Bİ’R-İ MAÛNE FÂCİASI!..
ŞAİR : SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)
Hazret-i Peygamber’i Bir Ay Ağlatan Katliâm
Bİ’R-İ MAÛNE FÂCİASI!..
Fecî yaşandı Recî zulmü, yaktı tâ ciğeri,
Kül etti Bi’r-i Maûne’yse, zulmün en beteri!
Ebû Berâ, Necid’in zâtı, attı Ravza’ya can,
Muallim istedi ısrarla: “–Ey Rasûl-i cihan,
Nasıl eğitmeli İslâm olan kabîlemizi?
Kerem buyur, hocalar yolla, irşad eyle bizi!”
Fakat Recî kederinden hüzünlü Peygamber,
Buyurdu: “–Bunda, sahâbem için içim titrer;
Necid ihânet eder kaygısıyla korkuyorum…”
Üzüntüden yeniden oldu âdetâ yüzü mum,
Yüz endişeyle kabulden çekindi, durdu geri,
O yüzden almadı hattâ, gelen hediyyeleri.
Ebû Berâ dedi ısrarla: “–Can bu te’mînat,
Özel himâyede yetmiş özel güzîde hayat.”
Nebî, ne çâre, çekingen, fakat açık üslup,
Söz aldı şart ile yazdırdı hem de bir mektup.
Necid’de bir yeğen Âmir, Ebû Berâ adına,
Emirdi, yolladı Peygamber işbu şartı ona:
“–Bu yetmiş isme, bu huffâza, orda zerre kadar,
Zarar verilmeye zinhar!” buyurdu, verdi karar…
Yol aldı kāfile, heyhat ki, dört konak sonra,
Mekân, o Bi’r-i Maûne’ydi, birden esti bora.
İhânet ordusu bastırdı Âmir’in, dehşet,
Ebû Berâ, buna tüm çevresiyle çekse de set,
Usayye, Ri’l ile Zekvân ve hem Benî Lihyan,
O hâinin tarafından çelindi, sıçradı kan.
Kan içti kin dolu Âmir, o zorba cinnet ile,
Açıp da bakmadı mektûb-i Mustafâ’ya bile.
Kırıp geçirdi bütün yetmiş ehl-i Kur’ân’ı,
Bu kanlı vahşetin Amr oldu sâde kurtulanı.
O zulme kandırılan Cebbar İbn-i Sülmâ der:
“–Fuheyre oğlu bir Âmir de vardı, hâli hüner;
Önünde dağ gibi şahlandırıp da kısrağımı,
O göğse öyle çetin sapladım ki mızrağımı,
Ta çıktı sırtına, hâlâ o; «–Mü’min ol, dedi; sen!
Yeminle, işte kazandım!» deyip de göçtü hemen!
Kafam karıştı, şaşırdım, ne kârı vardı onun,
Netîce ben onu öldürmedim mi, işte zebun!
Yenildi zannediyordum ne şüphe öldürülen,
Açıkça çınladı: «–Vallâhi, bak kazandım ben!»
Semâya uçtu peşinden onun şehid cesedi,
O anda anladı gönlüm, niçin o böyle dedi.
O an açıldı gözüm, ben de aynı cân oldum,
Ebed hakîkati gördüm de müslümân oldum!”1
O an, huzûruna Peygamber’in gelip Cibrîl,
Ne oldu hepsini bildirdi: “–Ey hüzünlü Cemîl,
Şehîd olup yüce Allâh’a uçtu hâfızlar,
Şu anda her biri şad, çünkü râzı Hazret-i Yâr!”2
Rızâya şükrünü bülbül misâli bağladı öz,
O katliâma fakat gül misâli ağladı göz!
Ağır ihânete bambaşka yaş akıttı Nebî,
Kerem edip nice cellâdı affeden kalbi,
Keder içinde yürekten o denli çekti ki ah,
Şu bedduâyı bir ay yaptı her namazda sabah:
“–Rasul ve zâtına isyancı halkı eyle harab,
Usayye, Ri’l’e ve Zekvân’a lânet et yâ Rab!” 3
Bütün sahâbe, pür âmînle oldu sel, ancak,
Bütün gürûhu münâfıklarınsa, mest olarak,
Uhud’da yüzgeri etmiş, rezil hasatlarına,
Zemin budur diye hız kattılar fesatlarına.
Konuştular: “–O ölenler de uysalardı bize,
Hiç ölmemiş olacaklardı, göz gerekli size!”
Bakın sefillere, onlardı oysa körlük eden,
Cevap, gazaplı ve tehditli geldi göklerden:
“Evinde yan gelip ihvân-ı dîni hakkında,
«–Eh uysalar bize ölmüş değildi onlar da!»
Diyen için, de ki: «–Hak sözlü sizseniz cidden,
O hâlde, siz sizi kurtarsanız ya ölmekten!»”4
“Şu nefsin ölmesi ancak Hudâ’nın emri ile,
Katında vakti kesin, tam yazılmış ânı bile…”5
Netîce, yüzleri nankörlerin düşüp soldu,
Fakat o Bi’r-i Maûne’yle gözler al oldu.
Enes diyor ki: “O yetmiş şehîde öylesi zâr,
Elemli oldu ki, Peygamber’in o vakte kadar,
Bir ay boyunca akan yaşla doldurup da günü,
Bu denli bir şeye hiç görmedim üzüldüğünü.” 6
O kimseler, çok özel, çünkü ehl-i Kur’ân’dı,
O kimseler, bu güzel dîni yansıtan candı.
O kimseler, yüce Kur’an dalında bülbül idi,
O kimseler ki, Nebî ravzasında hep gül idi.
Bu dîni tebliğ için bir bir oldular kurban,
Kazandılar, dediler: “–İşte cennetü’r-Rıdvân!”
Sarıl bu örneğe mü’min, o gün devam ediyor,
Önünde Bi’r-i Maûne’yle aynı dert, içi kor!
Çekinmeden yakıyor müslümânı zâlimler,
Yahûdilerle münâfıkların fesâdı beter!
Bebekler, anneler, evler; harâbe aynı küme,
Bu zulmü perde filim zannedip gülüp geçme!
Figānı duy, yüce Peygamber’in gözüyle üzül,
Yanık duâlar içinden rızâ-yı Hakk’a süzül!
Koşup da yardıma, kardeşliğin nasıl, göster,
Kulum desin Yaratan, ümmetim desin Server!
Bu denli kimler olur Hak Nebî’ye pervâne,
O kimseler, olacak doğru aşka destâne.
O kimseler, yüce dînin safında liste başı,
O kimseler, nice mazlumların kederli yaşı!
O kimseler, yine Kur’ân’ı tam şeref taşıyan,
O kimseler, ulu Allâh için ölüp yaşıyan!
O kimseler ki uyar, neyse emr-i Peygamber,
«Yeminle işte kazandım!» deyip de öyle göçer!
O kimseler gibi Seyrî, tam ehl-i Kur’ân ol,
Nebî’ye kendini en sevdiren gönül ile dol!
28 Temmuz 2014 / MEDÎNE-İ MÜNEVVERE
1 İbn-i Hişâm, III, 187; Vâkıdî, I, 349.
2 Buhârî, Cihâd, 9.
3 Buhârî, Cihâd, 9, 19, Meğâzî 28;
Müslim, Mesâcid, 297.
4 Âl-i İmrân, 168.
5 Âl-i İmrân, 145.
6 Müslim, Mesâcid, 302.
vezni: mefâilün feilâtün mefâilün feilün
(fa’lün)