MUHABBET-NÂME

ŞAİR : SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

قُلْ إِنْ كُنْـتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ (سورة آل عمران، 31)

Ey gönül, lutfeylemiş cânan sana,
Kendi rûhundan yaratmış can sana…

Görmeden bin bir gözün seyrettiği,
Seyredip görmüş kadar öğrettiği,

Canda çoktur sır ve hikmet, anla sen,
Perde yansın, bin düşün, îmanla sen!

Ruh ve tenden bunca vâr olduk niçin?
Savrulup dünyâya zâr olduk niçin?

Anla; muhtâcız ezelden kulluğa,
Yol uzun, sevdâ gerektir yolluğa…

Gāyedir, Allâh’ı sevmek bizlere,
Şartıdır; uymak gerek Peygamber’e.

Çok açıktır emr-i Hak, âyetteki;
“Ey Nebîler Tâcı Peygamber! De ki:

Yükselip îmâna dek sevdâda siz,
Rabbiniz Allâh’ı sevmekteyseniz;

Her ne söylersem uyun candan bana,
Hak muhabbet eylesin sizden yana!

Hak katından ben ne dersem dinleyin,
Af için bin bir günahtan inleyin!

Kalbiniz dinlerse ben Peygamber’i,
Cümle suçtan Hak bağışlar sizleri…”

İşte duydun ey gönül, mânâ budur,
Sırrı bitmez âyetin, maksat şudur:

Ey beşer, sevdinse sen Allâh’ı duy,
Her nefes, yâr ol, Rasûlullâh’a uy!

Çünkü uymaktan geçer Hak sevgisi,
Can Muhammed’dir muhabbet bilgisi…

Yoktu bin bir kâinat, bin bir cihan,
Yoktu âlem, yoktu âdem, yoktu can,

Nur Muhammed oldu halkın mâyesi,
Oldu Ahmed varlığın sermâyesi…

Hiç bilinmez bir hazîneyken Hudâ,
Nûr-i Hak’tan kıldı zâhir Mustafâ…

Anla ey can, anla hilkat sırrını,
Her cihetten, çöz bu vuslat sırrını!

Hak yaratmış halkı sevdâdan sebep,
Halka illâ Hakk’ı sevmektir edep…

Böyle bir sevdâya lâkin ermeye,
Tâ kıyâmet Hakk’ı zâhir görmeye,

Farz-ı Hak’tır dinlemek Peygamber’i,
O’nda meknuz çünkü sevdâ cevheri…

Bil muhabbetten Muhammed oldu var,
Hem Muhammed’den muhabbet buldu yâr!

Böyle bir sır, ey gönül, bülbülde yok,
Böyle yüksek bir tecellî gülde yok.

Sende cân olmuş muhabbet mâdeni,
Gül değil, âşık yapan Hak’tır seni…

Dinleyip Seyrî, Rasûlullâh’ı, sev,
Aşkı Ahmed’den alıp Allâh’ı sev!

فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلاَ يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا
(سورة مريم، 011)

Der ki Allah: Nerde âşık kullarım?
Nerde her an kalbi muhrik kullarım?

Dinlesinler cânibimden müjde var,
Sanmasınlar Arş’a bin bir perde var!

Her kimin, Allâh’a vuslat arzusu,
Gözlerinden dökse deryâ misli su,

Çekmesin hiç kaygı vuslattan yana,
İlticâlar eylesin candan Bana…

İşlesin akşam-sabah sâlih amel,
Tâ ki olsun hâli güllerden güzel.

Rabbe kulluktan sakın hiç şaşmasın,
Bir ve tek Allâh’a ortak koşmasın!

Secdeden kaydırmasın insânı şirk,
Cân evinden çalmasın îmânı şirk!.

Özlü bir tevhîde ersin can dili,
Nûr eder her lâhza vuslat kandili…

Tâ olur sâlih ameller bir kanat,
Erdirir Allâh’a, yol kesmez sırat.

Amma her kim hak kanattan behresiz,
Kavrulur eyvahla, ağlar çâresiz…

Dinle hak fermânı, ey Seyrî, aman,
Olmasın mahşerde ahvâlin yaman…

وَالَّذِينَ آمَنـُُوا أَشَـدُّ حُبـًّا للّٰهِ (سورة البقرة، 561)

Doğru idrâk eyle; îmân ehli kim,
En güzel vasfıyla Kur’ân ehli kim?

Gir muhabbet sırrının harmânına,
Bak ne yazmış Rabbimiz Kur’ân’ına:

Mü’min ancak tam inanmış kimsedir,
Aşk içip Allâh’a yanmış kimsedir!

Mü’min en şiddetli bir sevdâ ile,
Tâ gönülden kavrulur «illâ» ile…

Öyle bir âşık olur Allâh’a ki,
Hû tüter her bir damar, cânındaki…

Rûhu; topraktan, denizden Hû çeker,
Ömrünün bâğında ancak Hû eker…

Kalbi her an sektesiz Hû der onun,
Başka bir sevgiyle olmaz safderun…

Ey gönül, nen varsa sen Allâh’a ver,
Haydi artık, böyle bir sevdâya er!..

Yetmiyor zîrâ inanmak kupkuru,
Çağlasın kalbinde sevdâ yağmuru.

Aşkı kat îmâna Seyrî, sen de coş,
Can değil, cennet değil, Allâh’a koş!

vezni: fâilâtün / fâilâtün / fâilün