Tasavvuf Eğitimine, Abdülaziz BEKKİNE Hazretleri’nde Başlamıştı MEHMED ZÂHİD KOTKU EFENDİ

YAZAR : Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

Peygamberimiz -sallâllâhu aley­hi ve sellem- şöyle buyuruyorlar:

“Müslümanlar birbirlerini sevmedikçe, kâmil mü’min olamazlar!” Yani sevmenin kuru lâfla olamayacağı âşikârdır. Mü’minlerin birbirlerini sevmeleri demek; gerektiğinde kardeşine yardım etmesi, onun elinden tutması, ona doğru yolu göstermesi ve kendisine hiçbir zaman darılmaması, ondan ayrılmaması demektir. Bunlar hep sevgi alâmetleridir. Bizim birbirimize olan muamelemiz, tıpkı öz kardeşlerin birbirlerine davranışı gibi, hattâ ondan da mükemmeli olmalıdır!

***

Bu ay sizlere;

“Putların birçok nev‘i; para, mal, servet, şehvet gibi, nefsin arzularını yansıtan pek çok çeşidi vardır… Ama bunların en tehlikelisi; kibir, yani kendini beğenmektir ki, büyük belâdır. Bu, insanın mahvını hazırlayan ve tevfîk-i ilâhîye mâni olan en büyük fesat kaynağıdır.” diyerek, dünya hayatında kendini beğenmenin felâketine dikkat çeken bir «Gönül Sultanı»nı, Mehmed Zâhid KOTKU Efendi’yi tanıtmaya çalışacağım.

GÜMÜŞHANEVÎ DERGÂHI

Mehmed Zâhid KOTKU 1897’de Bursa Pınarbaşı’nda doğdu. Ailesi Dağıstan’ın Nuha, yeni adıyla Şeki kasabasındandı.* Babası İbrahim Efendi; 16 yaşında ailesiyle birlikte Bursa’ya yerleşmiş, sonraki yıllarda şehrin çeşitli camilerinde imamlık yapmış; annesi Sabire Hanım ise küçük Mehmed üç yaşında iken vefat etmişti. Tahsiline Oruç Bey mahalle mektebinde başlayan Mehmed Zâhid, bir süre Maksem’deki idâdîye devam etmiş, daha sonra Bursa Sanat Mektebi’ne girmişti. Harb-i Umumî sırasında, 18 yaşlarında (1915) askere alınmış, Suriye cephesine gönderilmişti. 1919 Temmuz’unda İstanbul’a sevk edilen Mehmed, askerlik görevini askerlik şubesinde yazıcı olarak tamamlamıştı. 1920’de Cağaloğlu’nda bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhânevî Tekkesi’ne gitmiş, orada Dağıstanlı Şeyh Ömer Ziyâeddin Efendi’ye intisâb etmişti.

HAKKIMI ALLAH VERMELİ!

Yemekler; tekkenin sofrasında hep beraber yeniyor, ortaya üzerinde genellikle etli pilâv bulunan bir sini getiriliyordu. Mehmed Zâhid; ince yapılı, nârin, zayıf vücutlu biriydi. Tekkenin yemeklerini yapan Hâfız Emin Efendi; onun bu zayıflığından öylesine üzüntü duyuyordu ki, her durumda ona yardım etmek istiyordu. Herkesin hemen etlere hücum etmemesi için, yemeği sofraya getirmeden önce onları pilâvın içine gömüyor, sofra hazırlandığında pilâvın etli tarafını Mehmed Efendi’nin önüne getiriyordu. Yani pilâvı, onun her kaşığına et gelecek biçimde düzenliyordu. Mehmed Zâhid; kaşığına et geldiğinde durumu fark ediyor, yüzü kızarıyordu. Fakat o; kaşığını daldırıp da etin sertliğini hissedince, bütün zayıflığına rağmen koca siniyi iki eliyle hafifçe çeviriyor, etli kısmı başkalarının önüne getiriyordu. Hâfız Emin Efendi; ertesi gün yine aynı sistemi uyguluyor, kendisine çıkışıyordu:

“–Yahu Mehmed Efendi! Sana et koyuyorum, neden yemiyorsun?”

O, başını öne eğerek;

“–Herkes hakkını almalı ve hakkımı Allah vermeli. Hâfız Emin Efendi vermemeli!” diye cevap veriyordu.

AZ YER, AZ UYUR, AZ KONUŞURDU!

Şeyhinin vefatı üzerine seyr-i sülûkünü, Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi’nin yanında sürdürmüş, 27 yaşında kendisinden hilâfet almış; bu arada Bâyezid, Ayasofya, Fatih camilerindeki derslere devam etmiş, ayrıca hâfızlığını da tamamlamıştı. 1925’te tekkelerin kapatılması üzerine babasının imamlık yaptığı Bursa’nın İzvat Köyü’ne yerleşti. Babasının dört yıl sonra vefatı üzerine; 1946’ya kadar 17 yıl, -babasının görevini devralarak- köy imamlığını sürdürdü. 1946’da Bursa Üftâde, 1952’de Zeyrek Çivizâde Ümmü Gülsüm, 1958’de İskenderpaşa Camii imamlığına getirilen Mehmed Zâhid Efendi; vefatına kadar 22 yıl bu camide görev yaptı. Hocaefendi kimseyi kırmaz; az yer, az uyur, az konuşurdu…

Görev yaptığı camilerde, her Pazar ikindi namazının ardından Râmûzu’l-Ehâdîs dersleri vermiş, Cuma vaazları ve önemli günlerdeki konuşmalarının yanı sıra, hususî sohbetleriyle de halkı eğitmeye büyük gayret sarf etmişti.

ALDIN MI PASAPORTU?

Rahmetli Âdil Bey şöyle anlatıyor:

1960 yılı Mayıs başlarıydı… İmam Hatiplerin kurucusu Celâl Hoca diye bilinen Celâleddin ÖKTEN Hocayla Mehmed Zâhid Hocaefendinin ziyaretine gitmiştik. İskenderpaşa Camii’nin meşrûtasında oturuyorduk. Odada derin bir sessizlik vardı… Celâl Hoca bir ara daldı, uyuklayıverdi. Az sonra uyanıp toparlanınca sedirde, yanı başında oturan Hocaefendi kendisine doğru eğildi ve;

“–Nasıl hocam, aldın mı pasaportu?” diye sordu. Celâl Hoca hiç sesini çıkarmamış, gülümsemekle iktifâ etmişti. Eve dönüşte arabada kendisine sordum:

“–Hocam, bu pasaport işi neyin nesi?” Celâl Hoca dedi ki:

“–Bu sene hacca gitmeyi çok arzuluyor, pasaport alıp alamayacağımı çok merak ediyordum. Hocaefendi’nin yanında otururken uyuklamışım. Rüyamda, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nden pasaport aldığımı gördüm. Hocaefendi onu kastediyordu…”

Hakikaten o sene, hep beraber hacca gitmek nasip olmuştu…

SALLANAN UÇAK!

Prof. Dr. Korkut ÖZAL, M. Zâhid Hocaefendi ile ilgili bir hâtırasını şöyle anlatıyor:

1966-67 yıllarıydı… Dev jumbo-jetlerden birisiyle ABD’den Türkiye’ye dönüyordum. Uçakla çok seyahat eden biri olmama rağmen, uçağın bu kadar çok sallandığına ilk defa şahit oluyordum. Dev uçak, zangır zangır titriyordu. «Böyle giderse tayyâre mutlaka parçalanır.» diyordum. Koltukların saplarına yapışmıştı herkes… Bir ara Hocaefendi ile râbıta kurmuştum… Bin bir endişe içinde Frankfurt’a inince, derin bir nefes almıştık. Sonra başka bir uçakla Ankara’ya döndüm. Dostum Orhan BATI, karşılamak için havaalanına kadar gelmişti;

“Hocaefendi burada, Ankara’da. Paçacı’nın evinde. Yemek var bu akşam orada!” diyerek, bana müjdeyi vermişti. Beraberce eve gittik… Salona girdiğimde M. Zâhid Efendi koltukta oturuyordu. Yanına varıp elini öptüğümde, mütebessim bir yüzle beni süzdü ve;

“Ne o, tayyâre çok mu salladı?” dedi.

«İNFİTÂR» SÛRESİ!

Ali Rıza DEMİRCAN Hoca bir hâtırasını şöyle anlatıyor:

Bir akşamüzeri İskenderpaşa Camii’ne gitmiştim. Henüz Hocaefendi’yle gönül bağım yoktu. Süleymaniye Camii imam hatibi olmam sebebiyle, gittiğim her yerde imâmete bizi geçiriyorlardı. “Eğer mihraba geçersem «İnfitâr Sûresi»ni okurum.” diye düşündüm. O sırada akşam ezanı okunuyordu. Mehmed Zâhid Efendi geldi, doğruca mihraba geçti ve; «İnfitâr Sûresi»ni okumaya başladı!

KÖMÜR PARASI KADAR!

Vefat ettiğinde, postaneden evrak getiren posta memuru, Hoca ile olan bir hâtırasını şöyle anlatmıştı:

Acı bir kış günüydü… Evde kömür yok, para yok, çoluk çocuk donuyoruz… O gün Hocamız’a bir yerden havale gelmişti. Kendi postaneye zahmet etmesin, diye havaleyi almış, kendisine getirmiştim.

Hocaefendi mütebessim;

“Gel bu parayı seninle bölüşelim.” dedi ve gelen paranın yarısını bana verdi. Baktım ki, para ne bir kuruş az, ne bir kuruş fazla! Yani tam tamına kömür parası kadar…

Eğitim ve yardımlaşma amaçlı pek çok hayır kurumunun tesisine vesile olan Mehmed Zâhid KOTKU Hocaefendi, bundan 33 yıl önce 13 Kasım 1980’de İstanbul’da rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş ve Süleymaniye’deki Kanunî Türbesi hazîresine sırlanmıştı.
________________

* Bugün bu şehir, Azerbaycan’da bulunuyor.