey gizlemesin. Kendi oğlu, kendi kızı gibi düşünsün, maddî-mânevî küfüvveti, denkliği göz önünde bulundursun. Niyeti hayır olsun, âkıbeti de hayır olur inşâallah.

Dikkat edilmesi gereken bir şey de, teklif etmek fakat ısrarcı olmamak. Bu iş teklifinde de geçerlidir. Adam, yıllar sonra;

“Ben senin ısrarınla bunu seçtim, ısrar etmeseydin, ben şöyle olurdum, böyle yapardım.” diyememeli. Herkesin kendi kararını kendisinin vermesi gerekir. Teklif ve istişâreler, kesinlikle bağlayıcı ve zorlayıcı olmamalıdır.

Evlilik yahut iş teklif eden niye ediyor? Senin iyiliğini istediği için. Yarın şartlar değişebilir. Başta cazip görünen bir şey, sonradan cazibesini yitirebilir. Bıraktığın seçenek değer kazanabilir. Bunlar senin tercihinin neticesi olacak. Sana teklif edenin suçu değil.

Bu sebeple, teklifte bulunmalı fakat ısrar etmemeli:

“İşte meydan, işte şeytan!” demeli!

“Artısını, eksisini sen düşün. Kabul edeceksen de senin kararın olsun, reddedeceksen de senin kararın olsun! Sonra kimseyi bahane etme.”

Adam işin başında dindarca bir tercih yapıyor, meseleye takvâ açısından bakıyor. Fakat sonra şeytan rahat bırakmıyor. İnsan pişman olduktan sonra daha önceki hayırları da iptal oluyor.

Bilhassa çok kararsız ve kendisine yardım etmek isteyen kişileri yoran tiplere, kimse aracılık etmek istemez.

Biraz da tevekkül ehli olmak lâzım: Şuna cici, şuna değil. Her şey istediğin gibi, dört başı mâmur olsun dersen hiçbir şey yapamazsın.

Atalarımız;

“Kendi ahlâkında dost arayan dost bulamaz.” demişlerdir. Eşinin de bir insan olduğunu, onun da bir fıtratı, bir gönlü olduğunu unutmamak gerekir. Araştırmak, görmek, ısınmak şart. Ama çok da ince eleyip sık dokumak doğru değil, yüz güzelliği ve zenginlikten çok; dindar, Allah’tan korkan, hoşgörüsü olan, ahlâk güzelliği olanı tercih etmek lâzım.

Atalarımız da bunun için;

“Kendi güzelden usanılır da, ahlâkı güzelden usanılmaz!” demişlerdir.

Mevlâ’m evlenen kadını erkeğine, erkeğini de kadına emânet etmiştir. Mevlâ’mın emânetine saygı gösterilmesi, sevilmesi, hürmet edilmesi lâzımdır. Hata aramayıp hoş görmek, hata varsa bile kapatmak gerekir. Böyle olunca Mevlâ’m; o eve bereket verir, huzur verir, rahmetini indirir. Çocuklar da ana-babaya, millete, dîne, devlete hayırlı evlât olarak yetişir.

“Yok, ben bilirim! Benim dediğim doğrudur! Sen bir şey bilmezsin! Benim dediğim olacak!” dersen, karşı taraf da böyle derse, o evde huzur olmaz.

“Senin anan-baban kardeşin şöyledir, böyledir.” diye kötüler, başa kalkarsan; karşındakini hakir görmüş, kendini üstün görmüş olursun.

Bunu kadın veyahut koca hangisi yaparsa övünmek olur ki o yüce Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

«Övünmek yok!» demiştir.

“Filân şöyle yaptı, şöyle ev aldı, şöyle para harcadı.” diye onları översen, kocanı küçük görerek, başa kalkmak olur ki huzursuzluğun sebeplerindendir.

Allah’tan korkmak, Allâh’ın rızâsını kazanmak, Allâh’ın verdiğine-vereceğine râzı olmak gerekir. En büyük saâdet; kanaatkârlıktır, uyumlu yaşamaktır. Kabahat varsa önce kendimizde aramalı, hataları güzellikle çözmelidir.

Şu iki günlük dünyayı kendimize ve karşımızdakine zindan etmemeliyiz.

Cenâb-ı Allah hayırlı eş, iki cihanda da huzur ve saâdet versin. Şeytanın, nefsimizin, münafıkların ve fitnelerin şerrinden muhafaza etsin.

Âmîn…