YÛNUSLEYİN

YAZAR : İlyas KAYAOKAY okaykaya_1991@mynet.com

Yûnus; Anadolu’da neşv ü nemâ bulmuş olup; halkın saf Türkçesiyle gönüllere Süleyman tahtını kurmuş, mutasavvıf bir halk şairidir. Yûnus Emre, şiirini Allah aşkına, mâneviyat bahislerine tahsis etmiştir.

Bu hakikat; 16. asır şairi Meâlî’ye «hikmetli söz» mânâsına «Yûnus Emre sözü» ifadesini kullandırır:

Yûnus Emre sözünü a sûfî nitsün rindler,
Bunlara söyle ala gözden ü kara kaştan.

“Ey sûfî, Yûnus Emre misali sözlerini, rindler neylesin. Bunlara ala gözden, kara kaştan bahset.”

18. yüzyıl şairi Molla Murad; «Hazret-i Âşık Yûnus» redifli bir şiirinde Yûnus’u anlatır. Dîvan edebiyatında Yûnus ile ilgili yazılan tek methiye sayılabilir. On beyitten müteşekkil bu şiir;

Ehl-i âşkın gülüdür Hazret-i Âşık Yûnus…
Bâğ-ı Hak bülbülüdür Hazret-i Âşık Yûnus…

matlaıyla başlar. Şair burada âşıkları, çiçeğe teşbih eder. Gül, biliyoruz ki çiçekler içerisinde en seçkin olanıdır ve özel anlam kazanmıştır. Yûnus da âşıklar içerisinde önemli bir yere sahiptir. Bu sebepten dolayı Yûnus ile gül arasında bir ilgi kurulmuştur. Âşıklardan kasıt; elbette Hak aşkı, Allah aşkı ile yanıp tutuşanlardır. Sonraki mısrada Yûnus için; «Hak bağının bülbülü» tabiri kullanılmıştır. Çünkü Allah aşkıyla inleyen Yûnus; gece-gündüz istikameti, Rabbine olan aşkını mısralarıyla dillendiren bir bülbüldür. Şiirine böyle bir giriş yapan Molla Murad, daha sonra Yûnus’un sözlerinin insan üzerindeki etkilerinden söz eder. Yûnus’un hikmet dolu şiirleri insanı mest eder. Çünkü o Hakk’ın malıdır, O’nun için söylenir. Yûnus vahdet denizinin selidir. Cihan bağının gülüdür âşıkların ise falıdır:

Bahr-i vahdetde garîk-ı ehadiyyet oldu,
Yem-i vahdet selidir Hazret-i Âşık Yûnus…

Tuttu hep râyihası bâğ-ı cihânı o gülün,
Âşıkānın falıdır Hazret-i Âşık Yûnus…

Sonraki üç beytinde Yûnus hakkındaki bir inanışı görmekteyiz. Bir halk rivâyetinde Yûnus’un üç bin şiir söylediği, fakat bu şiirlerinin Molla Kasım adında bir zâhid tarafından şerîata aykırı bulunduğundan tahrip edildiği işlenir. Molla Kasım, şiirleri ele geçirip bir su kenarına oturur. Bin tanesini yakar bin tanesini de suya atar. Üçüncü bin şiirleri okumaya başlayınca şu beytiyle karşılaşır:

Derviş Yûnus bu sözü eğri büğrü söyleme,
Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir.

Beyti okuyan Molla şaşırır, tövbeye gelir ve Yûnus’un velâyetine inanır. Ne var ki iş işten geçmiştir ve elde sadece bin adet şiiri kalmıştır. Halk; şimdi yakılan bu şiirlerin gökte melekler tarafından, suya atılan şiirlerin balıklar tarafından ve kalan şiirlerinin de insanlar tarafından okunduğuna inanır. Molla Murad da bu inanış gereği Yûnus’un üç bin ilâhîsi olduğundan bahseder. Bunların binini gökte melekler, bin tanesini de insanlar okur. Yûnus böyle bir Hakk’ın kuludur. Kuşlar dahî sabah-akşam zikr hâlinde olup Yûnus’un şiirlerini okumaktadır. Yûnus, sadece insanlığın değil tüm canlıların sevgilisidir:

Dediler üç bin ilâhîsi onun vardır hem,
Kıylleri hep dilidir Hazret-i Âşık Yûnus…

Binini gökte melekler binin’ insân okur
Böyle Hakk’ın kuludur Hazret-i Âşık Yûnus…

Binini kuşlar okur subh u mesâ zikr ederek
Herkese sevgilidir Hazret-i ‘Âşık Yûnus…

Sonraki beyitlerde yine Yûnus’un övgüsünü yapan şair, makta‘ beytinde Yûnus’tan yardım ister. Çünkü Yûnus bütün âşıkların elidir. Onlar darda kaldığı zamanlar, Yûnus’un şiirlerini okurlar. Böylelikle Yûnus’un yardım eli onlara vâsıl olur:

Nâm-ı âşıkla mülekkab dahi dervîşle hem,
Bâğ-ı aşk sümbülüdür Hazret-i Âşık Yûnus…

Âşıkân cümle-i âzâ gibidir bî şübhe,
Cümle uzvun dilidir Hazret-i Âşık Yûnus…

Yardım ister ki bilir böyle Murâd-ı nâ-şâd,
Âşıkânın elidir Hazret-i Hazret-i Âşık Yûnus…

15. asırda yaşamış olan Günahkâr; bir gazelinde Yûnus gibi nasihatlerde bulunduktan sonra, aslında bu sözleri kendiliğinden söylemediğini, âdeta mânevî âlemde ansızın karşılaşıp Yûnus Emre’den ders alarak naklettiğini ifade eder. Hece vezniyle söylediği şu beyit Yûnus’un tesirinin en güzel örneklerindendir:

Günehkâr iş bu sözü kendözinden dimedi,
Nâgâh sataşı geldi Yunûs’dan aldı sebaķ.

Hulûsî Ömer Dîvânı’nda Yûnus adı dört yerde geçer. Kendi ifadesiyle şair, Yûnus’un sözlerini işitmiş ve okumuştur:

Nesîmî bir Fuzûlî hoş dedem Yûnus niyâzımdır,
İşittim onların nutkun dedim ehl-i divânız biz.

Hulûsi Ömer, Yûnus ile beraber Nesîmî ve Niyâzi-i Mısrî’yi de anmaktadır. Bu şairlerin ortak paydası mutasavvıf olmalarıdır:

Ey Hulûsî Mısrıyâ, Yûnus, Nesîmî’dir sezâ,
Biz Fuzûlî can yedinden kandık ise bir kadeh.

Vuslatî Yûnus’un yanında Niyâzî-i Mısrî’yi de anmıştır. Şair, Yûnus ile Mısrî’nin lutfederek dile geldiğini ve kendisiyle konuştuğunu belirtir:

Vuslatâ elden ele cem‘ ile cem‘i bile,
Lutf ile geldi dile Yûnus u Mısrî bana.

Yûnus ile beraber yâd edilen Mısrî de Yûnus Emre’den bahsedenler kervanındandır. Hece vezni ile yazmış olduğu şiirinin mahlâs bölümünde:

Niyâzî’nin dilinden Yûnusdurur söyleyen,
Herkes çü can gerek Yûnusdurur can bana.

Yine Yûnusça yazmış olduğu bir şiirinin mahlâs beytinde şöyle der:

Bu sözün Yûnus’u Mısrî değildir,
Lügaz bundan muammâsın ol eyler.

Yûnus, irfan aşkıyla yanan bir derviştir. Bunun için Taptuk Emre’ye intisâb etmiş ve meşakkatli bir yoldan geçmiştir. Yûnus gibi irfan sahibi olmanın yolu, onun yaptıklarını yapmaktır; sadece tekerleme gibi birtakım sözleri söylemek değil. Niyâzî Mısrî, bunu şöyle ifade eder:

Başsız kabak gibi bir tekerleme söz ile,
Yûnus’leyin, Niyâzî, irfânı arzularsın.