“(KENDİNİ ALDATMA) MA” ŞUURU

YAZAR : Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

“Eğer yeterince büyük bir yalan söylersen ve onu yeterli sıklıkta söylersen ona inanılır.” demiş Adolf Hitler. Bu sözün doğruluğu tarihte olduğu kadar en bariz bir şekilde günümüz medyasında da görülür. Medyanın çoğu zaman kasıtlı olarak ortaya attığı bir habere (!) yeterli sıklıkta yayınlandığında, büyük halk kitleleri tarafından inanıldığına basîret sahibi herkes şahit olmuştur. Aynı şey fert için de geçerlidir; insan ona bir şekilde acı veren ferdî veya içtimaî olaylarla yahut da sonuçlarla karşılaştığında suçu başkasına veya başka sebeplere atarak kendini, mes’ul olmadığına inandırır. Bir başka deyişle kendi kendine yalan söyleyerek kendini aldatır ve böylelikle mes’ûliyetten kurtulduğunu düşünür.

“İyi okullarda okusaydım ben de kazanırdım.”,

“Bizim hocalar iyi değil.”,

“Bana hakaret etmeseydi bu kavga çıkmazdı.”,

“Sözümü dinleseydi çocuğuma vurmazdım.”,

“Benimle ilgilenseydi aldatmazdım.”,

“Bu kadar maaşa, bu kadar hizmet!”,

“Çok üstüme geldi, yalan söyledim.” gibi mazeretlerle insan kendini aldattığının farkında değildir çoğu zaman.

“Memleketi kurtarmak bana mı kalmış?!.”,

“Sadece benim çalışmamla olacak iş değil!”,

“Dünyanın çivisi çıkmış, ben ne yapabilirim?!.”,

“Bir sürü vergi topluyor, devlet yapsın.” şeklindeki düşünce tarzlarıyla insan mes’ûliyetten kurtulduğunu zanneder.

Hattâ cinayetlerin, katliâmların faillerinin de hep kendilerince bir mazeretleri vardır. Normal insanların anlayamayacağı; öfke, intikam, aşağılanma gibi öyle acılar çekerler ki bu acıları birtakım cinayetlerle durdurabileceklerini sanırlar. Bu kendini aldatmanın en uç örneğidir.

Kendini aldatmak, bir çeşit kendine güven ve problem çözme becerisindeki eksiklik meselesidir. Kendine güvenen insan, problemleri çözebileceğine de inanan insandır. Bahane üreteceğine çözüm üretmeye çalışmak, büyük bir özgüvenin neticesidir. Problemlerle yüzleşecek ve onlara çözümler üretebilecek kadar özgür ve özgüvenli olanlar, kendilerini aldatmayan ve mes’ûliyetlerinin farkında olan insanlardır.

Klâsik tabirle insan; hatayı kendinde aradığında, çözüme yakın ve gelişime açık olur. Aksi takdirde kendini aldatmayı alışkanlık hâline getirir, mes’ûliyetlerinden kurtulduğunu zanneder.

“Bana hakaret etmeseydi bu kavga çıkmazdı!” deyip kavgayı meşrûlaştıracağına;

“Bana hakaret etmemesi için ne yapabilirdim?” veya “Hakaret ettiğinde nasıl tepki verebilirdim?” diyerek yapılabilecekler üzerine düşünmek şahsiyet gelişimi ve sağlıklı iletişim açısından daha verimlidir.

Etraftaki pislikleri görüp dururken;

“Dünyanın çivisi çıkmış ben ne yapabilirim?!.” deyip köşede sakince oturmak yerine;

“Bu pisliklerin dünyamızı kirletmemesi için şunları şunları yapabilirim.” demek daha özgüvenli ve özgür bir duruştur.

Küçücük de olsa kocaman da olsa mes’ûliyetlerin farkında olmak, hem kendimize hem memleketimize hem de dünyamıza katkı sağlayacaktır. İnsan karşılaştığı her durumdan, her kişiden, her olaydan elbette mes’uldür. Bir çocuğa gülümsemek, bir yetimin başını okşamak, bir muhtaca yardım etmek, komşuya-arkadaşa insanca muamele etmek; işin, dersin hakkını vermek, memleket ve dünya meseleleriyle bir şekilde ilgilenmek vicdan taşıyan herkesin yapması gereken işlerdendir. İnsan; yaptıklarını asla küçük görmemeli, yaptığı her doğrunun mutlaka fark oluşturduğuna inanmalıdır.

Bir adam sabaha karşı sahilde yürüyüş yaparken, denize telâşla bir şeyler atan birine rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu kişinin, sahile vurmuş denizyıldızlarını denize attığını fark eder ve ona;

“–Niçin bu denizyıldızlarını denize atıyorsun?” diye sorar. Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi;

“–Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek. Onları suya atmazsam ölecekler. Yaşamaları için.” cevabını verince adam;

“–İyi ama burada binlerce denizyıldızı var. Hepsini atmanıza imkân yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki?” der. Yerden bir denizyıldızı daha alıp denize atan kişi;

“–Bak! Onun için çok şey değişti.” karşılığını verir. Özgüvenli ve özgür duruşuyla mes’ûliyetlerinin farkında olan fertlerin oluşturduğu aileler, topluluklar ve memleketler huzurun kök saldığı yerler olur.

Hiç kimse kendini aldatmamalı, çözümün ve huzurun bir parçası olabilmek için mes’ûliyet şuuruyla elinden geleni yapmalıdır. Aksi takdirde her türlü pisliğin, cinayetin, katliâmın fâili ve mef’ûlü acı çeken insanlar topluluğu olmaya doğru bir gidişten herkes nasiplenecektir.

Hiç kimse;

“Ya bu diyardan gidecek ya da bu deveyi güdecek” âcizliğini yaşamak durumunda değildir. Herkesin yapabileceği bir şeyler hattâ çok şeyler vardır. Rasim ÖZDENÖREN’in dediği gibi;

“Hem bu deveyi güdecek hem bu diyarda kalacağız; çünkü deve de bizim diyar da bizimdir!”

İnsanın kendi kendine söylediği ve sonunda kendini de inandırdığı yalanlar kendisine de etrafındakilere de sevdiklerine de zarar verir. Vicdan sahibi hiç kimsenin buna hakkı yoktur!