ÇOK YAŞAMAK MI YOKSA BEREKETLİ ÖMÜR MÜ?

YAZAR : Sami BÜYÜKKAYNAK skaynak48@hotmail.com

Âhirzamandayız. Günler su gibi akıp gidiyor. Âhirzamanda günlerin insanın elinden kayıp gideceğini Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle bildiriyor:

“Zaman öyle yaklaşır, peş peşe gelir hızlanır ki; bir sene bir ay, bir ay bir hafta, bir hafta bir gün, bir gün bir saat, bir saat bir ateş kıvılcımı kadar olur.’’ (Tirmizî, Zühd, 24)

Ömürlerin bereketi, bu akıntı içerisinde büyük önem arz eder. Ömürlerin bereketlenmesi demek; kısa bir ömürde dahî uzun seneler yaşamışçasına bir semerenin meydana gelmesi demektir. Yani ömrün bereketlenmesi; hayatın her ânını dolu dolu yaşamak, ondan istifade etmek ve ettirmektir.

Ömür insana süreli olarak bahşedilmiş bir nimettir. Ama insan bu sınırlı nimeti uzatmak için haddini aşan fiillere girişir. Türlü yaşlanmama kürleriyle, diyetlerle, sporlarla ömrünü uzatacağı gibi yanılgılarla bocalayıp durur. Fakat ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ömrünü uzatacak bir çare bulamaz. Zira ömrün sınırını çizen Allah’tır.

“Sizi topraktan, sonra meniden, sonra alekadan (aşılanmış yumurtadan) yaratan; sonra bebek olarak çıkaran, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlamanız -ki içinizden daha önce vefat edenler de vardır- ve belli bir vakte ulaşmanız için sizi yaşatan O’dur. Umulur ki düşünürsünüz.” (el-Mü’min, 67)

“Allah sizi (önce) topraktan, sonra meniden yarattı. Sonra sizi çiftler (erkek-dişi) kıldı. O’nun bilgisi olmadan, hiçbir dişi ne gebe kalır ne de doğurur. Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz bunlar, Allâh’a kolaydır.” (Fâtır, 11)

Modern zamanların en büyük hastalığı; ölmemek için, ölümü ötelemek için mücadele etmektir. Oysaki Allah; ölümün kaçılması mümkün olmayan bir takdir olduğunu bildirerek, ölümle mücadelenin boş bir iş olduğu konusunda bizi ikaz eder:

“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!’’ (en-Nisâ, 78)

“Allâh’ın emir ve kazası olmadıkça hiçbir kimseye ölmek yoktur. O (ölüm), belli bir süreye/ecele göre yazılmıştır.’’ (Âl-i İmrân, 145)

Ölümle mücadele etmek, aynı zamanda îman zâfiyetinin bir sonucudur. Zira etten, kemikten, kandan yaratılmış bir insanın; mahlûk olan bir canlının; ölmesini kodlayan Allah’tır. Bu kodlamaya karşı durmak, îman zâfiyetinin belirtisidir.

Hastahanelere, havuzlara, yürüyüş parkurlarına baktığınız zaman; insanların hastalanmamaktan ziyade, ölmemek için birbirleriyle yarıştıklarını göreceksiniz.

Televizyonlara, iletişim araçlarına baktığınız zaman; insanları genç tutacak, zinde tutacak ilâç reklâmlarıyla, gıda ve vitamin takviyeleriyle dolu olduğunu müşâhede edeceksiniz.

Belirli bir yaşın üzerindeki insanların konuştuklarına kulak kabartırsanız; çoğunun «Akşam şöyle yapsan, sabah şunu alsan; şöyle yaşlanma gecikirmiş…», «…Ciğerin iyi olurmuş, kalbin dengeli çalışırmış…» gibi uzun yaşama muhabbetleri olduğunu işiteceksiniz.

Bütün bu müşâhedeler ve duyumlar göstermektedir ki, insan ölmemek için mücadele ederek îmânını zedelemektedir. Îman; hayatın ve ölümün Allâh’ın yarattığı iki büyük nimet olduğunu kabullenmeyi gerektirir. Hayat ve ölümün de imtihan için var edildiğini tasdik etmeyi gerektirir. Bu noktada endişe varsa; «Hep yaşayayım, ölmemeliyim, ölüm niye yaratıldı, ölüm ne kötü şey, ölüm uzaklaştıkça uzaklaşsın…» şeklinde bir muhayyileye ve yaşantıya çalışmak, tanatofobi (ölümden korkma hastalığı) olduğu gibi, mânevî olarak da îmansızlık hastalığıdır. Sınırlı bir imkânı sınırsız bir hâle dönüştürmek veya uzatmak, insanın eline verilmiş bir yetki değildir. Bu sınır bir şuur hâline gelmediği zaman, yani îmânî bir gerçeklik olarak görülmediği zaman; insan, işin içinden çıkılmaz bir anafora sürüklenir.

İnsan yaşlandığını hissetmek istemez. Ama ne var ki yaşlılık Cenâb-ı Hakk’ın insanoğluna yazdığı bir kaderdir. İnsan ne kadar mücadele ederse etsin, ne kadar türlü kürler uygularsa uygulasın, ömrü varsa yaşlanacaktır. Yaşlandıkça, Zât-ı Zü’l-Celâl’in bahşettiği vücut eskiyecek, uzuvlar aksayacak, hayatın sona yaklaştığının belirtileri çoğalacaktır:

“Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta onu (güç ve kuvvetini alarak) tersine çeviriyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?’’ (Yâsîn, 68)

“Sizi de Allah yarattı, sonra canınızı alacak. İçinizden kimileri ömrün en düşkün çağına (erzel-i ömre) ulaştırılır. Hattâ öyle ki, bilirken hiçbir şey bilmez olur. Unutmayın ki; Allah her şeyi bilir, sınırsız kudret sahibidir.’’ (en-Nahl, 70)

Bununla birlikte, yaşlılık gibi Rabbânî bir hediyeyi; kullukla idâme ettirerek, güzel bir şekilde ölmek de insanın elindedir. Yaşlanmak ve uzun ömür bahşedilmişse; bu nimeti, yılgınlıkla, karamsarlıkla idâme ettirmek yerine; Allâh’a yakınlaşmanın bir vasıtası hâline getirmek, müslüman olarak ölmek için çabalamak lâzımdır. «Mü’min yaşlandıkça koç olur.» diye bir tabir vardır. Yani yaşlanmak bir bitiş, sona eriş değil; kâmil olmanın bir vasıtasıdır. Yüzün, derinin buruşması değildir yaşlılık; bilâkis yaşlılık, kalbin kararması, kalbin buruşması demektir. Yaşlılığı kulluk açısından verimli bir dönem olarak geçirmek gerekirken; karamsarlıkla, ölmeyeyim diye kendini harap etmekle geçirmek de hüsrandır.

Cenâb-ı Hak’tan niyaz edilecek en güzel ömür, bereketli ömürdür. Yaşlılık bahşedilse; bereketli bir ömürde, insan kendisinden istifade edilen bir insan hâline gelir. Çok yaşlanmadan emr-i Hak vâkî olup genç yaşta ölse de, ömrü bereketli insanın hayatında, kendisinden sonra istifade edilen birçok eser ortaya çıkar.

Meselâ, ömrün bereketlenmesi deyince aklımıza herkesin tanıdığı Riyâzu’s-Sâlihîn musannifi İmam Nevevî (v. 676) geliyor. İmam Nevevî; 44 yaşında vefat etmesine rağmen, ömrüne elliden fazla eser sığdırmıştır. Hesap edilince, bu kadar az ömre bu kadar eserin nasıl sığdığına hayret edilir. İşte ömrün bereketlenmesi bu olsa gerektir. Ömür kısa dahî olsa, bereketlenince insanın tâkatinden öte çalışmalar ortaya çıkıyor.

Ömrün mutlaka sona ereceğini bildiğimize ve onu uzatıp kısaltamayacağımıza göre; süreli olarak verilen can nimetinin kıymetini bilerek, hayırlı ve bereketli bir ömür için hem duâ etmemiz hem de gayret göstermemiz icap eder. Yaşlanma korkularıyla, ölüm korkularıyla kendimizi helâk edeceğimize, Amr İbn-i Âs -radıyallâhu anh-’ın ifadesiyle; yaşadığımız her ânın kadr u kıymetini bilmek, aynı zamanda ölümü de unutmamak; hem en akıllıca hem de en İslâmî çözümdür.