Duraklama Dönemi (1579-1699) CELÂLÎ İSYANLARI

YAZAR : Ahmet MERAL ahmetmeral61@gmail.com

 

İSYANLAR ÖNCESİ GENEL DURUM

1579 yılından itibaren çoğu yetersiz veya çocuk yaştayken başa geçen padişahların zayıf yönetiminde; Osmanlı devlet merkezinde, büyük bir idarî karmaşa yaşanmaya başlandı. Vezirler, saray ağaları ve ilmiye sınıfı arasındaki çekişmeler, taşra yönetimlerini de olumsuz etkiledi ve ülkenin her tarafında başıbozukluk meydana geldi. Adâletsizlik, kanunsuzluk, makam ve mansıp sahibi kişilerin rüşvete bulaşması gibi olumsuzluklar idarî mekanizmada o denli yaygınlık kazanmıştı ki; Fuzûlî’nin;

“Selâm verdüm, rüşvet değüldür deyü almadılar!” şeklinde edebiyatımızda yer alan ünlü ifadesini haklı çıkarmaktaydı.

Avrupa’dan Osmanlı Devleti’ne kaçak yollardan giren gümüş, gümüşten kesilen Osmanlı para birimi akçenin değerinin düşmesine sebep oldu. Mustafa AKDAĞ’a göre; II. Bâyezid zamanında 100 dirhem gümüşten 280 akçe kesilirken, 1596 sıralarında aynı miktar gümüşten 950 akçe kesiliyordu. Tabiî olarak akçenin itibarî kıymeti de ayar düşmesiyle beraber inmiş, bir flori altınının resmî râyici 35 akçeden 120 akçeye çıkmıştı. Bu da Osmanlı ekonomisini etkileyerek o yıllarda teorisi yeterince bilinmeyen enflâsyonu azdırmıştır. Neticede pazar esnafı ve halk, ülkede o güne kadar görülmemiş yüksek bir enflâsyonla karşı karşıya kaldı. Huzursuzluk bununla da sınırlı kalmadı, ülkenin değişik bölgelerinde aşırı uç mezhep taraftarlarının da katıldığı sosyal patlamalara yol açtı.

Bu dönemin talihsizliklerinden biri de, Osmanlı topraklarının 1591-1595 yılları arasında yaşadığı kuraklıktır. Bu kuraklık, son 600 yılın en uzun süreli kuraklığıydı.1 Nitekim Anadolu’da yıkıcı, kavurucu kuraklık âfetlerinin ardından ilk Celâlî İsyanı 1596 yılında patlak verdi.

Kısacası padişahlar kifâyetsiz, vezirler çapsız ve çıkarcı, esnaf ağır vergi yükü altında bunalmış ve milletlerarası pazarlardan olumsuz etkilenerek yoksullaşmış, yeniçeriler ve eyaletlerden gelen tımarlı sipahiler, doğu ve batıya yönelik ısrarlı ve uzun süren seferlerden dolayı yorgun ve bîtap düşmüş vaziyetteydi. Gerek bu durumdan son derece rahatsız reâyânın savaş yükü altında ezilmesi, gerekse celâlî eşkıyâlarının Anadolu’da dirlik ve düzen bırakmaması, dönemin hazin bir koreografisini oluşturmaktaydı.

CELÂLÎ İSYANLARI

Dünyada Osmanlı Devleti aleyhine ekonomik, askerî ve siyasî birçok değişiklik yaşanırken; İmparatorluğun itici gücü Türklerin yoğun olarak yaşadığı Anadolu’nun birçok yerinde önü alınamayan isyanlar meydana geldi. Yapılan çok sayıda araştırmanın sonucu; bu isyanların, daha çok tımar düzeninin bozulmasından kaynaklandığını gösterir niteliktedir. Savaş döneminde başarıyla askerlik görevini yerine getiren tımarlı sipahiler, barış zamanında da hem halkın güvenliğini sağlamak hem de tarım üretimini gerçekleştirmek gibi hayatî bir vazife icrâ etmekteydi.

1520’li yıllardan itibaren oldukça sık gerçekleşen ve uzun süren savaşlar, malî, idarî, sosyal birçok problemin oluşmasına yol açtı. Osmanlı’nın asker kaynağını ve savaş giderlerini Anadolu’dan karşılama geleneği, tüm toplum kesimlerinde bıkkınlık verecek ve malî bakımdan tahammül edilemeyecek seviyeye çıkmıştı. Meselâ III. Mehmed’in 1596 yılının Haziran ayındaki Haçova Seferi piyasalardan daha fazla mal çekilmesine yol açtı. Yola çıkacak yeniçerilerin, hububatı zorla alması; dükkânların kapanmasına sebep oldu ve arpanın kile fiyatını 50 akçenin üzerine çıkardı.2

Toprağı ekmek için işgücü bakımından giderek yoksunlaşan halk, çaresiz bir biçimde Anadolu’da asker kaçağı başıbozuk sipahî bölüklerinin eline düşmüştü. Sıkıntıların artması üzerine şehirlere göç hızlandı. Öte yandan zavallı reâyâ, medrese düzenindeki bozulmalara paralel olarak şehirlerde doğru dürüst eğitimlerini tamamlayamayan, işsiz ve istismarcı bir suhte (öğrenci) kitlesinin de yükünü taşımak zorunda kaldı. İsyanların bastırılamayışının bir diğer sebebi de, merkezî yönetimde güç kaybına uğrayan paşa ve yöneticilerin Anadolu’ya geçerek var olan olumsuzlukları siyasî ikballerine dayanak yapmalarıydı. Bu isyanların en büyüğü Karayazıcı isyanıydı. Kalenderoğlu (1607), Muslu Çavuş (1607), Yusuf Paşa (1607), Cennetoğlu (1625), İlyas Paşa (1627), Canbulatoğlu ve Karahaydaroğlu (1647) adlı şahıslar, dirliklerinin ellerinden alınması veya mahallî idarecilerin halka karşı yaptıkları zulümlerden dolayı ayaklanan diğer celâlîler olmuştur.

KARAYAZICI İSYANI

Osmanlı Devleti’nde ilk büyük celâlî isyanı, XVI. yüzyılın sonlarında, Karayazıcı lakabı ile bilinen Abdülhalim tarafından başlatıldı. Resmî bir görevi olan Karayazıcı’nın isyan etme sebebi tam olarak bilinmemekle beraber, Osmanlı Devleti’nin yüzyılın ortalarından itibaren geçirdiği dönüşümün bir sonucu olduğu söylenebilir. 1599 civarında Urfa’da isyan eden Karayazıcı, kısa zamanda gücünü ve nüfuzunu artırdı ve 1,5 yıl süreyle Urfa’ya hâkim oldu. Osmanlı Devleti, celâlî liderine sancakbeyliği makamı vermek sûretiyle isyanı önlemeye çalıştı. Ancak Karayazıcı; Amasya ve Çorum’da sancakbeyliği yaptığı dönemde de halka baskı ve zulümde bulunmaktan, etrafı tahrip etmekten geri durmadı. Faaliyetlerini Sivas ve Dulkadir eyaletlerini içine alacak şekilde genişleten Karayazıcı ve birlikleri; bölgedeki halkı tehdit ederek ağır salmalarla para topladılar, halkın mal ve erzakını yağma ettiler. İnsanlar; celâlîlerin korkusundan topraklarını terk ederek, müstahkem şehir ve kasabalara göç ettiler. Üzerine gönderilen Osmanlı kuvvetlerine karşı zaman zaman başarı kazanan bu celâlî lideri, son muharebesinde Bağdat valisi ve celâlî serdarı Hasan Paşa’ya mağlûp olmuş ve kaçtığı Canik dağlarında ölmüştür (1602).3

Dönemin olaylarını araştıran Mustafa AKDAĞ, celâlî ayaklanmalarının sosyal yapıyı nasıl etkilediğini kitabında şöyle özetlemektedir:

Celâlî «mirimîran sekbanları», suhte, sipah zorbası bölükleri gibi türlere ayrılan büyük soyguncu gruplar; azılı başbuğların ardına takılarak köyleri talan etmeye başlamışlardır. Bu olayların yarattığı karışıklıklarda; pek çok halk, çiftini çubuğunu bırakarak köyünden kaçtığı için, bunlardan genç olan erkeklerin gidip ötede başka bir isyancı gruba katılmaları ile sekban bölükleri bir çığ gibi büyümüş, artık pek çok köyler nüfuslarının üçte ikisini kaybettikleri gibi, celâlîlere ya da öteki soyguncu gruplara kışlak, yazları da şehirlere-kasabalara saldırılarında eğrek olmuşlardır. Bu denli geniş göçmelerin sonucu olarak, bir haylisi ıssız kalan köylerden toprakları verimli olanların büyük çoğunluğunda kapu kulları, ümerâ, çavuş, müderris ve halktan güçlü olanlar çiftlik kurmuşlardır. Çiftlik sahipleri üretimde; ekinciliği değil, hayvancılığı üstün tuttukları için, kaçan köylülerin kerpiç, harçsız duvar ve başka şeylerden yapılmış harap kılıklı konutları yerine, bu gibi köylerde çiftliklerin haremlik-selâmlık bölmeli konakları, ahır, samanlık ve öteki yapılar yükselmiştir.4

Celâlîlerin sorumsuzlukları ve acımasızlıkları gerçekten tam bir felâketi yansıtmaktaydı.

1604 yılında Tavil ve Karabaş adamlarının soyduğu Kayseri Sancağı, 1605 ve 1606’da Erzâde, Zülfikar Paşa ve Ağaçtanpiri, Ali Gazi adlarındaki dört çetin sekban tarafından sürüler hâlinde arka arkaya harabeye çevrildi. Hattâ bunlar Zamantı Kalesi’ni ele geçirip birçok kişileri acımadan öldürdüler. Celâlîler, dirlik sahiplerinin veya mukātaa eminlerinin vergi olarak köylüden topladıkları para, erzak ve öteki şeylerini zaptettiklerinden başka; koyun, keçi ve sığır sürülerini; at, katır, öküz, inek ve öteki hayvanları buradan alıp şuna, buna gayet ucuza satıyorlar ya da kendilerine gizlice yataklık edenler eliyle şehir pazarlarına döküyorlardı.5
________________________

1 Sam WHITE; Osmanlı’da İsyan İklimi, Alfa Tarih, s. 11.
2 Selânikli Mustafa Efendi; Târîh-i Selânikî, T.T.K. 1999, s. 600.
3 Meryem Kaçan ERDOĞAN; Osmangazi Üniversitesi; Sosyal Bilimler Dergisi, c. 4, sa. 2, s. 53.
4 Mustafa AKDAĞ; Türkiye’nin Dirlik Düzenlik Kavgası, Bilgi Basımevi-Ankara, s. 499.
5 Mustafa AKDAĞ; Türkiye’nin Dirlik Düzenlik Kavgası, Bilgi Basımevi-Ankara, s. 475.