BİR KAZANILMIŞ GÖNLÜN DUÂSI

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

–Selâmün aleyküm Mehmet!

–Aleyküm selâm Sıtkı Bey. Hoş geldiniz. Birkaç not vardı.

–Tabiî. Bekliyorum.

–Efendim; tekstil fabrikamızda bir şefle bir çalışanımız arasında problem olmuş. Mevzu bize intikal etti. Biri sizin özel ilgilendiğiniz biri. Arkadaşlar şu an burada. Müsaitseniz…

–Tabiî ki, nedir mevzu? Kısaca anlatıver.

Sıtkı Beyin özel kalemi Mehmet Bey, durumu özetledi. Ardından ekledi:

–Efendim; şefimizin meselenin detayına vâkıf olmadan hareket etmesi, çalışanımız Ahmet Beyin pek ağırına gitmiş ve alâkası olmadığı hâlde haksız duruma düşmüş. Şefimiz, çalışanımız Ahmet Beyin işten çıkarılması talebinde bulunmuş. Şefimiz ısrarcı, çalışanımız müştekî…

–İsimleri neydi?

–Şef Şahin ve Ahmet Usta.

–Demek öyle… Şef Şahin… Sen onun buraya gelişini hatırladın mı?

–Evet efendim.

–Neyse! Şu şefi bir getir bakalım.

Şef Şahin, içeri girdiğinde pek mağrurdu, burnundan kıl aldırmaya niyeti yoktu.

Sıtkı Bey, onun bu durumunu fark etti:

–Anlat bakalım Şahin Efendi… Sen bu adamın meselesi karşına gelince ne yaptın?

–Ne olacak efendim? Elbette gerekeni. Burayı düşünmeyen, müessesenin menfaatlerini kollamayan, her fırsatta iş savsaklayan biri bu arkadaş… Ben de bana verdiğiniz vazifenin hakkını vermenin sorumluluk bilinciyle bu beyefendinin işine son verilmesini istedim.

–Bahsettiğin kişi Ahmet Usta değil mi?

–Evet efendim ta kendisi!

–Sen şimdi Ahmet Ağabeyini hiç dinlemeden böyle bir karar verdin öyle mi?

Şef Şahin, pür gazap:

–Ne gerek var efendim! Her şey ayan beyan ortada. Bir de onun söyleyeceği yalanlara çanak mı tutaydım?

Sıtkı Bey, oturduğu yerden ayağa kalktı, ellerini arkasında bağladı. Kaşları çatık bir şekilde ofisinin pencere kenarına kadar gidip bir süre dışarıyı seyretti.

–Demek öyle Şahin Efendi!

–Aynen öyle efendim. Hani yaptığı yenilir yutulur bir şey olsa;

“Hadi kollayayım, bir daha olmaz.” diyeceğim; ama ben ekmek yediğim kapıya ihânet edemem!

–Eyvallah Şahin. Şef Şahin! Demek kollardın… Allah râzı olsun, kollamak lâzım tabiî.

Sıtkı Bey, derin bir sessizliğe büründü. Sakin olmalı idi. Sakin olmalı ve gözünü hırs bürümüş bu adama hatasını en iyi şekilde fark ettirmeli idi. Gördüğü manzara içler acısı idi.

Tok bir ses tonu ile tane tane konuşmaya başladı:

–Beni iyi dinle efendi! Aslında Ahmet Usta aramızda kalmasını istemişti; ama senin böyle bir şey yapacağını eminim o da tahmin etmemiştir.

Bir! Yıllar önce seni bize teklif eden, hatta;

“Her şeyine kefilim!” diyen, Ahmet Ustadır.

İki! Ahmet Usta, buranın gelmiş geçmiş en tecrübeli kalite kontrolcüsüdür. O burada işe başladıktan sonra tek şikâyet almadık. Çok dürüst bir insandır. Bereket vesilesidir. Bir kere olsun karşıma alıp da;

“Usta bunu niye böyle yaptın?” demedim.

Üç! Onun bu gayretini ödüllendirmek istemiş ve kendisinden şef olmasını istemiştim. O da şöyle demişti:

“Sıtkı Bey, benim büyük bir borcum yok, yağımla kavruluyorum; ama Şahin kardeşimizin borcu çok. İstanbul’a geleli belini doğrultamadı. Kirası falan derken, bu durum onu bir hayli zorluyor. Onun bu şef maaşına daha çok ihtiyacı var. Hem ben kalite kontrolcüyüm, henüz yerime birini yetiştirebilmiş değilim. Eğer benden memnunsanız, ben aynı vazifemde devam etmek istiyorum. Şefimizin iyi bir kalite kontrol elemanına ihtiyacı olacak.”

Onun bu fazîleti çok hoşuma gitti. Sırf onun bir isteğini yapmış olmak için seni şef yaptım. Gel gör ki sen bugün bu ağabeyini işten attırmaya çalışıyorsun. Hem de sana ait olan bir hata yüzünden.

–Nasıl yani? Ben ne hata yapmışım ki?

–Evlât! Sen daha sorumluluk alanını bilmiyor musun?

–Biliyorum efendim!

–O zaman bu hatanın sana ait olduğunu nasıl bilmezsin?

Şef Şahin bir an panikledi:

–Hayır efendim! Asla! Bu Ahmet Ustanın hatasıdır! Bunu kabul edemem!

Sıtkı Bey, şefin bu çıkışını hafif bir tebessümle karşıladı:

–Şeeef! Ya sen adamakıllı niyetini söyle ya da ben sana çektiğim fotoğrafı okuyayım!

–Yani efendim ne olabilir ki?

–Tavrında ısrarcısın yani?

–Estağfirullah efendim de…

–Şef, hiç yorulma istersen ben anlatayım…

Şef, belki ilk defa mahcup oldu:

–Efendim ben… Gözümü bir an hırs bürüdü. Ben kendime rakip olarak tek Ahmet Ağabeyi görüyordum. Diğerlerinden her zaman daha iyi olduğumu düşünüyordum ve Ahmet Ağabeyin şef olma ihtimali beni yedi bitirdi. İnanın az önce söylediklerinizi kabullenmek istemedim bile. Ama şimdi kendimden çok utandım. Ben Ahmet Ağabeyimin yüzüne nasıl bakarım?

Şef yaşına aldırmadan ağlamaya başladı.

Sıtkı Bey şefin hatasını anlamış olduğunu düşünerek şöyle dedi:

–Bak evlât! İşinde yükselmek için bir başkasının omzuna basmana veya ayağını kaydırmana gerek yok. Öncelikle Ahmet Ustaya yıkmaya çalıştığın hata, aslında senin sorumluluğunda. Ama sen daha sorumluluk alanını bilmiyorsun ve çok büyük bir çiğlik yaptın. Çok sırıttı…

–Özür dilerim efendim.

–Bak aslanım hepimiz güttüklerimizden bir çoban misali sorumluyuz. Ben de sizden sorumluyum. Çalışanımın hakkını yediremem. Ama sana da kıyamam! Nasıl ki bir çoban, ayağı kırıldı diye bir kuzusunu dağda kendi hâline bırakamaz, onu alır sırtında taşır da yine kurtlara yem etmemek için çırpınır; bugün de ben seni taşıyacağım.

–Anlamadım efendim! Beni kovmuyor musunuz yani?

–Bak evlât! Aslında onu hak ettin; ama yine Ahmet Ustanın hatırına seni vazifene yeniden tayin edeceğim. Yalnız bir şartım var!

–Allah râzı olsun efendim, ne demek efendim emredin!

–Şimdi Ahmet Ustayı çağıracağım. Ondan helâllik alacak ve gönlünü yapacaksın. Bir daha da bu kıymetli ağabeyini üzmeyeceksin!

–Başüstüne efendim. Siz nasıl emrederseniz…

Sıtkı Bey, özel kalemine seslendi:

“Ahmet Usta bir zahmet gelebilir mi?”

Ahmet Usta içeri girer girmez Şahin, Ahmet Ustanın ellerine sarıldı:

–Ağabey affet! Büyük hata ettim!

Ahmet Usta ellerini çekti:

–Estağfirullah efendim.

Sıtkı Bey devreye girdi:

–Ahmet Ağabey bırak öpsün. Bugün buna çok ihtiyacı var.

Şahin, Ahmet Ağabeyinden helâllik aldıktan sonra, Sıtkı Beyin de ellerine sarıldı:

–Efendim sizden Allah râzı olsun. Belki de durumumu en başında fark ettiniz. Tek kalemde kestirip atmadınız. Beni gönderebilirdiniz de… Size çok teşekkür ederim. Hakkınızı helâl ediniz.

–Şef efendi, dedik ya;

“Ben de sizden sorumluyum.” diye. Sürçtün diye seni işten atacak değilim. Eğer bugün bir şeyler öğrendiysen ne mutlu. Al bu tecrübeleri gönül rafına koy. Yarın bir gün çok ihtiyacın olacak. Sükûnet içerisinde hareket edebilirsen sen de göreceksin ki nice kazanılmış gönül, ardınca duâ edecek. Onlarca, belki yüzlerce insanın gönlünde taht kuracaksın.

–İnşâallah efendim. Göreceksiniz, sizi pişman etmeyeceğim.

–Ben de aynen öyle olacağına inanıyorum ve Ahmet Ustanın seninle alâkalı teklifinde ne kadar haklı olduğunu görmek, beni memnun etti. Haydi bakalım iş başına! Tekrar aldığın yeni vazifende sana başarılar dilerim.

–Çok teşekkür ederim. Hem size hem Ahmet Ağabeye. Allah sizden râzı olsun…