KELİMELERLE TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ

YAZAR : H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Konuştuğumuz kelimeler; artık neleri konuşmaya başladığımız, neye-nasıl adlar verdiğimiz, aslında pek çok şeyi ele veriyor. Bu arada bazı şeyleri artık hiç konuşmadığımız, konuşmayı çağdışı görmeye başladığımız, mevzu açıldığında ürkek bir sessizliğe gömüldüğümüz üzerine biraz derinlemesine düşünürsek; aslında üzerimizdeki toplum mühendisliğinin hiç de başarısız olmadığını fark edebiliyoruz.

Hattâ toplum mühendisliği kelimesi bile, toplum mühendisliğine âlet ediliyor. Evet, yazıyı okumadan önce bir arama yaptım ve gördüm ki, hâkim Anglo-Sakson kültürü telkin etme işlevi gören wikipedia gibi sitelerde bu kavramdan söz edilirken; sadece Hitler, Stalin, Mao gibi kendilerince sevimsiz liderlerin yaptıkları propagandalar örnek gösterilmiş. Sanki batı âlemi hiçbir şekilde toplum mühendisliği yapmıyormuş gibi…

Hâlbuki üzerimizde öyle bir hegemonya kurulmuş ki, kendi mefhumlarımızla konuşmamız bile neredeyse yasaklanıyor. Dikkat edin, hiçbir resmî ağızdan; ahlâk, namus, hayâ, edep gibi kelimelerin sâdır olduğunu göremiyorsunuz. Bu kelimelerin üzerinde görünmeyen bir «cıss…» işareti var. Sanki kaza eseri söyleyiverenlere yönelik, birtakım gözle görülmeyen tehditler bahis mevzuu…

Meselâ topluma kötü örnek teşkil edeceğinden endişe ettiğiniz bazı durumların fazla özendirilmesine karşı iseniz ve bunların pek bu kadar normalleşmesinden rahatsız oluyorsanız; hemen yasakçı, sansürcü, tercihlere saygısız, farklılıklara tahammülsüz, erkek egemen söylem… gibi nice «ötekileştirici» etiketlere ânında maruz kalabilirsiniz. Buna mukabil, medyanın hâkim dilini kullanır, zinâya düzeyli ilişki, sapkınlığa tercih, fuhşiyata hizmet turizmi derseniz; çağdaşsınız, ileri ülkeler düzeyine ulaşmışsınız, ne mutlu size(!)

Birçok konuda; bu gibi kelime oyunlarıyla, ahlâkî çöküntüyü masum gösterme çabası sergileniyor ve kimse bunları sorgulamıyor. Meselâ «tercih» ne kadar masum bir kelime değil mi? Sanki birbirine eşdeğer iki yol var ve her normal insan, bu yol kavşağına gelince dilediği yoldan gidiyor ve bunda hiçbir sakınca yok!

Öyle ki, kendi öz evlâdınız kandırılsa, endişe duyduğunuz bir hayat tarzına sürüklense; karşısına geçip hiçbir şey yapmadan seyretmeye mecbur tutuluyorsunuz. Onun tercihlerine saygı duymadığınız, hayat tarzını seçmekte özgür olduğunu kabul etmediğiniz, nasihatlerle başını ağrıttığınız ve suçluluk hissettirdiğiniz için (!) suçlusunuz.

Bir anne-baba;

“Evlâdım iki dünyada mahvolacak!” diye çırpınırken; karşısına geçip «cık cık» eden, kınayan, küçük görücü terimlerle yaftalayan bir dünya…

“Aile içi şiddeti önleme yasaları” Avrupa ülkelerinde; yıllardır Türkiye’den giden göçmen aileler aleyhine, çocuk ve gençleri ailelerden koparmak için kullanılıyor. Meselâ bir babanın, çocuklarını yanlış gördüğü yoldan çevirmek için bazı yasaklar koyması hâlinde; «aile içi psikolojik şiddet ve hürriyetini kısıtlama» ithamıyla yaftalanıp evine-bucağına hasret bırakılması mümkün. Yahut çocukların aileden koparılıp, koruyucu ailelere (!) verilmesi… Bunların yakın gelecekte kendi ülkemizde de yaşanmayacağı garanti değil.

Elbette aileler de çocuklarını ihmal edip; sonra baskıyla yanlıştan çevirmek gibi yollara sapmamalı, bu yolun zaten çıkmaz bir yol olduğunu unutmamalı. Ama kanun yaparken ve uygularken şehirlere göçle birlikte ortaya çıkan aile içi uyumsuzluklar da göz önüne alınmalı.

Şehirde doğup yetişen, teknolojik gelişmeye hızla uyum sağlayan gençlerle; geçim telâşına dalmış, kendini yetiştirmeye fazla imkân bulamamış yetişkinler arasında, zaten bir uçurum var. Bir de gençlerin, eğitim yılları boyunca ailesinin değerlerini; «tutuculuk, baskıcılık, tahammülsüzlük muhafazakârlık -ki bu kavram bile artık pejoratif, yani küçümseyici-» gibi kelimelerden oluşan bir sözlükle isimlendirecek tarzda biçimlendirildiğini düşünürseniz…

Evet, modern dünyanın toplum mühendisliği daha yumuşak vasıtalarla… Belki biçim verirken sert araçlar kullanmıyor; meselâ idam etmiyor, hapse atmıyor, ama eski tabirle müstehzî yeni tabirle pejoratif dedikleri küçümseyici, alaycı lakaplar takarak itibarsızlaştırıyor. Düşük kalite hayat tarzına mahkûm kılarak, toplumda düşük sınıf hâline getirip etkisizleştiriyor.

Öte yandan asıl mühendislik, tabiri câizse sopayla değil de havuçla; yani korku unsurlarından çok, menfaat unsurları kullanılarak yapılıyor.

Ekonomik düzen hızla değişiyor. Kendi toprağında çalışan çiftçi, kendi dükkânını işleten esnaf ve kendi mutfağında değer üretmeye çabalayan ev hanımı; makine parklarıyla rekabete dayanamıyor, yoksullaşıyor. Toplumu değişime zorlayan ekonomik yapılardan fazla etkilenmediği için, mânevî dinamikleri koruyup geleceğe aktaran bu kesimlerin, toplumdaki yeri sarsılıyor. Buna mukabil; genç, prezentabl, diksiyonu düzgün, elinde iyi-kötü bir diploması olan gençler kolayca para kazanabiliyor.

Ancak bu cezbedici hayat tarzı; neredeyse toplum mühendisliğinin atölyesi yerinde, insan biçimlendirici torna-tesviye tezgâhlarına benziyor. Tahsil yılları boyunca, aileden kopuk bekâr evlerinde ve kendi değerlerine yabancı bir eğitim kadrosunun elinde yetişen gençler; sonrasında bundan farklı olmayan iş yerleri… Kısacası kozmopolit şehirler, girdap gibi genç insanları çekiyor ve yutuyor.

Bu şekilde biçimlendirilmiş gençler; her gün altı saat televizyon seyreden anneleri, dünyada neler olup bittiğinden habersiz dünyalık kazanmaya adanmış babaları örnek almaya değer bulmuyor ve kendisine yeni değerler arıyor…

Yeni değerler ise malûm; nefsin başıboşluğu, kural tanımazlığı ve hevesâtının ardında ömür tüketmesi «özgürlük».

Ama; “Allâh’ın emirleri doğrultusunda bir hayat yaşayayım ve neslimi de yaratılış gayemiz olan bu amaca göre eğiteyim.” dersen; «Dindar nesil yetiştireceğiz demek, toplum mühendisliğidir.» yaftasıyla karşılaşıyorsun.

Tıpkı Peygamberimiz’in mûcizevî bir şekilde haber verdiği;

“Mârûfu münker, münkeri de mârûf addettiğiniz zaman hâliniz ne olur?” (Ebû Ya‘lâ, Müsned; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat; Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid, 7, 281) günlerdeyiz.

Hazret-i Ali’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm- bir gün;

“–Gençleriniz fıska düştüğü, kadınlarınız azdığı zaman hâliniz ne olur?” buyurdu.

“–Yâ Rasûlâllah! Yani böyle bir hâl mi gelecek?” dediler.

“–Evet, hattâ daha beteri!” buyurdu ve devam etti:

“–Emr-i bi’l-ma‘rufta (iyiliği emretme) bulunmadığınız, nehy-i ani’l-münker (kötülükten men etme) yapmadığınız vakit hâliniz ne olur?” diye sordu.

“–Yani bu olacak mı?” dediler.

“–Evet, hattâ daha beteri!” buyurdular ve sormaya devam ettiler: “Münkeri emredip, mârûfu yasakladığınız zaman hâliniz ne olur?”

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bu mutlaka olacak mı?” dediler.

“–Evet, hattâ daha beteri!” buyurdular ve devam ettiler: “Mârûfu münker, münkeri de mârûf addettiğiniz zaman hâliniz ne olur?”

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bu mutlaka olacak mı?” diye sordular.

“–Evet, olacak!” buyurdular. (Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid, 7, 281)

Dünya bir elek misali, bizleri imtihanlarla silkeleyecek; îmanlı, ihlâslı, gayretli ve sabırlı olanları seçip iki dünyada da üstün kılacak. Hileler, tuzaklar, mücâhede direniş yolları da öğretilmiş, bize düşen gafil olmamak…