HİCRETİN HİCRANI

YAZAR : Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

Hicret, hicr, hicran hep aynı kökten gelen kelimeler. Ayrılık, dolayısıyla gurbet, hüzün, hasret, iç burkulması, gönül yarası demek. Hepimizin az-çok tattığı bir duygudur. Tahsil görürken, askere giderken, ekmek parası kazanırken, gelin olurken… Bunların hiçbirini yaşamamış olanımız illâ ki çocukluğunda kısa bir süre de olsa ailesinden ayrı kalmış, şairin;

Zülfün beni bağlar ve çeker her neye baksam

dediği gibi, baktığı her şeyde annesinin hayalini görmüştür.

Ayrılık çeken kişi, yalnızca üzülmez. Aynı zamanda kuruntuya benzer umutlar besler. Olağan dışı hâdiseler oluversin, kaybettiklerini yeniden elde ediversin, sevdikleri ona dönüversin veya yurduna-yuvasına kavuşuversin ister. Üstad Yahya Kemal, Açık Deniz şiirinde hezîmetlerin ardı sıra yaşanan muhâcirliklerde hissedilen bu duygulara, şöyle tercüman olmaktadır:

Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan,
Hülyâma girdi her gece bir fâtihâne zan.

Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular,
Mahzun hudutların ötesinden akan sular.

Gönlümde hep o zanla berâber çağıldadı,
Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı.

Ancak hicret birçok iyi gelişmeye de gebe olur. Hattâ öyle gelişmeler vardır ki ancak hicretle mümkündür. İlk İslâm toplumunun oluşması bunun bir örneğidir. Mekke’de 10 yıl kadar çeşitli alay, hakaret, boykot ve işkencelere maruz kalan müslümanlar; bir hicretin ardından örnek bir toplum oluşturmuşlardır.

Yoksulluk ve çaresizlik hicretin gölgesidir. Gittiği her yerde muhâciri takip eder. Yerinden, yurdundan ve sevdiklerinden ayrılışın verdiği ıstırapların yanı sıra onu da ağırlamak zorundadır muhâcir… Bu kadar acıyı hafifletmek, ancak derin bir samimiyetle kucak açacak hakikî dost ve yoldaşlarla mümkündür. Mekkeli muhâcirleri karşılayan, onlarla sahip oldukları her şeyi paylaşan, bundan da öte, onları kendilerine tercih eden ve bu sebeple Kur’ânî övgüye mazhar olan ensar gibi. (el-Haşr, 9)

İslâm tarihi boyunca gerçekleşen diğer birçok hicrette ensârı örnek alan; Endülüs, Kırım, Kafkas, Rumeli muhâcirlerini kucaklayıp bağrına basan ensar tabiatlı kimseler gibi.

Ancak muhâcirlerin ulaştığı beldelerde, herkesin ensar gibi olmadığını da belirtmek gerekir. Öyle kimseler de vardır ki;

“Bu çulsuz çuvalsızlar da nereden geldi başımıza?!.” der, hattâ diş bilerler onlara ve onları ağırlayanlara. Bu durum, Kâinâtın Efendisi ve O’nun güzîde arkadaşları zamanında dahî mevcuttu. İbn-i Übey ve ekibi; ensârıyla muhâciriyle ashâbın O’nun etrafında kenetlenmesini hazmedemiyorlar;

“Rasûlullâh’ın yanındakilere harcama yapmayın ki dağılıp gitsinler!” (el-Münâfikûn, 7) diyorlardı.

Sonraki hicretlerde de -belki içten inanmayacak derecede nifak ehli değil ama- muhâcirleri hor görüp aşağılayan ve onlara destek olmak bir tarafa, köstek olan bozuk karakterli kişiler hep oldu. 1492’de Gırnata’nın tesliminden sonra teslim şartları gereği İspanyol gemileriyle Mağrip ülkelerine taşınan ve genel olarak çok iyi karşılanan muhâcirlerin yolu zaman zaman İbn-i Übey tabiatlı haydutlar tarafından kesilerek, yükte hafif pahada ağır neleri varsa yağmalanmıştır. Bundan daha acısı; hicreti tercih etmeyip ülkelerinde kalmaya devam eden, sonrasında İspanyolların teslimnâmede garanti etmiş olmalarına rağmen dînî, içtimâî, kültürel vb. bütün haklarından mahrum edilerek zorla hıristiyanlaştırılan; mescidleri kiliseye dönüştürülen; isimleri değiştirilen; dilleri yasaklanan; kitapları yakılan; hamamları yıkılan; velhâsıl dinlerini, yaşantılarını ve geçmişlerini hatırlatan neleri varsa yok edilen, ama yine de İspanyol toplumundan sayılmayarak «morisko» adıyla dışlanan Endülüslülerin başına gelmiştir. İşte bahsini ettiğimiz bu moriskolar, 1609’da imparator tarafından çıkarılan bir fermanla İspanya’dan tehcire tâbî tutulmuş ve yakın oluşu sebebiyle yine en fazla Fas, Cezayir ve Tunus gibi Mağrip ülkelerini tercih etmişlerdir. Bu defa da öncekine benzer acı hâdiselerin yaşanması bir tarafa, bir asırdan fazla süren baskı altında dillerini unutmuş, dinlerini yeterince öğrenip muhafaza edememiş olan bu zavallılara halkın bazı kesimleri bir türlü ısınamamış ve onlara bir nevi «gâvur» nazarıyla bakmıştır. Onların hâllerini savunmacı bir üslûpla anlatan bir kısım yazılar, bunun acı birer şahididir. Ancak onların düştüğü durumun vahâmetini bütün acılığıyla ortaya koyan, Avrupalı birine nisbet edilen şu sözdür:

“Moriskolar İspanya’da müslüman, Kuzey Afrika’da ise hıristiyandırlar!” Nitekim gördükleri bu muamelelere tahammül edemeyen bu talihsizlerin bazılarının, gerisin geriye İspanya’ya dönüp sığıntı ve köle olarak orada yaşamak için yetkililere yalvarıp, dil dökmek bahtsızlığına düştükleri kaydedilir!

Bunları andıran tavır ve hâdiseler -ne yazık ki- yakın tarihimizde de yaşanmıştır. Çok değil, bundan ancak 20-25 sene kadar önce Jivkof, Bulgaristan’daki Türklerin dillerini ve dinlerini yasaklayıp adlarını değiştirerek Türkiye’ye tehcir ettiği günlerde… O zaman da ülkemizde o zavallılara «gâvur» nazarıyla bakanlar olmuştu. Hâlbuki atalarının hicreti tercih etmemiş olması, o insanların Müslümanlığını sorgulama hakkını vermez bize. Kaldı ki, hicret konjonktürel bir karardır. Bazen olur ki; «Yaşanmakta olan ülke, bütünüyle küfür diyarına dönüşmesin ve yeniden müslümanların yaşayabileceği bir diyar hâline gelsin.» diye hicret etmemek gerekebilir. Nitekim bu yönde fetvâ veren fakihler de olmuştur.

Neyse ki böylesi durumlarda, halkımızın geneli gelenleri bağrına basmış ve onlara yardım elini uzatmıştır. Bugün şehirlerimizde Yenibosna ve Bosna-Hersek gibi mahalle isimlerinin bulunuşu, zor duruma düşmüş muhâcir kardeşlerimize gösterilen misafirperverliğin delillerinden biridir.

Bugünlerde de yirmi sene kadar öncekine benzer, hattâ ondan kat kat vahim bir durumla karşı karşıyayız. Şehirlerimizde ve hususiyle güney sınırımızda birçok muhâcir kardeşimiz var. Allâh’a şükür karşılama şekli, umumî hatlarıyla yine sıcak ve iyi. Ancak muhâcirlerin yığıldığı şehirlerde, talebin artmasından istifade ederek evlerini fâhiş fiyatla kiraya veren fırsatçıların zuhur ettiği vb. haberler de kulağımıza gelmiyor değil. Öte yandan bütün imkânlarıyla muhâcirleri bağrına basan, göz yaşartıcı hikâyeler de işitiyoruz. Ve elhamdülillâh ki, bunlar sayıca daha çok. Ümmet olarak cidden kritik bir safhadan geçtiğimiz ve yardımlaşmanın vesilesi olan mübârek kurban bayramı sonrasını yaşadığımız bugünlerde güzel örneklerin daha da çoğalması için elimizden geleni yapmalıyız. Şimdi ensar olma zamanı!