HAYIRDA YARIŞALIM AMA NASIL?
YAZAR : Sami BÜYÜKKAYNAK skaynak48@hotmail.com
Hayırda yarışmak ilâhî bir emirdir. (el-Bakara, 148; Âl-i İmrân, 114) Peki, bu emri nasıl anlamak lâzım? Yarış deyince aklımıza; müsbet olarak, kişinin kazanmak için tâkatinin ölçüsünde çabalaması gelir. Bununla birlikte yarışın bir de menfî mânâsı vardır. O da kişinin kazanmak için her yolu mubah görerek enâniyetle tâkatinden öte kendisine rol biçerek mücadele etmesidir.
Müslüman için, yarışın müsbet mânâsı esastır. Zira müslümanın yarışı cennete gitmek içindir, daha iyi kul olmak içindir. Bu yarışı, bu mücadeleyi görmek için; asr-ı saâdete bakmak gerekir. Meselâ; Tebük Seferi hazırlığı sırasında, herkes tâkati ölçüsünde Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bir şeyler getirir. Hazret-i Ömer de malının yarısını getirir. Bu getirdiği mal ile her zaman hayırda yarıştığı Hazret-i Ebûbekir’i geçtiğini zanneder.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; Hazret-i Ömer’e, ev halkına ne bıraktığını sorunca; «Malının yarısını getirdiğini, yarısını da ev halkına bıraktığını…» ifade eder. O anda yanında infak edeceği mal ile Hazret-i Ebûbekir gelir. Getirdiği meblâğı Efendimiz’e teslim eder. Efendimiz ona da evine ne bıraktığını sorar. Onun cevabı Hazret-i Ömer’i geçtiğinin, yarışı kazandığının delili olur:
“Allah ve Rasûlü’nü bıraktım.”
İşte bu, cennete giden yolda centilmence yarışın bir sonucudur. Herkes tâkati, bilgisi, görgüsü, teslîmiyeti kadar yarışa dâhil olur. Gayreti ve samimiyeti ölçüsünde yarışın kazananı olur.
İslâm, gayretle birlikte samimiyeti de yarışın kuralları arasında kabul eder. Maddî anlamda kazandığınız yarışmada samimî olmamışsanız; lider olmak, birinci olmak, göz önünde olmak için çabalamışsınızdır. Bunun sonucunu alırsınız. Ama mânevî yarışmalarda öncelik, samimiyettedir. Samimî olmayan her gayret; kişiyi toplum nezdinde popüler yapar, sevilir yapar, tutulur yapar. Ama âhiret diplomasında bunlar birer yüz karası olarak ortaya çıkar.
Efendimiz’den gelen bir rivâyette; bir kısım şehidlerin, malını infak edenlerin ve âlimlerin yaptıkları gayretlere mükâfat olarak cennet isteyecekleri zaman Allah Teâlâ’nın her birine;
«Yalan söylediniz! Biriniz kendisine insanlar cömert desinler diye infak etti. Diğeriniz insanlar kahraman desinler diye şecaat gösterdi. Bir diğeriniz de kendisi için falanca ne âlim bir kimsedir denilsin diye ilim öğrendi.» buyuracağı ve hiçbirisinin mükâfat alamayacağı ifade edilir. (Müslim, İmâret, 152; Tirmizî, Zühd, 48)
Diğer bir rivâyette Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; insanlardan bazılarının halkın görüşüne göre cennet ehline yaraşan hayırlı işler yaptıklarını, aslında onların o işlerini yaparken taşıdıkları niyetleri sebebiyle cehennemlik olduklarını bildirmektedir. (Müslim, Îmân, 79)
Demek ki İslâmî yarışmalarda samimiyet önemli. Düşünebiliyor musunuz, görünürde; İslâm için canınızı veriyorsunuz, ömrünüzü veriyorsunuz, saatlerinizi hasrediyorsunuz, ama samimiyetinizdeki sapma, maddî olarak en kıymetlilerinizi vermenize rağmen, bir anlam ifade etmiyor, bir ağırlığı olmadığı gibi bir mükâfat da elde edemiyorsunuz. Hattâ ateşin yârânı olmaya doğru gidiyorsunuz. «Beni bu hizmette görsünler, ben bu hayır işinde popüler olayım, insanlar benim önümde el pençe dîvan dursun, bu faaliyeti en iyi ben yaparım…» gibi mânevî hastalıklara düşmek, insanın helâkine sebep olur. Hattâ böyle bir durumda insanın kenara çekilmesi daha hayırlıdır. Meselâ; Sâdî Şîrâzî ve babası bir kafileyle yolculuğa çıkarlar. Kervan geceleyin konaklar. O gece elinde Kur’ân hiç uyumaz Sâdî Şîrâzî. Hep ibâdet hâlindedir. Gece yarısı; kafiledeki diğer adamları babasına göstererek;
“–Horul horul uyuyacaklarına kalkıp da ibâdet etseler, iki rek‘at namaz kılsalar…” deyince, babası;
“–Keşke sen de onlar gibi uyusaydın da böyle demeseydin!” der. Çünkü o an enâniyet (kendini öne çıkarma) hastalığı zuhur etmiştir ki, bu da ibâdetin hepsini boşa çıkarmıştır.
Hizmette, hayırda yarışmakta ön plânda olmak; ateşi kendinde taşımak demektir. Çünkü göz önünde olan insanları; riyâkârlar, iki yüzlüler, pohpohçular, meddahlar, dilbâzeler vs. çepeçevre kuşatır. İnsan psikolojisinden anlamayan bir insan, bunların kuşatması altında ezilir. Belki zâhiren hizmet yapmış gibi görülür ama, aslında bu bir yok oluştur.
“Ben sizin övdüğünüz, yücelttiğiniz gibi bir adam değilim.” diyeceği yerde; duruşunda, tavrında, konuşmasında, davranışlarında «ben»lik ayyûka çıkmaya başlamışsa, yanındaki adamlar hastalıklı şahsiyetler olmuşsa, işte bu, ateşi kendinde taşımanın tezâhürüdür.
Hayırda yarışmanın karşılığı cennettedir. Bu dünyada karşılık bekleyenler aldanmıştır. Uhud Savaşı’nda bir adam Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e; savaşta ölmesinin karşılığında ne olduğunu sorar. O da;
“Cennet!” deyince, adam elindeki hurma salkımlarını atar ve cihâda koşar. Câbir bin Abdullah, o adamın şehid oluncaya kadar çarpıştığını anlatır. (Buhârî, Meğazî, 17; Müslim, İmâre, 143)
Yine Hayber Gazvesi’nde Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sancağı kime vereceği merakla beklenir. Çünkü Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; «sancağı Allâh’ı ve Rasûlü’nü çok seven, Allâh’ın ve Rasûlü’nün de onu çok sevdiği, kendisi eliyle fethin müyesser olacağı bir kimseye vereceğini» ifade etmiştir. Hazret-i Ömer; o gün kadar liderliği arzuladığı bir gün olmadığını, hattâ Efendimiz’e kendisini göstermek için çabalayıp durduğunu anlatır. (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 9)
Bu çaba niye? Bu çaba, cenneti kazanmaktan başka bir gayeye matuf değildir. Bu çaba; günü birlik kazanımlar için değil, âhiretin cennet semeresini elde etmek içindir. Fakat bu gayret; lider olmak, insanları peşinden sürüklemek, dünyalık için olursa, sonu hüsran olan bir gāileye hizmet etmekten öteye gidemez.
Hayırda yarışmanın önemli bir inceliği de, hayra koşarken zaman ve zemini iyi değerlendirmek, ihtiyaç zamanında ihtiyaç olanı ihtiyaç sahibine ulaştırmaktır. Bugün bir hayır işi varsa bunu yarına ertelemek; «Sonra olsun.» demek, hayırda yarışmanın kaidesine aykırıdır.
Âlim bir zâta, bir gün bir fakir gelir. Karnının aç olduğunu ifade eder. Âlim gaflet eder, aç adama bir şeyler vermez, karnını doyurmaz. Herkes evine dağılır. Sabah mescide geldiklerinde ihtiyaç sahibini ölmüş vaziyette bulurlar. Kefenleyip defnederler. Rüyasında, sardıkları kefeni mihrapta bulur, üzerinde;
“–Kefeninizi alın, Allah kabul etmedi!” yazılıdır.
O gün o âlim;
“–Bir ihtiyaç sahibi gördüğümde onu bekletmeyeceğim, hemen ihtiyacını gidereceğim.” diye yemin eder. Demek ki esas olan, problemleri ânında çözüme kavuşturmaktır. Zira, yarına erteleyenlerin helâk olduğunu ifade buyuran, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir.
Hayırda yarışmak insanları taassuba da sevk etmemelidir. «Sadece ben hizmet ederim, en iyisini ben yaparım…» demek hayırlı faaliyetlerin âkıbetini zedelediği gibi, hizmet için çabalayan diğer insanlarda ister istemez kin ve nefrete yol açar. Taassup; doğru olsun veya olmasın, kendi kanaat, inanç ve yoluna sımsıkı sarılarak daima kendininkini iyi, doğru ve güzel bulmak, başkalarına haklılık, başarı imkânı tanımamak, küçük görmek; «Tek yol benim yolumdur.» demektir. Mânevî bir hastalık olan taassuba sarılarak, diğerlerinin yaptığı faaliyeti, hayrı küçümsemek, Allah için yapılan mücadele ve gayretlere burun kıvırmak; İslâm kardeşliğini zedelediği gibi, kin, nefret ve buğzu körükler, enâniyeti besler. Onun için, hizmet ve hayır için gayret gösteren herkes, diğer kardeşinin yaptıklarını küçümseyerek, beğenmeyerek, kendi yapıp ettiklerini hebâ etmemelidir.
Hayırda yarışmak, hizmette koşturmak, bir gönül işidir. Bu gönül işini en güzel şekilde, sahip olunan imkânlara göre, en iyi, en güzel şekilde yerine getirmek için gayret edilir. Tabiî ki bu yolda bir sürü diken vardır. Hayır yarışının yolundaki dikenler, öyle; «temizleyeyim de kurtulayım.» gibisinden geçici dikenler olmuyor. Taassup gibi, ucub gibi, riyâ gibi, gönle yerleşen, çıkması zor dikenlere dûçâr olmak, hizmet insanını, hayır adamını tanınmaz hâle getiriyor. Onun için müslüman, bu güzel yarışmada centilmence, diğergâm bir şekilde, kardeşi hakkında duâcı olarak yarışacak. Âkıbet de, cennet olacak. Aksi takdirde; kin, nefret, birbirinin ayağına basma, «hep ben ön plânda olayım.» şeklinde idâme ettirilecek hayır yarışmaları, bu dünyada da âhirette de akıbeti hayır olmayan boşuna yorulmalardan ibaret olacaktır.