MÂNEVÎ SAVRULUŞ

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَة.عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ:
لَيَأْتِيَنَّ عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ لَا يُبَالِي الْمَرْءُ بِمَا
أَخَذَ الْمَالَ أَمِنْ حَلَالٍ أَمْ مِنْ حَرَام

“Öyle bir zaman gelecek ki kişi malını helâlden mi yoksa haramdan mı elde ettiğine bakmayacak.” (Buhârî, Büyû‘, 23)
BİR MESAJ: Dünya ve âhirette mutlu olmak istiyorsan Allâh’ın sınırlarına riâyet et!

MÂNEVÎ SAVRULUŞ

Mü’minin mânevî olarak savrulduğu bir dönemde yaşıyoruz. Allâh’a îmân edip O’na teslim olduğunu söyleyen mü’min; kontrolsüz bir tüketim çılgınlığı içinde, neyin haram neyin helâl neyin şüpheli olduğuna bakmaksızın, nefsinin bitmek tükenmek bilmeyen arzuları peşinde savrulup duruyor. Rabbimiz Teâlâ’nın;

“(Habîbim) Sen hiç hevâsını ilâh edineni gördün mü?” (el-Furkān, 25/43) âyet-i kerîmesini doğrularcasına, hayatının yularını nefsine vermiş durumda. Nefsi nereye sürüklerse şuursuz bir şekilde oraya sürükleniyor.

Aslında asırlar öncesinden Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; biz ümmetinin, nefsin peşinden gitmesinden endişe duymuş, yukarıdaki hadîs-i şerifte belirtildiği üzere, helâl-haram demeden insanların dünyaya kapılıp gideceğini haber vermişti. Ve açık bir şekilde şöyle seslenmişti:

“Helâl olanı alın, haram olanı terk edin!” (İbn-i Mâce, Ticâret, 2) Bu bakımdan mü’min, daima helâl-haram hassâsiyeti içerisinde bir hayat yaşamalı, daima helâlin peşinden gitmelidir.

Helâl-haram, hudûdullah»tır.

Mevlâmız’ın yeryüzünde yaşayan insanlar için koymuş olduğu sınırlar, yani kırmızı çizgilerdir. Mü’min, gücünün yettiği nisbette bu sınırlara riâyet etmelidir. Zira bu sınırlar; onun dünyada mutlu olabilmesi ve âhiret hayatında da ebedî kurtuluşa ermesi bakımından önemlidir.

Helâl, güzel olandır. Haram, çirkindir.

Allah -celle celâlühû-, Kur’ân-ı
Kerim’de helâl için «güzel» ifadesini kullanır. Evet, helâlin bir diğer adı güzeldir. Mü’min de; kendi güzel olduğu gibi, güzel olanın peşinden gidendir.

Helâl, temizdir. Haram, kirlidir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Ey îmân edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz/helâl olanlarından yiyin.” (el-Bakara, 2/172) Helâl; bedeni temizlediği gibi, rûhu da temizler. Haramın kirinden arınmış bir hâlde hep helâlin izinden giden rûhun Cenâb-ı Hakk’a yakınlığı artar.

Helâlde bereket vardır, haramda da bereketsizlik.

Yüce Rabbimiz;

“…Allah; fâizi mahveder, sadakayı da artırır…” (el-Bakara, 2/276) buyuruyor. Öyleyse mü’min berekete talip olmalı ve helâle yönelmelidir. İnsanoğlu yeryüzüne indiği günden beri, haram yolla elde edilen paranın bereketine şahit olunmamıştır.

Helâl ile duâlar daha makbuldür.

Bir gün Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; Sa‘d bin Ebî Vakkâs -radıyallâhu anh-’a şu nasihatte bulunmuştur:

“Yediklerinin helâl olmasına dikkat et ki duâların kabul olsun.” (Taberânî, Mu‘cemu’l-evsât, VI, 310)

Haram kazanç elde eden birinin duâsı kabul olmaz.

Bununla ilgili sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, şu mânidar örneği verir:

“Bir adam ellerini semâya kaldırmış; «Yâ Rabbî, yâ Rabbî!» diye yalvarmaktadır. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, beslendiği gıda haramdır! Onun bu hâldeki duâsı nasıl kabul edilebilir ki?” (Müslim, Zekât, 65)

İbâdetlerden feyz almak istiyorsan helâle yönelmelisin.

Helâl dairesinde yaşayan bir mü’min; aşk ve şevk içerisinde ibâdetlerini yerine getirir.

Haram ise insana gaflet verir.

Neticede geriye -Allah korusun- aşk ve muhabbetten yoksun ibâdetler kalır. İbrahim Edhem Hazretleri şöyle der:

“Midelerine girenlerin helâl mi, haram mı olduğunu araştıranlar; îman bakımından yükselirler. Kazançlarının helâlliğini düşünmeden dünyalık peşinde koşanlar ise; önce mide fesâdına uğrarlar, sonra da huzurları kaçar, mânen yükselemez, alçalırlar. Ne ibâdetlerinin ne de yaptıkları iyiliklerin zevkine varabilirler.”

İnsanın harama yönelmesinin önüne geçebilecek bir panzehir vardır. O da «az ile yetinme» veya «kanaat etme» ahlâkıdır.

Bu ahlâk çerçevesinde hareket eden bir mü’min; helâl dairesinde bile dikkatli davranır, az ile yetinir. Az ile yetinme ahlâkına sahip olan bir mü’minin harama düşmesi neredeyse mümkün değildir. Bu mânâda oruç, az ile yetinme ahlâkının zirvesinde yer alan köklü bir ibâdettir. Az ile yetinmek, hatta helâle el uzatmamak… Kim için? O’nun rızâsı için… Allah için helâle dahî uzanmayan mü’min, o kadar arınır o kadar arınır ki Ramazan ayının sonunda cehennemden âzâd olur, berâatini alır.

Kişiyi harama sevk eden sâiklerin başında, hırs yer alır. Aşırı istek ve arzu da diyebiliriz biz buna… Yani az ile yetinmeme… Daha çoğunu, daha fazlasını isteme…

Meselâ; eski de olsa bir arabası olan kişi, «daha fazlasını» isteyen nefsinin arzusuna yenik düşerse, fâize girip -ki günümüzde kapı bu konuda sonuna kadar açıktır- yeni bir araba alma sevdasına düşebilir.

Hakikatte insanın harama olan düşkünlüğü, nefsin bir oyunudur, nefsin sonu gelmeyen arzularının bir neticesidir. Nefsimizin bu hilesiyle baş edebilmenin yollarından biri, az ile yetinme ahlâkını edinmek, kanaat ehli olmaktır. Zira az ile yetinen bir mü’min, daha çoğunu, daha fazlasını istemez.

Dînimizde haramlar ve helâller açık bir şekilde ortaya konmuştur. Bir hadîs-i şerifte Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; bunu şöyle ifade eder:

“Helâl, Allâh’ın Kitâbı’nda helâl kıldıklarıdır. Haram da Allâh’ın Kitâbı’nda haram kıldıklarıdır…” (Tirmizî, Libâs, 6)

Muhakkak ki helâl dairesi geniş olup, haram ile arasında bir sarı çizgi vardır ki bu çizgi şüpheli şeyler çizgisidir. İnsan, şüpheli olanlar çizgisinde çok durursa her an harama düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Onun için mü’min, elinden geldiği kadar şüpheli şeylerden de sakınmalıdır. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; şüpheli şeylerden sakınmamız gerektiğini şu veciz ifadesinde şöyle vurgular:

“Helâl bellidir, haram da bellidir. İkisinin arasında ise birtakım şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dînini ve ırzını (namus ve haysiyetini) korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur…” (Müslim, Müsâkāt, 107)

Ebu’l-Havrâ es-Sa‘dî, Hasan bin Ali -radıyallâhu anh-’e;

“–Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den ne ezberledin?” diye sormuş; o da;

“–Seni şüphelendiren şeyleri bırak, şüphelendirmeyenlere bak!” sözünü ezberlediğini ifade etmiştir. (Nesâî, Eşribe, 50)

Evet, mü’min; helâl dairesinde şüpheli şeylerden kaçınarak ve az ile yetinme ahlâkını edinme sayesinde, nefsin ve şeytanın zincirlerinden kurtulur. Yani özgürleşir. Zira nefsin peşinden giden köledir. Böyle biri, Allah’tan başka her şeyin kulu-kölesi olabilir. Kimi zaman paranın kulu-kölesi, kimi zaman şehvetin kulu-kölesi olur. Ne kadar karanlık bir hayat… Hâlbuki gerçek özgürlük, Allâh’a kul-köle olabilmektedir. Kendini Rabbine teslim eden bir mü’minin yolu ne kadar berrak ve ne kadar aydınlıktır.

Cenâb-ı Hak; hepimize haramdan, şüpheli şeylerden uzak böyle aydınlık bir yol nasip eylesin. Bizleri az ile yetinen, kanaat eden kullarından eylesin…