EVLÂT KOKUSU -2-

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

Hasan, bahçe kapısından usulca süzüldü içeri. Bahçedeki geniş gövdeli ağacın arkasına saklandı ve annesini takip etmeye başladı. Az sonra annesi kapıdan çıktı. Kahvaltı hazırlığı için bahçedeki kilere yöneldi. Hasan, bir hafiye misali kilerin kapısına vardı ve yüksek sesle tekmil verdi:

–Süleyman oğlu Hasan! Emir ve görüşlerinize hazırdır efendim!

Annesi heyecandan az kalsın yığılıp kalacaktı. Başparmağını üst dişlerine destek yaparak şuuru toparladıktan sonra, elini göğsüne koydu. Şöyle derin bir nefesten sonra, Hasan’ın göğsüne tatlı bir şekilde vurdu:

–Allah canını almasın! Yüreğime indiriyordun!

–Bir sabah ansızın gelebilirim, demiştim.

–Hıh! Yaramaz şey! Anacığının ödünü kopararak sürpriz mi yapılırmış?

–Bak gülüyorsun işte! Demek ki oluyormuş.

Hasan, anası ve kardeşleri dakikalarca sarılıp hasret giderdiler. Kardeşleri bazen Hasan ağabeylerini kıskansalar da bu aslında muhabbetle dolu bir hayranlıktı. Çünkü Hasan ağabeyleri; hep saygı duyulacak çileler çekmiş ve her birini tamama erdirip, onlarla değerine değer katmıştı. Gurbetlerdeki hâfızlığı, tahsili ve askerliği…

Kahvaltı sofrası, şehzadelere layıktı. Annesi ve kardeşleri sofranın etrafında pervâne misali dönüyorlardı. Sofra hazır olunca babası da gelmişti eve. Evin neşesi tam olmuştu…

Kahvaltı esnasında; «Bir şeyler anlatsa da dinlesek…» diye herkes Hasan’ın ağzına bakıyordu. Hasan ise dalgındı. Aklı Seyfullah Amcada idi. Onun sofrası, eğer kendi bir şey götürmeseydi, sadece belediye gazozundan ibaret olacaktı.

Annesi:

–Oğlum pek bir dalgınsın. Hayırdır?

–Yok anne! Gece heyecandan uyuyamadım, yol yorgunluğu da olunca ondandır.

–Canım oğlum. Tamam, hemen kahvaltını yapıver. Sonra şöyle güzel bir uyku çekersin inşâallah. Bak nasibin varmış, tazecik kete yapmıştım. Haydi gene iyisin…

–Sağ ol anacığım. Keteyi de nasıl özlemiştim bir bilsen.

Süleyman Efendi, Hasan’ın durumunu tahmin etmekte güçlük çekmedi. Kahvaltıdan sonra, eşine bir kahve yapmasını rica etti. Sonra da Hasan’ı yanına aldı:

–Gel bakalım evlât, baba-oğul şöyle bir kahve içelim. Hanım! Biz bahçedeyiz.

Süleyman Efendi, sesini kısarak devam etti:

–Oğlum sen uğrayabildin mi dediğim yere?

–Uğradım baba. Adam sana nasıl duâlar etti bir bilsen! İyi ki göndermişsin beni. Çay demleme bahanesiyle mutfağa girdim; adamcağızın yiyecek hiçbir şeyi yoktu. Çay demledim, bir şeyler hazırladım. Karnı doydu çok şükür. Gönderdiklerin de bir müddet idare eder.

–Eyvallah evlât! Allah senden râzı olsun. Neciymiş peki? Konuşabildiniz mi? Fırsat oldu mu?

–Konuştum baba. Adamın çilesi büyük, pişman…

Bu arada kahveler de gelmişti. Hasan; Seyfullah Efendi’nin hikâyesini, dinlediği kadarıyla aktardı babasına.

Süleyman Efendi, sağ elindeki tespihi sol eline aldı, sağ eliyle bir yandan sakallarını sıvazlıyor bir yandan ufka bakıyordu. Bir müddet öylece tefekkür etti:

–Oğlum, Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de hayırda yarışanları çok yerde övüyor. Bu, bir yarış oğlum. Gel biz bu adama sahip çıkalım. Şimdi belediyeye falan söylesek sahip çıkarlar; ama ola ki gönlü incinir. Biz gücümüz yettiğince destek olalım bu adama. Nereliymiş? Soyadını falan öğrenmiş miydin?

–Hayır baba, onları sormadım. O da; «Memleketten uzaklaştım.» deyince yarasını deşmek istemedim. Yalnız gönlümü ısrarla kurcalayan bir düşünce oldu az önce.

–Hayırdır oğlum?

–Annem az önce kahvaltıda; «Kete yaptım.» demişti ya… İşte benim askerde bir arkadaşım vardı, keteyi çok severdi. O geldi aklıma.

–Eee, ne alâka?

–Çok garip bir arkadaştı. Şimdi bu Seyfullah Amca ile ilişkilendireceğim; ama bu kadar tesadüf de olmaz diyorum kendi kendime.

–Neymiş bakalım o bağlantılar?

–Şimdi bu arkadaşla biz namaz vesilesiyle tanıştık. Ben vakit namazlarıma dikkat ediyorum diye, her namazda beni bulmaya çalışırdı. Öyle bir ünsiyettir başladı. Ama ne zaman bir ortamda anneden-babadan bahsedilse kalkar giderdi. Ne zaman babasını sorsam hep böyle kaçamak cevaplar verirdi. Bir de askerî kamuflâjın göğsünde soy ismi yazılır ya, cırt cırtlıdır hani…

–Evet.

–Meselâ komutanların karşısına çıkacağı zamanlar hariç, o isimliği hiç takmazdı. Bir keresinde sordum;

«–Muhammed, bu isimliği neden takmıyorsun?» diye. O da;

«–Devamını sormayacaksan cevap vereyim.» dedi. Ben, daha da meraklandım;

«–Peki, nasıl istersen…» dedim.

«–Ağır geliyor ağabey…» dedi. Ben de söz vermiş olduğum için başka soru soramadım. Ama Muhammed’in soyadı Karapınar idi. Askere geldiğinde evli idi. Belki çok alâkasız olacak; ama gönlüm ısrarla üstüne gitmem gerektiğini söylüyor. Takdir… Bilmiyorum… Ama en azından biraz araştırmak istiyorum.

–Nasip evlât, belli olmaz. Dünya küçük…

–Ben gidip soracağım.

–Hele bir otur, acele etme! Sorarız, öğreniriz. Sakin gitmeliyiz evlât, yoksa kalp bir kere kırıldı mı kıymeti olmaz.

–Tamam babam…

Ertesi gün Hasan ve babası, Seyfullah Amcayı ziyarete gittiler. Seyfullah Amca, düne göre biraz daha iyiydi. Yine pür tebessüm açtı kapıyı;

–Hoş geldin evlât, buyurun geçin içeri. Hacı ağabey, siz de hoş geldiniz!

–Nasılsın amca? İyisin inşâallah.

–Elhamdülillâh evlât. Çok şükür iyiyim. Hacı ağabey sizler de iyisiniz inşâallah.

–Çok şükür ağabey, rahatsız etmedik inşâallah.

–Estağfirullah ağabey. Şeref buldu fakirhânem.

–Estağfirullah efendim o şeref bize ait. Dün bizim Hasan gelmiş sizi ziyarete. Bugün de beraber gelelim istedik.

–Allah râzı olsun. Zaten pek gelen gidenim olmadı. Bir ev sahibi ara sıra uğruyor Allah râzı olsun, bir de siz…

–İnşâallah daha çok görüşeceğiz ağabey. Camiye de geliyorsunuz, orada da gördüm. Mahallemiz güzeldir, inşâallah huzur bulursunuz.

–Huzur bulduk ağabey, Allah râzı olsun.

–Seyfullah Ağabey, sizden bir ricam olacak. Müsaade buyurursanız, bizim Hasan sizi torunlarınızla buluşturmak ister. Bazı bilgiler alması gerekiyor sizden…

–İnşâallah Hacı Ağabey. Allah râzı olsun; ama nasıl olur bilmiyorum! Torunlarım;

«–Bu da bizim dedemiz!» diye elimi öperler mi acaba? Çocuklarım, zannederim benden nefret ediyorlardır. Yüzlerine nasıl bakarım? Çok acılar çektirdim onlara. Belki de yıllarca onlara;

«–Hırsız babanın, kumarcı babanın çocukları!» dediler. Beni affedebileceklerini pek sanmıyorum. Açıkçası ben karşılarına çıkmaya cesaret edemedim ve kaçtım.

Hasan söz aldı:

–Seyfullah Amca iznin olursa en azından bir denemek istiyorum.

–İzin ne kelime oğlum, canımı veririm.

–O zaman soyadını da alabilir miyim?

–Soyadım Karapınar.

Hasan’la babası göz göze geldiler. Hasan ince bir gülüş attı ve devam etti:

–Çocuklarının adı neydi amca?

–Büyük kızımın adı Fatma, küçük kızımın adı Ayşe…

Hasan bir an duraksadı. «Yoksa?..» Yazmaya devam etti.

–Başka çocuk var mıydı amca?

–Evet, bir de oğlum vardı. Sen yaşlarda. Adı Muhammed…

Hasan sevincinden uçuyordu. İçinden; «İşte bu!» dedi.

–Tamam Seyfullah Amca. Eğer başka bilgi lâzım olursa ben tekrar gelirim.

–Son bildiğim, memleketten ayrılmışlar. Şimdilik nerede oturduklarını bilmiyorum evlât.

Hasan içinden; «Ben biliyorum…» dedi.

–Peki amca, nasip. Biz yola çıkmaya niyet ettik. Gerisi takdir…

Hasan, Seyfullah Amcanın yanından ayrılır ayrılmaz arkadaşı Muhammed’i aradı. Kendisini evinde ziyaret etmek istediğini söyledi. Ziyaretine gittiğinde ise durumu detaylı bir şekilde aktardı ve Muhammed’i, ailenin diğer fertlerini iknaya râzı etti. Hasan, Muhammed’in kardeşlerini topladığı yere babasını da çağırdı.

Aile fertleri, Hasan’ı ve babasını sonuna kadar dinlediler. Evlâtlarından sadece yılda birkaç defacık da olsa babalarını ziyaret etmelerini rica ettiler.

Muhammed, kardeşleri ile özel görüşmek için müsaade istedi. İstişârenin neticesini de Muhammed şu sözlerle ifade etti:

–Hacı ağabey Allah sizden râzı olsun. Biz yıllarca babamızdan bir haber alabilmek için uğraştık. Artık umudumuzu kesmiştik. Kendisine önceleri çok kızmıştık; ama annem de o da bizi bu durumdan en az hasarla kurtarmak için kendilerini fedâ etmişler. Babamın bir esnaf arkadaşı sahip çıktı bize Allah râzı olsun. Şimdi, o da rahmetli oldu. O adamcağız babamın hatasını da çaresizliğini de bana anlatmıştı. Elbet ortada bir hata var; lâkin biz babamıza sahip çıkmak istiyoruz. Babam bizim evde benimle kalacak. Zaten kardeşlerim de hep buradalar, beraberiz. İnşâallah ömrünün geri kalanını biraz daha huzurlu geçirirse, belki bizim için de yarın tutunacak bir dal olur.

Hasan dayanamadı:

–O zaman ben hemen getireyim Seyfullah Amcayı. Ne dersin baba?

–Artık söz sahibi Muhammed. O ne derse o olur.

–Estağfirullah. Bana ulaştığınızdan babamın haberi var mı?

–Hayır yok!

–O zaman beraber gidelim. Babamı ben alıp getireyim.

Süleyman Efendi, biraz mütereddit:

–Evlât, istersen babanı biz alıp getirelim. Belki içinde bulunduğu hâli görmenizi istemeyebilir.

–Tamam Süleyman Amca. Nasıl istersen.

Hasan, Seyfullah Amcayı birkaç başvuru işlemi bahanesiyle evden aldı. Kıyafetlerini yeniledi ve tıraşını yaptırdı. Bir an önce bu sızı son bulsun istiyordu.

Kavuşma ânı, satırlara sığmayacak güzelliklerle dolu idi. Seyfullah Amca minnettardı. Yüce Allah, lekesiz bir samimiyetin bedelini yine en üst seviyede mükâfatlandırmıştı. Süleyman Efendi oğluna döndü:

–Aferin oğlum, bu yarışı kazanmak bize nasip oldu. Biz kazandık elhamdülillâh!

–Elhamdülillâh! Şimdi seni daha iyi anlıyorum baba. Sen bu karelere alıştığın için pek bir sakin gördüm seni.

–Şişt… Orasını kurcalama! Artık bu yarışta sen de bir rakibimsin, ona göre…

–Eyvallah…