SUÇLAMAK İÇİN DEĞİL ANLAMAK İÇİN DİNLEMEK!

YAZAR : Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

Uzaklarda bir köyde bir kadın varmış. Hamile iken kocasının ölmesi üzerine; tek başına kalmış. Kendisine arkadaş olur diye dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlamış. Gelincik, kadının yanından bir an bile ayrılmazmış. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşmış. Birkaç ay sonra kadının çocuğu doğmuş. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundaymış kadıncağız.

Günler geçmiş ve kadın bir gün kısa bir süreliğine de olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde yalnız bırakmak zorunda kalmış… Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlar. Aradan biraz zaman geçince, kadın eve gelmiş. Gelinciği ağzı kanlı bir vaziyette görmüş! Çıldırmışçasına gelinciğe saldırmış ve oracıkta onu öldürmüş! Tam o sırada içerideki odadan bir bebek sesi duymuş. Odaya yönelmiş… Bebeği, beşiğin içinde sapasağlam durmakta ve bebeğin yanında parçalanmış bir yılan uzanmaktaymış!

Bu bir hikâyedir fakat yanlış anlayışlarımız ya da acele karar verişlerimiz yüzünden yaşadığımız pişmanlıkları tarif eden güzel bir hikâyedir.

İnsanlarla olan münasebetlerimizde; birbirimizin kalbini kırmamak için acele hüküm vermeden hareket etmek, sonuç itibarıyla daha sağlıklı olacaktır. İnsan olmamız sebebiyle, hepimiz yanlış yapma potansiyeline sahibiz. Karşımızdakinin davranışını yanlış, hatalı diye nitelemeden önce; onu samimî bir şekilde dinlemek, empati kurabilmek, yanlış hüküm vermenin önüne geçecektir.

İnsan yanlış yapabilir. Gruplar, cemaatler, hükûmetler de yanlış yapabilir. Yapılan yanlış kasıtsızsa buna hata denir. Belli bir sebebe binâen, tek taraflı bakış açısıyla kendi menfaatini korumak için yapılanlar yanlıştır. Bir de karşı tarafa zarar vermek maksadıyla kasten yapılanlar vardır ki, onlara da komplo denir. İşte herhangi bir yanlışla karşılaştığımızda bu ayrımı yapmak çok önemlidir. Zira asıl affedilemeyecek olanlar, kurulan komplolardır.

Karşımızdaki insanın yaptığı yanlış olmasına rağmen, bizim verdiğimiz tepkilerle onun yanlışını savunmaya geçmesine sebep olmamak için ise kullanacağımız iletişim diline dikkat etmek çok önemlidir. Zira bu; sıkıntılar yaşayan kişiyi, kötü sonuçlara hattâ intihara sürükleyecek bir tutum dahî olabilir. Önemli olan karşımızdakini hatalarıyla ve yanlışlarıyla kabullenmek, intihar etmesine ya da bizden uzaklaşmasına ve aramızın açılmasına sebep olmamaktır. Dinlediğimizde ve empati kurabildiğimizde affedilebilir olduğunu da idrak etmek zor olmayacaktır.

Komployu kuranlarla komploya âlet edilenler arasında ise, dağlar kadar fark vardır. Fakat ikinci grubu kendimize düşmana dönüştürmemek ya da onların kalbini kırmamak için kullanacağımız iletişim dili çok önemlidir. Komploya âlet olanların ya da belli bir şahsî çıkar gayesiyle yanlış yapanların hâlet-i rûhiyesini anlamak ve ona göre davranmak gerekir. Bu konuda İslâm tarihinde yaşanmış çok güzel bir örnek vardır:

Kureyşliler Hudeybiye Antlaşması’nı çiğnedikleri zaman, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; Mekke’yi fethetmek için hazırlıklar yapmaya başlar. Ancak Mekke’ye sefer düzenleneceği hususu birkaç sahâbî dışında hiç kimseye bildirilmemiştir.

Bedir Savaşı’na katılanlardan biri olan Hâtıb bin Ebî Beltaa -radıyallâhu anh-; câriye bir kadına, Mekke müşriklerine iletmesi için bir mektup verir. Kadın, Medine’den ayrıldıktan sonra; Allah Teâlâ, Cebrâil -aleyhisselâm- vasıtası ile bu olayı Rasûlü’ne bildirir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in emri üzerine yola çıkanlar, kadını söylenen mevkide bulur ve ondan mektubu isterler. Mektubu alarak, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e götürürler. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; mektubu açıp okuttuğunda, Mekke’ye yapılmakta olan sefer hazırlıklarının, Kureyşlilere bildirildiğini görür.

Hazret-i Peygamber, Hâtıb’a bu davranışının sebebini sorar. O da şöyle cevap verir:

“Yâ Rasûlâllah! Hakkımda hemen karar verme. Ben kâfir ya da mürted olduğum veya İslâm’dan sonra küfre muhabbet beslediğim için böyle davranmış değilim. Asıl sebep, ailemin hâlâ Mekke’de ikamet ediyor olmasıdır. Bildiğiniz gibi ben, Kureyş kabîlelerinden birine de mensup değilim. Bazı Kureyşlilerin dostluğu sayesinde Mekke’de yaşıyordum. Diğer muhâcir kardeşlerimin aileleri de Mekke’dedir ama ailelerine sahip çıkacak akrabaları da vardır. Oysa benim ailemi sahiplenecek bir kabîlem yok orada. Dolayısıyla ben bu mektubu; onlara bir iyilik yaparsam, onlar da kendilerini bana borçlu hissederek aileme dokunmazlar düşüncesiyle yazdım.”

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Hâtıb’ın sözlerini dinledikten sonra;

“Hâtıb sizlere doğru söylüyor.” buyurur. Yani o, İslâm’dan inhiraf ettiği için veya küfre yardımcı olmak gayesiyle böyle davranmamıştır!

Hazret-i Ömer ise hemen ayağa kalkarak;

“Ya Rasûlâllah! İzin ver de; Allâh’a, Rasûlü’ne ve müslümanlara ihânet eden şu münafığın kellesini uçurayım!” der.

Fakat Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Bu şahıs, Bedir Savaşı’na katılanlardandır. Allâh’ın Bedir Savaşı’na katılanlara, o vaziyeti görüp de;

«Ben sizi affettim!» demediğini kim biliyor?” diye cevap verir.

Bu sözleri duyan Hazret-i Ömer ağlayarak;

“Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.” şeklinde cevap verir. (Buhârî)

Hiçbir kaynak ona ceza verildiğini nakletmemektedir. Bu bakımdan ümmetin âlimleri, Hazret-i Hâtıb’ın mazeretinin kabul edildiği ve kendisine bir ceza verilmediği hususunda görüş birliği içindedirler. Bunun üzerine Mümtehine Sûresi’nin ilk âyeti iner. Âyet-i kerîme, Hazret-i Hâtıb’ın şahsında bütün ümmeti şöyle uyarmaktadır:

“Ey îmân edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin…”

Gelincik hikâyesinde olduğu gibi olsaydı, mektup yakalandığı gibi Hazret-i Hâtıb’ın hakkında hüküm verilseydi; sonuç hiç de iyi olmayacaktı. Fakat Allah Rasûlü onu dinledi ve ona inandı. Çünkü onun önceden yaptığı değerli işler vardı (Bedir’e katılmak gibi). Yaptığı yanlışın ona göre makul bir sebebi de vardı; müslümanlar zarar görsün diye değil, kendi şahsî menfaatlerini korumak içindi! Düşünememişti! Burada Hâtıb’ın kasıtsız yaptığı bu yanlışı düzeltmek Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e yani devlete düşmüştü. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu dinledi ve insanların onun hakkında ileri-geri konuşmasına engel oldu.

Karşımızdaki insanların iyi niyetli mi komplocu mu olduğunu anlamadan hareket etmek ya da külliyen hepsini aynı kefeye koymak, iyi niyetli insanları kendimize düşmana dönüştürmek ya da onların kalbini kırmakla sonuçlanabilir. Elbette elimizde insanların niyetlerini ölçen bir niyet ölçer yoktur. Fakat; insanın yaptıkları yapacaklarının garantisidir, demek daha doğru olacaktır. İnsanların neler yaptıklarını doğru görebilmek için ise yapılanların yegâne rehberimiz, Kur’ân ve Sünnet’e ne kadar uygun olduğunu tetkik etmek en doğrusudur. İnsanlar arası münasebetlerde; suçlamak için değil, anlamak için konuşmayı istemek ve karşımızdakini anlamaya çalışmak, peşinen yanlış hüküm vermemek için elzemdir.