RAMAZÂN’IN ÜSTÜNLÜĞÜ ve ORUCUN FAZÎLETİ

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

Rabbimiz Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri;

“Ey îmân edenler! Sizden evvelki ümmetlere farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı. Tâ ki Rabbinizden korkup emri îfâ edesiniz, oruç sebebiyle günahlardan sakınasınız.” (el-Bakara, 183) buyuruyor.

Ey kardeş! Allâh’ın en büyük ikramlarından biri olan Ramazân-ı şerif, yine bizlere bir ay misafir olmak üzere geldi. Ne mutlu bize…

Geçen Ramazan’dan bu Ramazân’a kadar geçen şu bir sene içinde, Allah Teâlâ’nın rızâsına uygun acaba ne yaptık? Ne gibi kıymetli emirleri yapmayıp terk ettik? Yahut yapmayınız dediklerinden ne kadar haram ve mekruh işlerde bulunduk? Her geçen gün, hayat defterimizden bir yaprağın kapanması demektir. Dünya ticaretinde, her tüccar sene sonunda o senenin gelirini, giderini, kârını, zararını gösteren bir bilânço tanzim eder. Kazandıysa kârı artırmak, zarar etti ise bunun sebeplerini gidermek yolunu araştırır. Buna göre yeni sene için bir program hazırlar.

Ey kardeş! Âhiret ticaretimizin muvâzenesi içinde, sene başı Ramazân’ın ilk günleridir. Bu mübârek ayı ganîmet bilerek gaflet uykusundan uyanmalıyız. Bir senenin günahları ile kirlenmiş kalplerimizi, bol bol tevbe-istiğfar ederek Rabbimiz’in rahmeti ile yıkamaya çalışmalıyız. Hele iftar sofralarının başında geçirdiğimiz dakikalardaki mağfiret dileklerimiz, mutlaka kabul olunur. Ne büyük fırsat değil mi? Sahur sofrası da böyledir. Allah cümlemize istifadeler nasip eylesin inşâallah.

Oruç, Mevlâ ile kulu arasında gizli kalan bir ibâdet olduğundan çok kıymetlidir. Namazla, oruçla ve Kur’ân okumakla gündüzler şeref buluyor. Gece namazları, teravih ve sahur sünnetleriyle de geceleri nurlandırılmış oluyor.

Ramazan gelince içinde bir sevinç duymayan kimse mânen hastadır. Mü’minler bu mübârek Ramazan’dan kana kana zevk alıp dururken, bu dînî neşeden uzak kalan gönüllere Cenâb-ı Hak’tan hidâyet dileriz. Cenâb-ı Hak, hiçbirimizi doğru yoldan ayırmasın inşâallah.

Ramazân-ı şerîfin gelişiyle sevinip ferahlayan ve ibâdetini, tâatını artıran kimsenin cesedi cehenneme haram olur.

Dünyada en fazîletli şeyin Kur’ân-ı Kerim olduğu malûmdur. O, Ramazân-ı şerifte inmiştir. Kur’ân’ın indiği ay da şüphesiz en mübârek ay olur. (Ramazân-ı şerîfin, namazın, orucun; hesapsız fazîletlerine inanarak Ramazan’da oruç tutan ve ibâdette bulunanların geçmiş günahları affolunur.)

Ramazan’da bir farza, başka zamanlarda yapılanın yetmiş misli, nâfilelerden bir hayra da bir farz gibi sevap yazılır. Öyle ise;

Ey hayır sahipleri! Ramazan’da hayırlarınızı artırınız.

Ey şerliler! Siz de şerli işlerinizden vazgeçiniz.

Ramazan’da geceler; teravih namazı kılmak ve Kur’ân okumak, teheccüd namazı kılmak ile ihyâ edilir. Oruç gündüze, namaz ve Kur’ân da geceye bereket ve feyiz kazandırır.

Hâkim’in Müstedrek’inde Kâ‘b İbn-i Ücre’den kuvvetli senetle mervî bir hadîs-i şerifte;

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazretleri bir gün bize; “Minbere yaklaşın!” buyurdu. Biz de yaklaştık. Hutbeye çıkarken; birinci basamakta «Âmîn!»; ikinci basamakta «Âmîn!»; üçüncü basamakta yine «Âmîn!» dedi. Namazdan sonra sebebini soranlara cevâben;

“–Cibrîl -aleyhisselâm- bana göründü ve;

«Ramazân’a erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi.

Ben de; «Âmîn!» dedim.

İkinci basamağa çıktığımda;

«Sen’in ismin yanında zikredilip de Sana salevât getirmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi.

Ben de; «Âmîn!» dedim.

Üçüncü basamağı çıktığımda;

«Anne-babası veya ikisinden birisi yanında yaşlanıp da (onları râzı ederek) cenneti kazanamayan kimse rahmetten uzak olsun!» dedi.

Ben de; «Âmîn!» dedim.” (Hâkim, IV, 170/7256; Tirmizî, Deavât, 100/3545)

Bu hadîs-i şeriften;

Rasûl-i Ekrem’e yüksek tazimde bulunmak, salevât-ı şerîfe ile O’na kendimizi tanıtmak lâzım geldiği anlaşılır.

Ana-babaya hürmet ve hizmet etmek, vefatlarında onlara duâ etmek, mânevî hediyeler göndermek, kabirlerini ziyaret edip Fâtihalar okumak, kabirlerini muhafaza etmek lâzım olduğu anlaşılır.

Mevzuumuzla alâkalı olarak da hadîs-i şerîfin ikazı büyüktür.

Ramazân-ı şerîfin gelmesine sevinerek, oruç tutmak ve ona hürmeten günahlardan kaçınıp, sevaplı işlere koşmak; «Bu ayda affolunmazsam, ne zaman affolunacağım.» diye düşünmek lâzımdır.

Ramazân’ın yirmisinden sonra; «Kıymetli misafirimiz olan Ramazan’dan ayrılıyoruz.» diye kederlenmek lâzımdır.

Son Cumasında; «Kadrini bilemedik.» diye ağlamak; Kadir Gecesi’nin sabahında ve Ramazân’ın son günlerinde; «Ömrün en kıymetli günlerini ve hattâ seksen küsûr sene ibâdete bedel Kadir Gecesi’ni kaybettik.» diye gözyaşı dökmek lâzımdır. «Bu Ramazan benim son Ramazân’ım olabilir.» diye ona hürmette kusur etmemek lâzımdır.

Ey kardeş! Orucun üç derecesi vardır:

Birinci derece: Yalnız yemekten, içmekten ve şehvetten sakınmaktır.

İkinci derece: Yemekten, içmekten, şehvetten sakınıp; hiçbir âzâ ile günah işlememek ve dokuz âzâ ile oruç tutmak.

Üçüncü derece: En yüksek oruçtur ki; bunda ikinci dereceden başka kalbe Allah Teâlâ’dan başkasını sokmamaktır. Bu oruç, enbiyâ ve evliyânın orucudur.

Boğazı yemek, içmekten, gözü harama bakmaktan, avret yerini şehvetten korumak, birinci derecede ehemmiyetli olup; dili günahlı sözlerden muhafaza etmek, kulakları haram şeyleri dinlemekten elleri, ayakları, kalbi günah olan işlerden sakınmak mühimdir.

Böyle oruç tutan kimseler, Ramazan’da anadan doğmuş gibi günahlardan arınıp geçmiş günahları da affolunur.

Allah Teâlâ;

“Oruç Ben’im içindir, onun mükâfatını ancak Ben bilir ve veririm.” (Buharî, Savm, 2, 9; Müslim, Sıyâm, 30) buyurmaktadır. Ne mutlu, bu kıvamda orucunu tutabilenlere…

Oruç, mahşerde mânevî şefaatçidir. Sahura kalkıp da sabah namazını kılmadan yatanın hâli, cennette bir köşk kazanıp da Sırat’tan geçerken cehenneme düşenin hâline benzer. Sahura kalkan kimse, hemen abdest alıp en az iki rekât (yemekten önce veya sonra) namaz kılsa, bu kıldığı teheccüd namazı sebebiyle, geceyi ihyâ etmiş sevabı kazanır. Sabah namazını da cemaatle kılsa, ilk cennet kafilesine katılır. (Âmentü şerhi s. 188)

Bu mübârek günler ve gecelerde herkes affolunur. Ancak; anasının ve babasının rızâsını kazanamamış olanlar, din kardeşine dargın olanlar, kibrinden İslâm cemaati arasına gelmeyenler, mübârek günlerde; işret, kumar, zinâ gibi haramları işleyen kimseler affolunmazlar.

İftar zamanı, binlerce kişi cehennemden âzâd olunur. İftar ederken; «Yâ Rabbî! Orucumu kusuru ile kabul et.» diye duâ etmeli, iftar saatinde duâlar kabul olunduğu için; kendisine, ailesine ve bütün ümmetin kurtuluşuna duâ etmelidir. Ateş değmemiş bir şeyle; zemzem, hurma gibi şeylerle orucu açmak daha fazîletlidir. İftar sofrasına fakirler de çağırılırsa, sofra cennet sofrasına benzemiş olur. İftar, verenin ömrünün artmasına ve kazancının bereketlenmesine vesile olur. Varlığı olmayan kimse, neye gücü yetiyorsa onunla iftar vermelidir.

Namaz ve oruçla Ramazân’ı tamamlamaya muvaffak olduğumuzdan dolayı şükrâne olarak, bayram yapar ve tekrarını niyaz ederiz. Ramazan’dan sonra bir kişinin amellerinin güzelleşmesi Ramazân-ı şerîfinin kabul edilip, günahlarının affedilmiş olduğunun alâmetidir. Allah, hepimize lutfeylesin.

Ramazan orucunun her gününe on misli sevap verildiğinden, on ay oruç sevabı eder. Bayram ertesi yani Şevval ayında tutacağı altı gün oruç da iki aylık sevaba tekabül ettiğinden, senenin tamamını oruçla geçirmiş sevabı kazanılır.

Ramazan’da fazîlet bakımından, çok önem taşıyan müstehaplardan birisi de îtikâftır. Bakara Sûresi’nin 187. âyet-i kerîmesinde bulunan; «mescidlerde ibâdete çekilmiş olduğunuz zaman» meâlindeki kısımla müstehap olarak beyan edilmiş ve Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tarafından tavsiye edilmiş fazîletli bir ibâdettir. Îtikâfa girmek, sünnet-i kifâyedir.

Ramazân’ın son onuncu günü, güneş batarken, içinde beş vakit namaz kılınan bir mescidin bir köşesinde îtikâfa girip gece-gündüz orada kalmak lâzımdır. Yalnız def-i hâcet ve abdest almak için dışarıya çıkılır. Namaz kılmak, yemek, içmek, uyumak camide olur. Zaruret olmadıkça kimse ile konuşmamak lâzımdır. Kur’ân, duâ, tesbih, salât ü selâm okunmalıdır. Kadın; evinde mescid olarak kendine ayırdığı bir bölüm varsa orada îtikâf yapabilir ve pek çok ecre nâil olabilir. (Dürr-i Yektâ)

Kıymetli okuyucularımın ve tüm müslüman kardeşlerimin Ramazanlarının mutlu ve bayramlarının kutlu olmasını Cenâb-ı -ecellü âlâ-’dan diler, hürmetlerimi arz ederim. Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtühû. Mü’min kardeşlerimizle; okuyarak muhabbete ve mânen görüşmelerimize vesile olan Yüzakı dergisinin yayın mensuplarına hâssaten teşekkür ederiz.

Söylemeye çalıştım,
Sana sözün özünü.
Yakalarken «turna»yı,
Deşmeyesin «göz»ünü… (Gülzâr-ı İrfan)