«EN»LERİN PEŞİNDE…

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

İnsan hep «en»lerin peşinde… İyide de kötüde de… Artıda da ekside de… Başta Allah onu «en»lere bağlı yaratmış… «Ahsen-i takvîm» üzere yaratıp, «esfel-i sâfilîn»e salmış. (et-Tîn, 4-5) «Ahsen» en güzel demek, «esfel» en aşağı…

İnsanı yaratan, onu Zâtına halîfe olabilecek vasıfta yarattı.

Esmâ-i hüsnâ yani «en güzel isimler» Allâh’ın. (el-A‘râf, 180) O; «en»lerin mukayese kabul etmez, müsabakaya gelmez zirvesi…

Bu sebeple O’nun için kullanılan «en»lerin hepsi mecazî… Çünkü «en»li, «daha»lı sıfatlar mukayese ifade eder:

Allâhu ekber!.. «Allah en büyük» Onun büyüklüğü ile yarışabilecek bir varlık mı var?!.

O «Ahsenü’l-hâlıkîn: En güzel halk eden, şekil veren…»

O’ndan başka hakikî mânâda yoktan var eden mi var? En engin ve zengin muhayyilelerin, en keskin zekâların icat, keşif ve ihtirâları, en “yaratıcı” sanatçıların “kreasyon”ları; daha önce Bedî Teâlâ tarafından «levh-i mahfûz»a yazılmış şeyler. Hepsi, hadd-i zâtında yaratılmış varlıkların, yaratılmış mahsulleri.

O rızık verenlerin en hayırlısı, tuzak bozanların en hayırlısı, hükmedenlerin en hâkimi, merhametlilerin en merhametlisi, en cömert, en doğru sözlü, va‘dine en sâdık…

Cenâb-ı Hak; en hayırlı enlerin; olabilecek en güzel sûrette tecellîsini arzu ediyor insandan.

◆ Ahsen: Amelde en güzel, (el-Mülk, 2)
◆ Ekmel: Îmanda en kâmil,
◆ (Ecmel:) Ahlâkta en zarif, (Tirmizî, Radâ‘, 11)
◆ Etkā: Takvâda en ileri, (el-Leyl, 17)
◆ Ekrem: Takvâca en değerli… (el-Hucurât, 13)

«En iyi»yi aramak, sürekli yarış içinde olmaktır. Her şeyde daha güzeli, daha hayırlıyı, daha yararlıyı, daha yüksek ecirliyi gözetmektir.

Meselâ selâmda:

“Bir selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selâmlayın; yahut aynı ile karşılık verin.” (en-Nisâ, 86)

En güzel davranış arayışı, en güzel kulluk yarışına dönüşür. İyinin daha iyisini, güzelin daha güzelini arattırır.

◆ Sadakayı açıktan vermek güzel, gizlice vermek daha bir güzel… (el-Bakara, 271)

◆ Size borcu olan ve durumu sıkışık bir kişiyi sıkboğaz etmeyip ona mühlet vermeniz güzel olur. Fakat o borçtan vazgeçip tasadduk etmeniz en güzeli olur… (el-Bakara, 280)

◆ Sefer ve hastalık hâlinde Ramazan orucunu ertelemeye ruhsat var, fakat azîmet yolunu seçmek daha hayırlı… (el-Bakara, 184)

◆ Son çare olarak bazı boşanma usûlleri câizdir. Fakat arayı bularak ailenin yıkılmamasını sağlamak daha hayırlıdır… (en-Nisâ, 128)

◆ Savaş gibi bazı hâllerde suça misliyle mukabele etmeye cevaz var. Fakat sabredebilecekler için affetmek daha hayırlı… (en-Nahl, 126, Bir başka ruhsat-azîmet: en-Nûr, 60)

İnsanda daha iyisini, en hayırlısını arama, bunun için yarışma duygusu olduğu için; ism-i tafdîl yani mukayese sıfatını, Cenâb-ı Hak, çoğu kez, alternatifsiz durumlarda da kullanmıştır.

Meselâ; “Îmân etmeniz / tevbe etmeniz / tartıyı doğru yapmanız / alışverişi bırakıp Cuma namazına gitmeniz… sizin için daha hayırlıdır.” (Bkz. et-Tevbe, 103; Âl-i İmrân, 110; el-A‘râf, 85; el-Cuma, 9) gibi ifadeleri, Türkçe mantıkla düşünmek hatalı olur. Yani bunlar yegâne hayırdır, farzdır, alternatifsizdir.

Fakat, çok sayıda âyette geçen bu üslûpta, insanı, en hayırlı olana sevk ediş olduğunu ifade etmeliyiz. Bu mevzuda şöyle bir tefsir penceresi de açılır:

Küfürde / günahta devam etmek, tartıda hile yapmak, Cuma saatinde ticarete devam etmek; nefsânî-dünyevî açıdan bakarsanız daha kârlı görünür. Îman, tevbe, adâlet ve ibâdet -nefse göre- zahmetlidir. Günahkâr insan; zaten bu çelişkiden dolayı bir tercih yapan ve tercihinde nefsini seçendir. İnsan bu dünyada muhayyerdir. Yani seçme şansına sahiptir. Tabiî ki cezasına katlanmak şartıyla! «Muhayyerlik, Kur’ân’daki ifadesiyle «hıyera» da, «hayr» yani en hayırlı kelimesinden gelir. İhtiyâr, yani «tercih» de hayırlıyı seçmek demektir.

İnsana asıl «en hayırlı» olanı gösteren âyetler; işte o fânî, cılız, yok hükmündeki menfaate dikkat çekerek, bir mukayese kalıbında gelmiştir:

Dünyadaki yanlışlarda; peşin fakat cılız bir menfaat (ayrıca vâdeli ve muazzam bir ceza) var. Uhrevî doğrularda ise peşin biraz zahmet olsa da vâdeli fakat müthiş bir kâr var. Bu elbette daha hayırlı! Tersinde hiçbir hayır yok, sadece geçici bir metâ var.

O hâlde; «en hayırlı» kadar önemli bir başka «en» de şudur:

Ebkā: En kalıcı.

Birçok âyette, âhiretin dünyadan; Allah katındaki mükâfatların da dünya nimetlerinden daha hayırlı ve kalıcı olduğu işte bu sebeple vurgulanır. (Tâhâ, 131; el-Kasas, 60; eş-Şûrâ, 36 vb.)

İnsanda yarışan nefstir. Nefs, nefîs ve enfes şeyleri ister. Nefîs ve enfes şeyler, nefsin kendisine mahsus olmasını istediği, bu sebeple yarıştığı şeylerdir. Bu yoldaki yarışmaya da münâfese yahut tenâfüs denir. İnsanın gerçek mânâda yarışmasına değecek şeyler, en hayırlı, en kalıcı, en iyi şeyler olmalıdır. Mutaffifîn Sûresi cennet nimetlerini saydıktan sonra 26. âyette işte buna davet eder:

“Mütenâfisûn / yarışanlar ancak bunlar (bu muhteşem cennet nimetleri için) yarışsınlar.”

Enfes nefis ne varsa
Nefsim sever ve ister.
Ah nefsim ah şu hırsı,
Cennet için de göster! (Tâlî)

«En hayırlı» arayışı ve yarışı; dur-durak bilmez. Gurur ve tevâzuu bir arada taşıyan zekice hazırlanmış reklâm cümlesini hatırlarsınız:

“Biz daha iyisini yapıncaya kadar en iyisi bu!..”

Yarışı bırakırsan, en iyi kalamazsın, en yüksek kalamazsın… Bu sebeple;

“Amellerin en hayırlısı az da olsa «edvem» yani en devamlı olanı…” (İbn-i Mâce, Zühd, 28)

Spordaki skorlar ve rekorlar, o âna mahsustur. O yıla o yarışmaya mahsus kalır. Çoğu kez, egale edilir, aşılır. Gençlik geçip de sporu bırakanlar, vücutlarındaki zindeliği ve şeklî düzgünlüğü de kaybederler.

«En güzel davranış» yarışında bu sebeple en son an önemli.

Tutulan yolun, umumî gidişâtın; akvem ve ehdâ olması bunun için önemli:

Akvem: En sağlam, en doğru, en kıvamlı… (el-İsrâ, 9)

Ehdâ: En isabetli, en kararlı, en tutarlı… (el-İsrâ, 84)

Yarış toplamda da sürmektedir. Hayat, ömür boyu süren bir maratondur. Bu maratonu, monotonluktan kurtaracak şey de zamana karşı yarıştır:

Bir seferdir hayat, ölümse varış…
Anbean yaklaşır karış be karış…
İstiyorsan akan zamanla barış;
Hep rekābette ol, hayırda yarış… (Tâlî)

«En güzel»i arayanlar, hiçbir zaman bulduklarından ve en iyi olduklarından emin olamazlar. Çünkü «en iyi kul» olmanın şartlarından biri de samimî bir şekilde en mütevâzı ve en alçakgönüllü olmaktır. (el-Mâide, 54) Bu sebeple, genel prensip; kardeşinin kendisinden daha hayırlı olma ihtimalini daima göz önünde bulundurmak, kimseyi hor görmemek, hele hele asla bir mü’minle alay etmemektir. (el-Hucurât, 11) Bu da yarışmanın en centilmen şekilde geçmesini sağlar.

En güzel olma yarışı, aynı zamanda, en alçak (el-Mücâdile, 20), en kötü (Fussılet, 27), en bed sesli (Lokmân, 19), en azgın (el-Leyl, 15), en şaşkın, en sapık (el-Furkān, 44) … olmamaktan da geçer.

Ne mutlu «en güzel kul» yarışı sonunda; «Ne güzel kul!» hitâbına mazhar olabilenlere…