KARMA EĞİTİMDEKİ TIKANMA!
YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com
–Alo! Alo! Efendim. Tamam! Tamam! Bugün geliyoruz. Öğleden sonra orada oluruz. Sen bizim gençlere güven; hem edepli, hem çok kabiliyetli gençler… Tanışınca bana hak vereceksin. Lisenin önünde buluşmak üzere… Haydi görüşürüz.
Hakan Hoca odasının kapısını kapatıp arkasını döndüğünde çakı gibi gençleri hâzır ve nâzır görünce heyecanını gizleyemedi:
–Vay vay vay! Beyler bu ne şıklık? Mâşâallah hepiniz çok yakışıklı olmuşsunuz. Kıskanmamak elde değil.
İçlerinden biri, cevabı geciktirmedi:
–Öğretmenim sizin yanınızda hepimiz sönük kalırız. Siz daha yakışıklısınız.
–Yok! Hayır! Bugün, böyle olmadığının ispatıdır. Neyse, öğle arasında burada buluşuyoruz. Haydi bakalım…
Hakan Hoca, bir ilköğretim okulunda müdür yardımcısı olarak görev yapıyordu. Genç ve gayretli bir öğretmendi. Yeni atandığı bu yerde, üstün vazife şuuruyla adından fazlaca söz ettirir olmuştu. Bilgi yarışmaları, turnuvalar ve birbirinden farklı sosyal faaliyetlere imza atan Hakan Hoca, talebelerini yeni bir programa götürüyor olmanın heyecanı içinde başlamıştı güne…
Bugün, yakınlarındaki bir lise ile ortak düzenlenecek olan kutlama töreninin provası olacaktı. Prova çalışmaları için lisenin spor salonu ve bahçesi müsait olduğu için tüm talebeler orada toplanacaktı. Hakan Hoca da ekibiyle birlikte pür heyecan yola çıkmışlardı. Her şey yolunda görünüyordu.
Liseye vardıklarında, lisenin müdür yardımcısı da kapıda birileri ile görüşme hâlinde idi. Hakan Hoca servisi durdurarak;
“–Gençler siz devam edin. Hemen spor salonuna geçip beni bekleyin! Ben Murat Hoca ile kısa bir görüşme yapıp hemen geliyorum.” dedi.
–Peki öğretmenim.
Hakan Hoca, servisten inip lisenin müdür yardımcısı olan arkadaşının yanına vardığında hocanın pek de müsait olmadığını anladı ve beklemeyi tercih etti. Müdür yardımcısı Murat Bey, mütereddit bir hâl içerisinde idi. Bir problem olduğu âşikârdı. Hakan Hocaya dönüp;
“–Hocam kusura bakma! «Hoş geldin!» bile diyemedim. Öncelikle hoş geldiniz. Kendi derdimden niye geldiğinizi bile unutmuşum.” dedi.
–Önemli değil hocam; bugün prova vardı ya, onun için gelmiştik.
–Doğru ya bugün prova vardı! Eee çocuklar nerede?
–Spor salonuna geçip beni beklemelerini söyledim.
–Eyvah! Ne diyorsun hocam sen? Koş! Koş!
–Hayırdır hocam? Anlamadım ama…
–Hocam koş! Bütün film orada kopuyor zaten… İnşâallah geç kalmamışızdır.
–Hocam hayırdır ne filmi? Ne kopması?
Hocalar spor salonunun önüne geldiklerinde maalesef geç kalmışlardı. Salonun yanındaki tuvaletlerin girişi, olay yeri inceleme ekiplerinin bantlarıyla çevrilmişti. Başı iki elinin arasında çömelmiş bir adam; gözyaşları içerisinde başı ve bakışları yere çakılı bir kız, birkaç polis… Elinde takım çantasıyla bir tesisatçı ve meraklılar… Hakan Hoca, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Murat Beye yaklaştı:
–Hayırdır Murat Hoca? Bu ne hâl? Cenaze mi çıktı buradan, ne oldu?
Murat Hoca, birden mânidar bir şekilde Hakan Hocaya baktı ve;
–Hoca efendi, bildiğin bir şey mi var?..
–Hayır hocam…
–Sorma hocam! Hakikaten bir cenaze çıktı!.. Hem de ne cenaze!..
…
–Murat Hocam merakta bıraktınız…
–Bu sabah tuvaletlerin tıkandığına dair bir şikâyet geldi. Ben de bizim tesisatçıyı aradım. Adam geldiğinde de bir dünya fırça attım;
«Adamakıllı iş yap! Bak gene tıkandı…» falan diye. Sonra da adamcağız, tuvaleti tıkayan şeyi getirdiğinde şok oldum. İlk önce tam anlayamadım ne olduğunu. Adam öyle gözümün içine içine bakınca, ben de tekrar baktım… Bakmaz olaydım! Bu, daha doğmadan -sözüm ona- anneciği tarafından öldürülmüş bir yavrucaktı…
–Ne diyorsun hocam?!.
–Maalesef hocam! Aynen öyle.
–Sonra ne yaptınız?
–Polise haber verdik. Olay yeri inceleme… Kamera kayıtlarını falan izleyip hemen, şıp diye buldular vallâhi.
Hoca gözüyle ilerideki kızı gösterdi:
–Kız şu…
Çömelen, dünyası yıkılmış vaziyetteki adamın da kızın babası olduğunu anlaması zor olmadı.
–Tertemiz bir veliydi. Geçen sene taşındılar buraya.
–Peki şu ileride ağlayan bayan kim? Annesi mi?
–Ah hocam ah! Hayır annesi değil, öğretmeni.
–Yazık yahu, çok seviyormuş talebesini belli.
–Hey gidi hocam! Allah şu temiz kalbin hürmetine denk getiriyor işini. Çok iyi niyetlisin.
–Alâkayı kuramadım hocam, af edersiniz…
–Kuramazsın tabiî. Bu kız birkaç ay önce bu öğretmene gitmiş;
“Hocam, arkadaşlarım benimle dalga geçiyorlar, bir flörtüm olmadığı için…” demiş.
Peki öğretmeni, ne dese iyi? Sıralamış yüksek fikriyat mahsûlü herzelerini:
“Kızım bu, «flört» dediğin o kadar kötü bir şey değil! Öyle hemen namusun iki paralık olmuyor yani! Bak etrafına, hemen hemen her arkadaşının bir flörtü var. Bu işin ne kadar normal olduğunu anlaman için kâfî değil mi?”
Kız da ne yapsın? Cahil! Gidiyor arkadaşlarına;
“Tamam ben de flört edeceğim; ama siz ayarlayacaksınız!” diyor. Zaten bu işin piyasası hazır. İki facebook, iki mesaj, iki gülücük… Sonrası işte manzara. Yüksek sanat anlayışının özge mahsûlü bir eser. Öyle ki nereden bakarsan bak, aynı şeyi görüyorsun. Rezâlet…
Murat Hoca, olayı anlatırken sinir krizine girmişti. Kimseyi duymuyor, sadece kendine kızıyordu:
–Bu kız benim talebem! Benim… Benim… Nasıl olur? Nasıl olur? Allâh’ım! Allâh’ım yardım et…
Hakan Hoca mevzunun vahâmetine kendini kaptırmış, yanında getirdiği talebelerini uzak tutmak için çıkardığı bahçede unutmuştu. Hemen yanlarına koştu. Diğer hoca arkadaşı ile onları okula gönderdi.
Geri döndüğünde kızcağızın annesi de gelmişti olay yerine. Feryâdı tüm koridoru inletiyordu:
–Biri bir açıklama yapsın! Ne olur biri bir açıklama yapsın! Neden böyle oldu? Neden?..
Kızın babası, haberi aldığı ilk andan itibaren tek kelime etmemişti. Adam, bir şimşek gibi fırladı ayağa. Öğretmenler ve polisler hemen çevrelediler kendisini. Adamcağız bir iç yangınlığıyla:
–Neden olacak be kadın? Akşam-sabah izlediğin dizilerde ne gördü çocuk? Reklâmları bile rezâlet olan, onca pislik! Sadece cilâsı güzel onca pislik! Sen çocuğuna hangi güzelliği gösterdin de ne bekliyorsun? Arkadaşlarından, çevresinden hep bu rezâlete özentiyi gördü çocuk. Biz bu çocuğa hangi mânevî ortamı hazırladık da bu hâle geldi yavrucağız? Şaşırılacak bir şey yok ki! Biz zaten kızımızı bu sahneye hazırlamışız. Al, bak! Kızımız başrolde oynuyor!
…
Kadıncağız tek bir kelime edemeden yığıldı oracığa. Kızın babası, gözü yaşlı;
“–Memur bey işimizin bitmesine daha var mı? Lütfen bizi buradan çıkarsanız… Artık dayanacak hâlimiz kalmadı…” diye inledi.
–Beyefendi, bitmek üzere. Sadece birkaç dakika…
Hakan Hoca, hayatta ilk defa bu kadar çaresiz hissetmişti kendisini. Öylece kalakalmış ve ilk defa bir gözyaşına yetişememişti. Şimdi kendi gözyaşlarına da yetişemiyordu.
“Kim bilir?” dedi içinden… “Kim bilir, bu kızı bu hâle sokan âdî herif nerede sürtüyordur? Bulsam bir kaşık suda boğardım onu!” sonra kendi kendine cevapladı: “Bulsan ne olacak? Milyonlarca kişiden sadece biri…”
Olay yeri inceleme ekipleri, öğretmenler derken herkes gitmişti. Sadece Murat Hoca ve Hakan Hoca kaldı. Sessizlik… İkisi de;
“Bu olaya şahit olan talebelerinin zihninden bu sahneyi nasıl sileriz?” sorusunun cevabını bulmaya çalışıyordu. Hakan Hoca söz aldı:
–Murat Hocam açıkçası çok üzüldüm. Hem bu ailenin durumuna hem de onca talebenin şahit oluşuna. Ama bir hakikat var ki işin bu acı yüzünü kimse dile getirmiyor. Herkes işin şâşaa kısmında kalıyor. İşin en kötü tarafı bile, merak uyandıracak bir tarzda işleniyor ekranlarda. Bu zavallı, mâneviyat yoksulu tazecik dimağlar da bu girdabın birer kurbanı olup gidiyorlar. İşin hakikatini gösterecek cesarette adam ya bulunmuyor ya da bulunsa bile itibar edilmiyor.
–Yok Hocam, şahit olsunlar! Şahit olsunlar ki bir yuva daha bu elem verici ateşle yanmasın!
–Doğru dersin Murat Hoca. Hep ekranlardaki cilâları, yaldızları değil, bir de böyle korkunç ve yüz kızartıcı, dünya ve âhiret karartıcı neticelerini görsünler! Çünkü o ekranlarda gösterilmez bunlar!
Bütün bunlar, batının lâğımından akıyor üzerimize. Biz lâğımlık düşünceleri baş tâcı etmeye kalktığımız için geliyor bunlar başımıza. Asıl bu yalanları, flört adı altında pazarlanan zinâ yalanını, aşk adı altında masum gösterilen şehvet dolanını atmalı lâğıma! Evlâtlarımızı değil…